Recep Nuri Tarkovski.
Yazının uzun başlığı
böyle kısaltılırsa bundan ne anlaşılır?
Kieslowski'nin filmlerinde
simge olan üç renk gibi, burada da üç ad sinemaya ve yaşama üç
bakışı özetleyebilir mi?
Okuduğu bu sözcükleri
kim, nasıl algılar, neler düşünür, yaratılan çağrışımlar
onu nerelere götürür?
Recep İvedik sıradanlık
ve basitlik, sokaktaki insan mıdır? Nuri Bilge Ceylan yerini
bulamamak, bulamayanların sesi olmak, yeni bir seçkinlik arayışı
mıdır? Andrei Tarkovski bir sinema dahisi, yaşadığı yirminci
yüzyılda sinemayla açılan olanakları kullanarak geçmişle
gelecek, görebilenle göremeyen arasında bir köprü kurmak mıdır?
Nuri Bilge Ceylan'ın Kış
Uykusu filmini (1) izlediğimden beri, hızlanan dünyada her an
karşıma çıkan yeni, beklenmedik sorularla beslenen düşünceler
kafamda uçuşuyor. İnsan nedir, doğa nedir, evren nedir, dün
nedir, bugün nedir, yarın nedir, yaşamak nedir, ölüm nedir,
aydın nedir, seçkin nedir, sığ nedir, yoz nedir, insanlık nedir,
hayvanlık nedir, ne bir insanın ne bir hayvanın yapamayacağı
kötülükleri yapacak güçte ve kararlılıkta görünen bu tuhaf
yaratıklar kimlerdir, nereden doğmuşlardır, kimlerce büyütülüp
desteklenmektedirler? Sanat çaresizlik midir, umut mudur? Politika
çözüm müdür, savaş ve katliam mıdır? Ekonomi yaşamak mıdır,
tüketmek midir? Düşünce ışıkla mı, karanlıkla mı beslenir?
Belki biraz da 21.
yüzyılın başında karşımıza çıkan şaşırtıcı
karanlıklardan kaçmak için Tarkovski'ye (2) döndüm. İçimde,
Türkiye'de, dünyada, insanda ve yaşamda, doğada ve evrende neler
olup bittiğini görmeye, anlamaya çalıştım. Yaşamın sık
rastlanabilecek bir mucize olduğu düşünülür. Oysa karanlık ve
ölüm hep vardır. Büyük patlamanın öncesinde olduğu gibi, ne
kadar süreceği bilinmeyen bir sürecin sonunda karşımıza çıkacak
sonrasında da vardır, olacaktır. Yaşam, gökyüzünde göz kırpan
yıldızlar gibi anlık, değeri bilinmeyen küçücük bir
parlamadır.
Bilinmezlerle dolu bu
karmaşık bulmacayı algılayıp bilincine varabilenler, evreni ve
kendilerini anlamanın yollarını ararlar. Bu gizlerin varlığını
bile göremeyenler onlar için yaratılmış küçük dünyalarında
bulduklarıyla, önlerine konanlarla yetinirler. Pek de mutluluk
vermeyen bu durumun ortaya çıkmasından ne görebilenler, ne de
göremeyenler sorumludur. Kör bir inançla ölüme yaslanarak kendi
sığ bakışlarını ulaşabildikleri her canlıya dayatmak, yaşamın
ışığını boğmak isteyen, boşlukta birer insan kadar yer
kaplayan bazı kişiler bile nasıl doğdukları, nerede beslenip
büyüdükleri, nerede ortaya çıkıp evrene nasıl yayıldıkları
anlaşılıp çözümlenmeden bu olup bitenlerden, doğanın güzel
yaşam çemberinin girdiği krizlerden sorumlu tutulamaz.
Peki kimdir kara bir delik
gibi tüm güzellikleri yutan acımasızlığın sorumlusu?
....
Bilginin yaşamlarımıza
ve geleceğimize ne ölçüde katkıda bulunabildiği tartışması
bir yana, hemen her soruya hızlı yanıtlar bulmak artık kolay.
Başlıkta geçen adlarla ilgili filmlerin izlenme oranlarına
ulaşmak da hiç sorun değil, üç Recep İvedik filmi ilk beşte
karşımıza çıkıyor, bir tanesi nedense biraz ayrı düşmüş
(3):
Sıra Film
Adı İzleyici
1 Recep İvedik 4 7.374.931
2 Düğün
Dernek 6.980.070
3 Fetih 1453 6.572.618
4 Recep İvedik
2 4.333.144
5 Recep İvedik 4. 301.693
15 Recep İvedik
3 3.326.084
Nuri Bilge Ceylan filmleri
genelde pek gişe rekorlarıyla değil, yönetmeni ve aldığı
ödüllerle tanınıyor. Recep İvedik dizisinin şu ana dek
gösterime giren filmleri içinde en düşük izlenme oranını
yakalamış üçüncüsünün izleyici sayısının onda birinin
altında olsa da, bir Nuri Bilge Ceylan filmi olarak Kış Uykusu'nun
gişe başarısı fena sayılmaz:
Sıra Film
Adı İzleyici
170 Kış Uykusu
304.782
Filmle ilgili kısa bir
tanıtım verilmiş:
"Kış Uykusu filmi,
eski bir tiyatro oyuncusu olan Aydın'ın, Anadolu bozkırlarının
ortasında, adeta bir kış uykusuna yatmış gibi görünen ıssız
bir mekânda, kendisiyle, hayalleriyle, sevdikleri ve taşrayla
kurduğu ve düşe kalka sürdürmeye çalıştığı ilişkilerini
konu alıyor. Karı-koca ve kardeşlik bağları da dahil her türlü
insan ilişkisinin, çaresizlik, hayal kırıklığı, önyargılar
ve çıkışsızlıkla mühürlenmiş olan o ağır kapısını
aralıyor..." (4)
Buradaki "mühürlenmiş"
sözcüğü Tarkovski çağrışımlarıyla özellikle seçilmiş
olabilir mi?
....
Güney Birtek, Nuri Bilge
Ceylan'ın “Kendimi sözlerle daha iyi ifade edebilseydim sinemaya
bulaşmazdım” sözüyle başlayan bir yazısında, Ceylan
sinemasını şöyle tanıtıyor:
"Nuri Bilge Ceylan
için sadeliğin, doğallığın sinemasını yapıyor demek yanlış
olmaz sanırım. Güzellik, zaman içinde akarken onu elinden tutup
kaldırmak, Nuri Bilge Ceylan sinemasında önemli faktörler
arasında şekillenmiş diyebiliriz. Nuri Bilge’nin güzellik
arayışı, hakikat doğrultusunda bir çocuğun gözlerinde, bir
kadının hüznünde, bir erkeğin çaresizliğinde yahut rüzgârın
nesneleri savurduğu, karın pamuk gibi yağdığı zaman
dilimlerinde anlam kazanır. Ve bu durumda doğanın diyalektiğini
kadrajına yansıtmayı başarabilen özel yönetmenlerden biri
diyebilme hakkına sahibiz onun için."
"Hızla gelişen
günümüz dünyasında, teknolojinin yarattığı travmalar insanın
öz benliğini yitirmesine neden olurken, yabancılaşmış ve
beraberinde yozlaşmış ilişkiler doğurmuş ve bu durum
yönetmenler tarafından hep işlenmişti. Nuri Bilge Ceylan, sistem
içinde ezilmiş ile iktidarda olan insan arasında şekillenen
çarpık ilişkileri aktarmada son derece sade bir tarz sergiler. Bu
da Türkiye sineması açısından önemli bir durum teşkil
etmektedir. Çektiği ilk kısa filmde (Koza, 1995) görsellik ön
planda olup durağan görüntülerle ilerleyen, Tarkovski tekniğini
çağrıştıran bir çalışmayı gözler önüne sermişti."
"Cannes Film
Festivali’ne katılmaya hak kazanmış bu kısa filmden sonra
dikkatleri üstüne çekmeyi başaran Nuri Bilge Ceylan, 1997’de
Kasaba ile ilk uzun metrajına merhaba der. Bu filmde belirgin olarak
diyalog sıkıntısı olduğundan, ki filmde orijinal sesler iyi
alınamamıştır, sonrasında dublaj yapılarak film kurtarılmaya
çalışılmış. Filmin görselliği, teması ve yönetmenlik
başarısı Nuri Bilge’nin ustalığını göstermiş olsa da,
birkaç kamera hareketindeki sert dönüşler, malzeme sıkıntısının
yaşandığını da göstermiştir."
"Bu, Türkiye’nin
alışık olmadığı tarz için birçok sinema eleştirmeni Nuri
Bilge sinemasına sert eleştiriler sunmuş, ‘böyle sinema olmaz’
diyerek fotoğraf sanatına daha yakın bir iz taşıdığını öne
sürmüşlerdi."
"Türkiye’de sanat
filminin temelini oluşturmuş Metin Erksan’dan beri böylesine
etki uyandırmış nadir sinemacılardan biri diyebiliriz onun için.
Elbette ki yarattığı bu sinema anlayışında etkilendiği
yönetmenler olacaktı. Ozu, Antonioni, Bergman ve Tarkovski gibi
özgün yönetmenler onun için hep ilham kaynağı olmuştu."
"Mayıs Sıkıntısı
(1999) ile üniversite sınavına girmiş fakat kazanamamış bir
gencin gelecek kaygısıyla boşluğu üzerine şekillenen ve
filmdeki başkahramanın köyüne gelerek film çekme çabasıyla,
ahâlinin yaşamını bazen bir çocuğun gözünden anlatmasıyla,
Nuri Bilge Ceylan’ın kendi hayatının film çekme aşamasındaki
hâllerini filme çekmiş gibi bir izlenim yarattığı da
söylenebilir bu çalışma için."
"Sene 2002’ye
geldiğinde Nuri Bilge Ceylan sinemasını şahlandırmış olacak ki
bir başyapıt (Uzak), sinemaseverler için görücüye çıkmıştı
bile. Ailesine para göndermek için İstanbul’da fotoğrafçılık
yapan akrabasının yanına gelen gencin, bir zamanlar sanat filmi
çekme iddiasında olan ve yıllar geçtikçe amacından uzaklaşarak
laçkalaşmış yalnız bir hayat süren akrabasıyla yaşadığı
günleri anlatmaktaydı film."
"Evde yakaladıkları
fareyi dışarı atmasını söyleyen akrabası dışarı çıkan
genç, fareyi tam çöpe atacakken kedileri görerek, fareyi duvara
vurup öldürdükten sonra çöpe attığı sahne hafızlara kazınan
sahneler arasında yerini almıştı ki, başka bir sahnede de
oyuncakçıdan aldığı oyuncak askeri çalıştırıp, oyuncağın
elindeki silahla sözde etrafı taramasından duyduğu haz, eğlence,
Türkiye toplumunun silah sevmesine karşı yapılan ciddi bir
eleştiri de gözlerden kaçmamıştı."
"Uzak filmi aynı
zamanda Mayıs Sıkıntısı’nın da devamı niteliğini
taşımaktadır. Görülen o ki, Mayıs Sıkıntısı’nda sinema
aşkıyla yanıp tutuşan kahramanımız yıllar sonra amacından
uzaklaşmış bir hâlde görünür."
"Uzak filmindeki yine
başka bir sahnede, ev sahibimiz Tarkovski filmi izlerken, gencin
salondan ayrılmasından sonra erotik film açması, durumun izahı
için yeterli diyebiliriz."
"Uzak filmi Cannes
Film Festival’inde ‘’Büyük Jüri Ödülü’’ alarak Nuri
Bilge Ceylan’ın ismini tam anlamıyla dünyaya duyurduğu film
olarak da geçmiştir sinema tarihine."
"2006’da eşi Ebru
Ceylan ile oyunculuğunu da üstlendiği İklimler filmini çeken
Nuri Bilge Ceylan, sanırım bu filmindeki oyunculuk performansından
sonra bir daha oyunculuk yapmamak için kendisini kamera arkasına
iyice odaklamış bir hâlde görmemiz isabet olmuştur. Bu filmde
bir erkeğin âşık olduğu kadına karşı nasılda naif olduğunu
göstermiş, sevmediği fakat vücudunu arzuladığı kadına
bakışındaki sertliği anlatmaya çalışmıştı. 'İnsan severken
gerçekten masum mu?' sorusunu sormuştu sanki biz izleyicilere."
"Ayrıca bu
filmindeki kaza (motosiklet) sahnesi Nuri Bilge Ceylan’ın aksiyon
sahnelerinde sıkıntı yaşadığını da göstermişti. Temanın,
konunun ayakları yere basan durumuna karşılık böylesine amatörce
bir sahne işlenmesi sanıyorum ki yönetmenin keşke böyle
çekmeseydik pişmanlığıyla yüz bulmuştur sonraları."
"2008 yılında yine
Cannes Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü ‘Üç Maymun’
filmiyle kazanmış olan Nuri Bilge Ceylan, bu filmde dramatik yapıyı
hâkim kılmaya çalışmıştı. Bizlere alıştırdığı sakin
ritmle, parçalanmış bir ailenin aksiyonunu gözlerinde
yavaşlatarak görsel gücünü de arkasına alıp yine başarılı
bir çalışmaya imzasını atmasıyla duyurmuştu."
"Nuri Bilge Ceylan,
2011’de öyle bir film çekmişti ki, bana kalırsa dünya çapında
son zamanların en iyi filmleri arasında olmasında sakınca yoktur.
Filmdeki ışık kullanımı, görüntünün göz yormayan matlığı,
yine fotoğraf kareleriyle yönetmenliğinin zirvesine ulaşmış
kadraj doygunluğu, görselliğin filmdeki elma sahnesiyle
bütünleşmiş doğanın diyalektiğinde “elmanın önemini”
vurgulayıcı izler taşıması elmaya gerek dinde gerekse fizik
kurallarındaki (yer çekimi) anlamına yeniden bakmamıza olanak
sağlamıştı. Filmin uzun bir zamanı karanlıkta geçmesine rağmen
mükemmel oyunculuklarla hiç sıkmadan, aksine hiç bitmesini
istemediğimiz bir film yapabilmek gerçekten kolay bir iş değil.
Bir doktor, bir savcı ve bir polisin saatler boyunca bir cinayetin
soruşturmasını yaparken takındıkları hâllere bakacak olursak
son derece karamsar, hayata karşı öfkeli ve hiyerarşinin o
dayanılmaz ince çizgisi doğrultusunda hiç kimsenin kimseyi
beğenmediği, cinayet soruşturmasının biran önce bitmesi için
bencillikleriyle yarışan bir grup insanın tam anlamıyla insanlık
hâlini anlatan oldukça başarılı bir filmdi diyebiliriz. Bir
Zamanlar Anadolu’da, 2011’de düzenlenen Cannes Film
Festivali’nde ikinci büyük ödül olan Büyük Jüri Ödülü’ne
layık görülmüştür. Ama gelin görün ki, Nuri Bilge Ceylan
sineması kendi ülkesinde değil de başka ülkelerde boy
göstermiştir hep."
"Türkiye’nin
izleyici kitlesi bu tür filmleri hiçbir zaman sevemediğinden midir
yoksa piyasada tüketim hızının Türkiye insanını da avuca
almasından kaynaklı mıdır bilinmez, hep piyasa değeri yüksek
filmlerin milyonlarca kez izlenmesi eleştirilecek bir durum değil
midir sizce? Reklam değeri olsun, kadın yahut erkek fiziğini
kullanarak çekilmiş filmlerin tüm dünyada daha çok izlenmesi,
sinemanın yararına mı yoksa zararına mıdır? Buna siz karar
vermelisiniz. Ama böyle devam ederse gün geçtikçe bağımsız
sinemanın alanı iyice daralabilir bu durumda da özgün
senaryoların sinemaya uyarlanması güçleşebilir demekten
alıkoyamıyoruz kendimizi." (5)
Ceylan'la yapılan bir
söyleşiden alıntılar yapıyor:
"Uzak zaten
otobiyografik bir hikaye. Hayatla organik bir bağ kurmakta
zorlanıyordum ve bu durumu filmi yapılacak bir değer gibi
görüyordum. Ama nasıl yapılacağını bilmiyordum."
"“Bir yönetmen
seyirci hesaplayarak film çekmez; çünkü seyirci zaten homojen bir
topluluk değildir. Sinemacı en az kendisi kadar zeki birisi için
çekmelidir filmini. Ben çok fazla akla hitap eden filmler
yapmıyorum. Bence seyirci gerçeğin sadece bir yanıyla yetinmeyi
bilmeli. Flû bölge bırakmayan bir sinemaya fazla alıştıklarını
düşünüyorum."
"Oysa sinema
derinleşebilmek için izleyicinin hayal dünyasına ihtiyaç duyar.
Romanda bu daha kolay, okur, okuduklarını zihninde canlandırmak
zorunda çünkü. Sinemada öyle değil. Bence biraz muğlaklık
kesinlikle şart."
"Hayat dediğimiz
şey, en yakınımızın en yakın arkadaşımızın eşimizin bile
tam olarak ne düşündüğünden emin olamadığımız bir
muğlaklıkta geçiyor aslında. En gerçek, en tehlikeli, en gizli
duygularımızı sürekli saklamak zorundayız çünkü. Gerçeği
tahmin etmek zorundayız. Bence sinemada da böyle olmalı."
"Ben sinemamda bir
çeşit muğlaklığa çok önem veriyorum. Ama bu tamamen keyfi bir
muğlaklık olmamalı. Yönetmenin kafasında her şeyin cevabı net
bir şekilde olmalı muhakkak. Yoksa oyuncuyu yönetmeniz bile mümkün
değil cevabı bilmiyorsanız.” (5)
....
Hakan Bilge, Nuri Bilge
Ceylan'ın Kış Uykusu filmiyle ilgili ayrıntılı çözümlemeler
içeren yazısına "Başroldeki figürün isminin Aydın
(mükemmel bir oyunculuk sergileyen Haluk Bilginer) olması sebebiyle
çok bariz bir entelektüel veya aydın tiplemesinin karikatürize
edildiği üzerinden gideceksek bu düşünce bizi de kısmen tuzağa
düşürmez mi?" sorusuyla başlıyor ve tartışmayı "Bu
bakımdan Kış Uykusu’na (2014) kolaycılıkla aydın eleştirisi
demek yerine, aynı zamanda ve kesinlikle insan olabilmenin veya
insan kalabilmenin zorluğuna ilişkin bir film diyemez miyiz?"
ile sürdürüyor.
"Aydın ya da
entelektüel, Foucault’dan bu yana biliyoruz ki işlevini büyük
ölçüde yitirmiştir; halk, acıya ve gerçekliğe entelektüelden
daha yakındır. Büyük kurtarıcılar yoktur."
"Aslında entelektüel
gerçeği maskeleyen iktidar sahibi bir figürdür. Bilgi kendi
tekelindedir, onu gizler ve bağ(ım)lı olduğu ideolojik döngünün
hizmetinde kullanır. Statükodan yanadır. Değişmesini istediği
belli başlı gerçeklikler doğrudan ekonomik-sosyal sistemle ilgisi
bulunmayan şeylerdir. Halkı aşağılar ya da küçük görür."
"Aydın’ın gözleri
daha büyük gerçeklere kapalıdır, çünkü onu asıl ilgilendiren
yoksulluk, dinsel bağımlılıkla gelen tevekkül değildir. Anadolu
taşrasının büyük yalnızlığı değildir. Sürekli paraya
yaptığı vurguyla kapana kısılmış Batılı bir entelektüeldir
o."
"Bu tarz aydın
tiplemesi iktidarla yakınlık içindedir. Etliye sütlüye dokunmaz.
Gerçekliği dürüstçe eleştirmez."
"Aydın, para
kaybetmekten korkar; elindekilerin buharlaşıp uçmasından kuşku
duyar. Aydınların her çağda genellikle pasif kalmalarının
nedeni de budur. Nazi Almanyası’nda, Bolşevik Rusyası’nda,
Franco İspanyası’nda, Albaylar Cuntası yönetimindeki
Yunanistan’da, mafyanın yön verdiği İtalya’da ve uzun süre
darbelerle demokrasisi kesintilere uğratılmış, Amerika’ya
bağımlı, dış borcun her dönem ayyuka çıktığı Türkiye’de
aydın/entelektüel tiplemeleri büyük oranda iktidarla kucak
kucağadır."
"Aydın, o nefretle
baktığı, haciz yoluyla televizyonuna, buzdolabına el koyduğu
zavallı insancıkların dinsel değerlerini aslında
küçümsemektedir. Kutsallığa nasıl baktığı tam olarak
anlaşılmasa da kız kardeşi Necla onun hatalarını,
samimiyetsizliğini yüzüne vurarak Aydın’ı işkillendirir,
kızdırır."
"Yoksul insanların onurlarını hiçe sayarak, tepeden inmeci kural ve anlayışlarla onları değişime zorlamak romantizm değilse nedir? Cumhuriyet’in ilk kadrolarının dayattığı ve devrim adı altında sunulan, baskıyla dayatılan yenilikler ve yasalar ne derece etkili olabilmiştir, sanıyorum ki sorgulanması gerekir."
"Anadolu, genç
Cumhuriyet için romantik bir uzamdır. Köylü ise milletin
efendisidir. İstanbul’da masa başında şiir yazan kalem
erbapları hiç bilmedikleri Anadolu kasabaları, köyleri hakkında
şiirler, yazılar döşenmişlerdir ama bunu çoğunlukla romantik
duygularla ifade etmişlerdir. Anadolu taşrasının gerçek
sıkıntıları görmezden gelinmiş, ekonomik açmazlar handiyse yok
sayılmıştır."
"İki sınıf
arasındaki nefret ilişkisi İlyas’ın bakışlarında dile gelir.
Aşağıdaki sekans incelenebilir: İlyas bu sekansta gözlerini
Nihal’e çivilemiştir. Aynı İlyas, Aydın’ın elini öpmeyi de
kabul etmemiştir. Amcası İmam Hamdi tarafından yaklaşık 10 km
yol yürütülerek Otel Othello’ya getirilen ilkokul 5. sınıf
öğrencisi, Aydın’a yaklaşırken bayılır ve yere düşer."
"Aydın’ın çalışma
odası Batı tandanslı eşyalarla dekorize edilmiştir. Batılı
yazarların, özellikle de Shakespeare’in varlığı bütün odayı
doldurmaktadır. Bununla birlikte Muhsin Ertuğrul’un yer aldığı
duvardaki afiş gözlerden kaçmaz. Başlamak istediği kitabın adı
da Türk Tiyatrosu Tarihi’dir."
"Nihal’in odası
ise kocasının odasına nazaran daha karanlık, daha bastırılmıştır.
Duvarda filmin afişlerinden birine ilham olan, Glazunov’un
Dostoyevski’nin 1846 yılında yazmaya başladığı, fakat
tamamlayamadan Sibirya’ya sürgüne gönderildiği Netoçka
Nezvanova isimli romanı için çizdiği resim asılıdır.
Dostoyevski bu romanı daha sonradan bitirmemiştir."
"Silah erkeklik
belirtisidir. Bununla birlikte Aydın’ın Nihal tarafından iğdiş
edildiği söylenebilir, çünkü her şeye sahip olmasına karşın
kadınına sahip değildir. Belleği kendisine oyunlar oynayan
tiyatrocu eskisi, yeni otel işletmecisi zavallı bir tavşanı
gözünü bile kırpmadan öldürerek erkekliğini kuvvetlendirmek
ister ve Nihal’in bakışları altında tavşanı temizlikçi
kadının ellerine teslim eder. Güç halen bende, demek ister
gibidir. Nihal ise yarı karanlık odasına çekilerek bunu kabul
etmiş görünür."
"Suç ve Ceza’nın
ruhuna sinen vicdan azabı bir anlamda İsmail’i de yiyip
bitirmektedir; çünkü onuru kırılmış, çocuğunun gözleri
önünde dayak yemiştir. Bir adamı bıçaklamış, 6 ay hapis
yatmıştır. İşsizdir. O da kapana kısılmıştır."
"Kış Uykusu’nun
kahramanları tuzağa düşmüşlerdir, kapana kısılmışlardır.
Andrei Rublev’i (1969, Andrei Tarkovski) anımsatan at sahnesi, La
règle du jeu’yu (1939, Jean Renoir) hatırlatan tavşan öldürme
sahnesi kahramanların tuzağa düşürülmüş olduklarını, yanı
sıra kendi tuzaklarını kendilerinin hazırlamış olduklarını
sembolize eder."
"Taşraya kök salan
kahramanların hayatı mecburen birbirine teğet geçecektir. Tek
özgür olanlar Japon turistlerdir, onlar bu topraklara bağlı
değillerdir. Yanı sıra motosikletiyle taşrayı turlayan yerel bir
turist de söz konusudur. O, aslında kahramanların yapamadığını
yapmakta, kendisini bir yere ait hissetmemektedir. Özgürdür, yarın
ne yapacağını kendisi bile bilmemekte, bilmek istememektedir."
(1)
Hakan Bilge
değerlendirmesinde, herkesin bildiği gibi Nuri Bilge Ceylan’ı
derinden etkileyen beş sinemacı olduğunu belirterek Tarkovski,
Bresson, Ozu, Bergman ve Antonioni adlarını sayıyor. Sanırım
diğer adların Tarkovski üzerinden gelen dolaylı etkilerinin de
bulunabileceğini söylemek yanlış olmaz.
Öte yandan kişisel
izlenimimi belirtmem gerekirse, Nuri Bilge Ceylan'daki Tarkovski
etkisinin Kış Uykusu filminde biraz azalmış olduğunu, bunun
nedenleri arasında sinemanın sınırlarını zorlama isteği olsa
bile, belki daha da çok, söze daha çok yer vermesi, anlatmak
istediği konunun ve seslenmek istediği kesimlerin yarattığı
gizli etkinin bulunabileceğini düşündüğümü söylemeliyim.
....
Tarkovski'nin Aralık
1986'da ölerek Paris'ten uzak olmayan Sainte-Geneviève-des-Bois
mezarlığına gömüldüğünü, Yasujiro Ozu'nunsa mezarının
Japonya'da olduğunu söyleyen María Fadeeva, iki yönetmenin
çalışmalarının ve gerçekliğe bakışlarının önemli ölçüde
ilişkili olduğunu belirtiyor, hatta Wim Wenders'ın Arzunun
Kanatları'nı François Truffaut ile birlikte Tarkovski ve Ozu'ya
ithaf ettiğini söylüyor. (6) Sanatlog'da Andrei Tarkovski’ye
Göre En İyi 10 Film listesinde Robert Bresson, Ingmar Bergman, Luis
Buñuel, Charles Chaplin, Kenji Mizoguchi, Akira Kurosawa, Kenji
Mizoguchi adları yer alıyor. (7)
Hakan Bilge, "Sinemada
Savaşın Çocukları" yazısında savaşın yıkımlarının
çocukluk görüntüleriyle biçimlendirilerek işlendiği İvan'ın
Çocukluğu filminden de söz ediyor, Tarkovski'nin bu filmindeki
cepheden cepheye haber taşıyan, ölümlere teğet geçen İvan'ın
öyküsünün kimi zaman sürreal boyutlara da ulaştığını
belirtiyor. (8)
....
Ömer İzgec, "Edebiyat
Bir Hiç Değildir" başlığı altında Ayhan Geçgin'in
hayatın içinde anlam bulan, okuyucusuna üstten bakmayan felsefi
anlatıları ve her cümlesi üzerinde uzun uzun çalıştığı
belli olan metinlerinden söz ederken bir karakterinin Albert
Camus’nun yabancısıyla, Yusuf Atılgan’ın Zebercet’iyle,
Kafka’nın ve Dostoyevski’nin karakteriyle aynı eksende yol
aldığını belirterek Son Adım’daki şehirde doğmuş ama asla
şehirli olamamış Ali İhsan karakterindeki gösterişten uzak,
ilmek ilmek işlenmiş ve her şeyden önemlisi diliyle ahenk
içindeki anlatımın sinemadaki karşılığının Tarkovsky,
Kieslowski ve Nuri Bilge Ceylan olarak gösterebileceğine değiniyor.
"Ali İhsan düşünür, hep kendi içine konuşur. Böylesi
“olaysız”, felsefi tınılar taşıyan ağır bir anlatının
etrafında konuşlanmış hendeklerden biri olan yeknesaklığa
düşmeden yol almak ise gerçek bir hüner işidir. Geçgin Son
Adım’da bazı bazı bu hendeklerin yamacına değin sürüklenmesine
karşın ustalıkla anlatısını sürdürmeyi beceriyor." (9)
....
Mehmet Emin Yıldırım'ın
atölye çalışması ve “Sinema ve Tarkovski” seminerleriyle
ilgili olarak aşağıdaki başlıklar geçiyor:
Tarkovski ve Din
Tarkovski
ve Metafizik
Sinema
ve Din (Metodolojisi ile İslam Tasavvufu Yaklaşımı)
Sinema
ve Zaman
Zamansızlık
Disiplini ve Kuant Dünyası
Sinema
ve Mekan
Sinemada
Mekansızlık Algısı
Sinema
ve Görsel, İşitsel Deneyim
Sinema
ve Oyunculuk (Stanislavski Yöntemi ve Tarkovski Eleştirisi)
Sinema
Filmlerinde Görüntü Birimlerinin Analizi
Ses
Birimlerinin Sinema Üzerine Direkt Etkileri
Sinema
ve Montaj
Sinema
ve Sanat (Müzik, Mimari, Resim, Heykel- İçerik ve Biçim
Ayrışması)
Sinemada
Montaj ve Sergey Eisenstein
Sinemada
Montaj ve Andrei Tarkovski
Sinemada
Montaj ve İnsani Duygu- Jean-Luc Godard- Robert Bresson
Sinema
ve Filosofya- Zihin Felsefesi
Tarkovski-
Ingmar Bergman- Robert Bresson- Michelangelo Antonioni Benzerlik ve
Farklılıkları
Tarkovski
ve Türk Sineması
Tarkovski
ve Yeni Türk Sineması Ekolü (Pratik Örnekler)
Tarkovski-
Semih Kaplanoğlu- Nuri Bilge Ceylan – Zeki Demirkubuz- Reha Erdem
Benzerlik ve Farklılıkları
Tarkovski
ve Mit- Kültür- Toplu Bilinçaltı
Tarkovski
ve Mehmet Emin Yıldırım (Hıristiyan ve Müslüman Kültür
Farklılıkları)
Sinema,
Sanat ve Hakikat Problemi
Sinema
ve Otör Yönetmenin Bireysel İlkesi
Çalışmada Tarkovski’nin
kısa metraj ve orta metraj filmlerinin İnceleneceği belirtilerek
Ubiitsy- Katiller (1958), Segodnya uvolneniya ne budet- Bugün
Mevzilerimizi Terketmeyeceğiz- (1959), Katok i skripka- Keman ve Yol
Silindiri- (1960), Ivanovo detstvo- (Ivan’ın Çocukluğu), Andrey
Rublyov- (Andrei Rublev), Solyaris, Zerkalo (Ayna), Stalker (İz
Sürücü), Nostalghia (Nostalji)ve Tarkovski’nin Son Filmi-
Offret -(Kurban) listeleniyor. (10)
....
Neden Tarkovski
olamıyorlar?
Kuşkusuz bu sorudan önce
sorulması gereken soru, "Tarkovski olmaları gerekiyor mu?"
olmalı.
Murat Düzgünoğlu'nun
filminin konusu şöyle belirtilmiş:
"Bahadır bin bir
zorluklarla, iki yakası bir türlü bir araya gelmeden film yapmayı
düşünen cesur sinemacılardan biri. Bir tarafta yaptığı işin
ağırlığı altında ezilmemek, hayallerindeki filmi yapmak için
koştururken; diğer taraftan da ailesi, yakın çevresi ve
sevdikleri tarafından durmaksızın bir şeyler yapması için
dürtülüyor. Peki şansları tükenmek üzere olan bu genç
sinemacı ne yapacak? Hayallerine sırt çevirmek pahasına
sevdiklerinin kendisini sokmaya çalıştıkları kalıbı kabul mü
edecek yoksa sinemanın kendince pek de büyülü olmayan dünyasında
ayakta kalmaya çalışmak için çırpınmayı mı sürdürecek?"
(11)
"Neden Tarkovski
Olamıyorum", 21. Adana Altın Koza Film Festivali'nde Yılmaz
Güney Ödülü'nün ve FİLM- YÖN En İyi Yönetmen Ödülü'nün
sahibi olmuş. Film, 2014 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde
En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü almış.
"Tarkovski olmak ya
da olmamak!" başlıklı yazısında Banu Bozdemir Türkiye
sinemasındaki Tarkovski bağlarından söz ediyor:
"Türkiye sinemasının
ünlü yönetmen Tarkovski’yle bir bağı, kimi zaman sorun
düzleminde takıntısı olduğu bir gerçek. Bu bağ festival
filmlerinde ayyuka çıkıyor, sinemanın minimal havuzu bu tarz
filmlerle doldukça doluyor. İlk filmi Hayatın Tuzu’nda oldukça
minimal bir tarzla karşımıza çıkan Murat Düzgünoğlu, Neden
Tarkovski Olamıyorum filmiyle bir adamın, bir yönetmenin izinde
biraz da ülke sinemasının izini sürüyor gibi!" (12)
2015 dünyasında, adında
Tarkovski geçen bir filmin Türkiye'de vizyona girmiş olmasını
ilginç bulduğumu söylemeliyim.
....
Büyülenmiş zaman.
Tarkovski mühürlenmiş
bir zamandan söz ederken Carl Sagan'ın Cosmos'undan esintiler
taşıyor muydu?
Doğa, evren, evrim,
toplum, zamanın göreceliliği, sanatta zaman, mekân, sinema,
fotoğraf, gösteri, edebiyat konularında durmaksızın düşündüğünü,
kendini ve yaşamı kavramak için bu alanlardaki özgünlükleri
çözmeye çalıştığını anladığımız Tarkovski düşlerine
ulaşabilmiş miydi?
Düşlere en yakın sanat
sinema mıdır?
Çocukluğumda tanıştığım
ve yaşamdaki yerim arttıkça azalan düşlerimi düşününce
"Kuşkusuz evet" diyorum. "Düşlere en yakın sanat
sinemadır." Gördüğümüz ve henüz görmediğimiz düşlere.
Düşlerde de bir mekân
tasarımı, her biri ayrı anlamlar taşıyan kişiler, beklenmedik
olağanüstülükler, her ayrıntının dayandığı gizli temeller,
yaşanmış ve yaşanmamış sorunlar, anlaşılması ve anlatılması
istenenler vardır. Görülerek, duyularak, koklanarak, tadılarak,
dokunularak ulaşılmış tüm geçmiş izlere sezgiler ve boşlukta
uçuşan sözcükler eklenir. Seçimler yapılır. Kararlar verilir.
Çatışmak ya da
çatışmamak. Olmak ya da olmamak. Düşünüyorum, öyleyse varım.
Bedenim yoksa aklım da yoktur. Çelişkiler dünyayı ve yaşamı
sürekli besler, yürütür.
Adlar yaşamları, dünyaya
bakışları simgeler. Tarkovski, Nuri Bilge Ceylan, Recep İvedik,
Çehov, Sabahattin Ali yalnızca kitaplar ve filmler değildir.
Yapıtlar, ancak arkalarındaki birikimin ve yapılan seçimlerin
açtığı yoldan giderek insanla ve evrenle bağlarını
kurabilirler.
Kör inançlara mı
düşüncenin onurlu gücüne mi, evrenden kopup uyuşmaya mı her
gizli noktanın peşine düşecek sonsuz bir enerjiye mi, karanlık
sonlara bir an önce varmayı amaçlayan ölümseverliğe mi doğanın
tadına vardıkça büyüyecek bir yaşama sevincine mi
bağlanılacaktır?
Zamanın büyüsü böyle
sorularla hissedilir. Verilen yanıtlar ya insanı hafifletir, tatlı
bir esintiyle aydınlık gelecek arayışlarının peşine gönderir.
Ya da onu ağırlaştırır,
ağırlaştırır, çevrede katı ve kötü olan ne varsa çekecek
karanlık bir deliğe dönüştürür.
....
Tarkovski sinemada yaşamın
dolaysız yansımasının bulunduğunu söylüyor.
Yaşananların tümünün,
er ya da geç, evrensel bir sinemada yansıyıp ölümsüzleşeceği
söylenebilir mi?
Bir gün bir başka Nuri
Bilge Ceylan çıkıp 21. yüzyılda inançları adına akıl almaz,
insanlığa sığmaz işleri yapmaya kalkanların gizli dünyalarına
bir ayna tutabilir mi? Başkalarının onları, onların dünyayı
görmesini sağlayacak, belki hepsinin birden bu korkunç acılardan
kurtulması için de bir yol açacak bir film kendi çağında
yapılabilir mi? Yoksa yeni bir Tarkovski için yüzyıllarca
beklenmesi mi gerekir?
Yazarların iki yaşı
vardır. Biri öldükleri tarihle belirlenen gerçek yaşları,
diğeri evrende son canlıya duygu ve düşüncelerinin
derinliklerini aktarabilecekleri son anla belirlenecek olan
ölümsüzlük yaşlarıdır.
Kuşkusuz bu durum, tüm
sanatçılar, yaratıcılar ve üretenler için de geçerlidir.
Yaşama ve insana, doğaya ve evrene sarılmak için atılan her adım
mühürlenmiş zamanın büyüsünde bir iz bırakacaktır.
....
Recep İvedik filmlerinin
milyonlarca kişiye ulaştığı Türkiye'de, Nuri Bilge Ceylan gibi
Tarkovski'nin yolundan giderek yeni yönler bulmaya çalışmak,
arayışların da arayışlarına girmek, yaşamı sorgulayan filmler
yapmak tam olarak ne anlama gelir?
Sanırım bu sorunun
yanıtı, gelişmekte olan sinema sanatının açtığı yollardan
yürüyerek ulaşılacak yerlerin, gelişmiş iletişim olanaklarıyla
daha geniş izleyici kesimleriyle canlı bağlar kurması
sağlanabildiğinde yeni biçimlerde verilebilir.
....
Uzun sayılabilecek bu
girişin ardından "Nuri Bilge Ceylan Filmlerinde Tarkovski
Etkisi" konusuna gelecek olursak, son yorumu yapma hakkının
izleyicilerde olduğunu düşünüyorum. Tarkovski'nin yazdıklarından
esinlenerek anladığımı sandığım bazı düşünce ve kavramlar
var, Nuri Bilge Ceylan'ın bunlardan esinlenmiş olabileceğini
düşünüyorum. Ancak yansıttıklarımın seçimi tümüyle öznel
bir bakış açısıyla yapıldı. Olası bir Tarkovski etkisini
anlamanın ve yorumlamanın yolu, Tarkovski'nin yazdıklarına ve
filmlerine dayanmak, onun yaşadıklarıyla günümüz arasındaki
boşluğu onun temel yaklaşımlarına bağlı kalarak doldurmaya
çalışmak olabilir. Bu konuda metinlerinden ve filmlerinden
seçilerek sinema ustalarının katkılarıyla hazırlanacak
açıklamalı alıntılar yarar sağlayabilir. Aşağıdakiler
Tarkovski'nin Mühürlenmiş Zaman'da anlattıklarından benim
aktarmak (2) istediğim birkaçı:
"Çalışma
ilkelerimin bilincine vardıkça, bildiğim sinema teorilerinden de o
ölçüde uzaklaşıyordum. Aynı zamanda bütün benliğimle bağlı
olduğum sanatın temel yasaları hakkında görüşlerimi dile
getirme arzusu daha da güçleniyordu."
"Filminiz Ayna'yı
izledim. Hem de sonuna kadar. Birazcık olsun bir şeyler
anlayabilmek için epeyce ter döktüm. Filmdeki kişileri, olayları,
anıları birbirine bağlamak için zorladım kafamı. Yarım saat
sonra başıma sancılar girdi." (Leningrad'dan bir inşaat
mühendisi)
"Filminizi anlamak
için tutunacak bir nokta bulamıyorum. Ne özü ne biçimi bana bir
şey ifade ediyor. Bunun sebebi nedir? Sinema konusunda hiç de cahil
sayılmam... Sizin daha önceki İvan'ın Çocukluğu ve Andrey
Rublov isimli yapıtlarınızı da izledim. İkisi de kolay
anlaşılıyordu. Ama bu filmi anlamak mümkün değil. Bence her
gösteriden önce, seyirci onu bekleyen şeye hazırlanmalı. Aksi
takdirde, çaresizliğinden ve yetersizliğinden kaynaklanan bir
bıkkınlığın o yavan tadı ile sinemayı terk ediyor."
(Leningrad'dan bir kadın seyirci)
"Bu film, bu dünyada
yaşayan insanın filmidir; bu insan, bu dünyanın bir parçasıdır,
ama öte yandan bu dünya da onun, bu insanın bir parçasıdır. Bu
öyle bir film ki, insanların yaşamlarıyla geleceğe ve geçmişe
karşı koyuşlarını ve haklarını korumalarını anlatıyor. Bu
filmi yalın bir şekilde izlemek gerekir, Bach'ın müziğine ve
Arseni Tarkovski'nin şiirlerine kulak kabartın yeter! Tıpkı
yıldızları, denizi, güzel bir manzarayı izler gibi..."
(Bilimler Akademisi fizik bölümündeki duvar gazetesinde çıkmış
bir yazıdan)
Andrey Tarkovski
profesyonel eleştirmenlerin açıklama ve yorumlarının, övücü
nitelikte olsalar bile, onu her zaman hayal kırıklığına
uğrattığını söylüyor:
"Bu eleştirmenler
nedense kendi gördüklerine ve yaşadıklarına inanmaktansa,
sıradan sinema teorilerinin basmakalıp görüşlerine ve
tanımlarına bel bağlamaktan kurtulamıyorlar. Filmlerimin
etkisinden henüz kurtulmamış seyircilere rastladığımda ve
yabancı yaşamların itiraflarla dolu mektuplarını okuduğumda
gerçekte ne için çalıştığımı daha iyi kavrıyorum. Ve işte
o zaman gerçekten onaylandığımı hissediyorum."
Tarkovski, bir sanatçının
yalnızca kendisi için bir şeyler yaratabileceği, bir eserden
sanatçının kendisinden başka hiçbir kimsenin yararlanamayacağı
inancında olmadığını vurguluyor. Kurabildiği bağlar için
örnekler veriyor:
"Ayna için çok
teşekkürler. Her şey, aynen çocukluğumdaki gibi... Bunu nasıl
öğrenebildiğinizi merak ettim doğrusu. O zaman da tıpkı böyle
bir rüzgar, böyle bir fırtına esmişti... 'Galka, kediyi dışarı
at!' diye bağıran bir büyükanne... Karanlık bir oda... Gaz
lambası da sönmüştü ve anne yolu gözlemekten sıkışan
ruhlar... Çocukta bilincin uyanması, filminizde ne de güzel
anlatılıyor! Tanrım, her şey ne kadar da doğru... Gerçekten de
annelerimizin yüzlerini tanımıyoruz. Ve her şey ne kadar da yalın
ve doğal. Biliyor musunuz, o karanlık sinema salonunda,
yeteneğinizin ışıklandırdığı bir perde parçasına bakarken,
hayatımda ilk kez yalnız olmadığımı hissettim." (Gorki
kentinden bir kadın seyirci)
"Sinemaya gidişteki
amacım ise sadece filmi seyretmek değildi. Daha çok birkaç saat
için olsun gerçekten yaşamak, hayatı gerçek sanatçılar ve
insanlarla paylaşmaktı. Her şeyi, bana acı veren, eksikliğini
duyduğum, özlemini çektiğim her şeyi, beni bunaltan veya
sevindiren, beni mahveden ya da bana yaşama gücü veren her şeyi
filminizdeki aynadan izledim. Benim için ilk kez bir film
gerçekliğin ta kendisiydi. İşte tam da bu nedenle gidip filmi
seyrediyorum, çünkü onunla ve onda yaşamak istiyorum."
(Filmini bir haftada dört kez izleyen bir işçi kadın)
Tarkovski kitabının,
"genç ve harikulade sinema sanatının sunduğu, ama henüz tam
anlamıyla keşfedilmemiş olanaklar yığını içinde"
kendisine bir yol bulma zorunluluğunun bir sonucu olduğunu
söylüyor. Kitabın günlük olarak tuttuğu notlara, verdiği
konferanslara, Andrey Rublov'un çekimi sırasında öğrenci olarak
bulunan ve film eleştirmeni olduktan sonra da ilişkisini sürdüren
Olga Surkova ile yaptığı konuşmalara dayandığını belirtiyor.
"Bütün bu
anlattıklarımdan da anlaşılacağı gibi Bogomolov'un öyküsünün
içeriği benim için akla yatkın bir çıkış noktasından başka
bir şey olamazdı. Bir anlamda bu çıkış noktasının özünü
oluşturacak olan ise benim, çekilecek film hakkındaki kişisel
görüşlerimdi." (İvan'ın Çocukluğu, "Vladimir
Bogomolov'un öyküsünde beni çeken neydi?")
"Sinemada beni çeken,
alışılmamış şiirsel bağlantılar, şiirselliğin mantığıdır.
Kanımca bu, bütün diğer sanatlar içinde en gerçekçisi ve en
şiirseli olan sinemanın olanaklarına da çok uygun düşmektedir."
"Düşüncenin
oluşumu ve gelişimi belli yasaları izler. Kanımca, şiirsel
mantık, hem düşünce geliştirmenin yasalarına hem de genel
olarak yaşamın yasalarına klasik dramaturjinin mantığından çok
daha yakındır."
"Şiirsel
bağlantılar, büyük bir duygusallık yaratarak seyirciyi aktive
eder. Ne hazır bir sonuç sunduğu ne de yazarın katı
talimatlarına dayandığı için seyircinin yaşamı tanıma
faaliyetine katılmasını sağlar."
"Karmaşık bir
düşünce ve şiirsel bir dünya görüşü, asla, ne pahasına
olursa olsun, fazla açık, herkesçe bilinen olgular çerçevesine
sıkıştırılmamalıdır."
"Sanatçının
seyirciyi algılama sürecinde kendisiyle eşit bir düzeye
çekebilmesinin tek yolu, seyircinin tek başına, kendi
düşüncelerini de katarak, filmin parçalarından yeni bir bütün
oluşturmasını sağlamaktır."
"Şiir benim için
bir dünya görüşü, hakikatle ilişkimin özel bir biçimidir. Bu
açıdan bakıldığında, şiir, insanlara bütün yaşamı boyunca
eşlik eden bir felsefeye dönüşür."
"Kanımca gelişim
içinde sinema, yalnızca edebiyattan değil diğer sanat dallarından
da ayrılacak ve giderek daha bağımsız hale gelecektir."
"Aslında diğer
sanat dallarına ait olan, ama film yönetmenlerinin bir türlü
kullanmaktan vazgeçmedikleri bir takım özgün ilkeler sinemaya
belli ölçülerde yerleşmiştir. Bunun sonucunda sinema; edebiyat,
resim ve tiyatro gibi dolaylı etkilere dayanmadan kendi araçlarıyla
doğruları açıklama yetisini kaybetme tehlikesiyle karşı
karşıyadır."
"Başka sanat
dallarına ait özelliklerin beyazperdeye aktarılması filmin
sinematografik özelliğini zedeler ve özgün bir sanat olarak
sinemanın muazzam kaynaklarına dayanan çözümler bulmasını
zorlaştırır. Bu gibi durumların en kötüsü de yönetmenle yaşam
arasında bir uçurum oluşmasıdır."
"Genelde bir
yönetmenin başarısızlığa uğramasının altında onun
kontrolsüz ve zevksiz bir saplantıyla çok anlamlılık peşinde
koşması yatar; insan davranışlarına varolan değil kendince
gerekli, zorlama bir anlam yükleme çabası yatar."
"Bir sanat eseri: Bu,
her şart altında, düşünceyle biçimin organik birliği
demektir."
"Başyapıtlar ahlak
ideallerini ifade etme çabasından doğarlar. Bir sanatçının
hayal gücünü ve duygularını belirleyen odur. Sanatçı eğer
yaşamı seviyorsa, onu tanımak, değiştirmek ve daha iyi olması
için katkıda bulunmak zorunluluğunu da içinde duyacaktır."
"İnsan hayatının
öyle yönleri vardır ki, bunlar ancak şiirsel araçların
yardımıyla oldukları gibi yansıtılabilir. Buna rağmen film
yönetmenleri sık sık şiirsel mantığın yerine kaba bir
tutuculukla teknik yöntemleri kullanmakta ısrar ediyorlar."
"Sanat ve bilim,
dünyaya sahip olma biçimleri; insanın sözümona mutlak gerçeğe
giden yol üzerinde bilgi edinme biçimleridir."
"Sanatta insan,
gerçeği, öznel deneyimler sonucu sahiplenir. Bilimde ise insan
bilgisi, sonu olmayan bir merdivenin basamaklarını tırmanır ve
atılan her adımla dünya hakkındaki bilgiler yerlerini yenilerine
terkeder."
"Sanat, sanatçının,
güzelliği ve çirkinliğiyle, insaniyeti ve acımasızlığıyla,
sonsuzluğu ve sınırlılığıyla dünyanın tüm yasalarını
sezgisel olarak yakalama arzusu şeklinde ortaya çıkar."
"Sanat herkese
yönelir, herkes tarafından hissedilebilen bir etki oluşturmayı,
duygusal sarsıntı yaratmayı ve kabul edilmeyi umar."
"Şair, bir çocuğun
hayal gücüne ve ruhsal yapısına sahip insandır. Hangi dünya
görüşünü savunursa savunsun, dünyadan edindiği izlenim
dolaysızdır; yani sanatçı dünyayı tanımlamaz, dünya onundur."
"Güzel, gerçeğin
peşinden koşmayanlardan kendini gizler."
"Goethe, bir kitap
okumak bir kitap yazmak kadar zordur, derken son derece haklıydı."
"Büyük şairlerin
eserlerini insanoğlu daha henüz okuyamadı, onları ancak büyük
şairler okuyabilir."
"Her doğal organizma
gibi sanat da birbiriyle çelişen öğelerin mücadelesi sonucu
yaşar ve gelişir."
"Vaaz vererek
öğretmek benim işim değil, sanat zaten başlı başına bir
öğrenme sürecidir. Benim işim, yaşayan görüntüler
aracılığıyla konuşmaktır, yargılar aracılığıyla değil.
Hayatı, hayat olarak ele almalı, asla ucuzlatmamalıyım."
(Gogol'un, romantizm öncesi dönemin Rus şair ve çevirmeni Vassili
Şukovski'ye yazdığı satırlar)
"Bir sinemacı, ancak
kafasındaki tasarıları hakkında açık bir fikre sahip olduğu ve
bunları, ekibiyle çalışmaları sırasında gerçekten hiç
kesintiye uğratmadan, aynen uygulayabildiği zaman yönetmen
sıfatını taşımaya hak kazanır."
"Bir sanat olarak
filmin temel taşı, olgusal biçimleri ve görüntüleri içinde
kaydedilmiş zamandır."
"Bir heykeltraş
nasıl içinde, ortaya çıkaracağı heykelin şeklini hissederek
mermer parçasından bütün gereksiz ayrıntıları yontup atıyorsa
sinema sanatçısı da dev boyutlu, ayrıntıları belirlenmemiş
yaşamsal olgular bütününden bütün gereksiz şeyleri ayıklayarak
geride yalnızca yapacağı filmin bir ögesi, sanatsal bütünün
değişmez bir anı olmasını istediği şeyleri bırakır."
"Sinema, hayatın
özgül bir parçasını, dünyanın henüz kavranamamış bir
boyutunu, diğer sanatlar tarafından da ifade edilememiş bir
boyutunu yansıtmak üzere doğmuştur."
"20. yüzyılda
insanın toplumsal olaylara katılma oranı görülmedik derecede,
neredeyse ölçülemeyecek derecede yükseldi: Sanayi, bilim, ekonomi
ve diğer pek çok hayat alanı insanı, sürekli biçimde çaba sarf
etmeye, yorulmak bilmeksizin dikkatini bir noktada yoğunlaştırmaya
zorlamaktadır, yani her şeyden önce insandan zamanını
çalmaktadır."
"Sanatın tadına
varmasını bilen bir insan en sevdiği yapıtları kendi
eğilimlerine göre seçmiş ve sınıflamıştır."
"Dostoyevski'nin bir
keresinde demiş olduğu gibi, hayat insanın tahmininden çok daha
harikadır."
"Filmsel görüntü
göze uygun bir dört boyutlulukta cisimleşir."
"Büyük sanatsal
başyapıtlar doğaları gereği değişkendir birbirinden apayrı
sayısız inceleme şekillerine olanak sağlarlar."
"Oyuncusuz, müziksiz,
dekorsuz, hatta kurgusuz bir film kolaylıkla tasavvur edilebilir.
Bir planında zamanın akışını sezemediğimiz bir film asla
düşünülemez."
"Tek öğrenilemeyen
şey bağımsız olarak, saygın bir biçimde düşünebilmektir.
Tıpkı kişilik sahibi olmanın öğrenilemeyeceği gibi."
"İlkelerine bir kere
ihanet eden bir insan bir daha hayata karşı lekesiz bir tavır
alamaz."
"Bir senaryo ne kadar
filmselse, edebi başarı sağlama umudu o kadar azdır."
"Bir senaryoda,
edebiyat ya da düzyazı olma iddiasını taşıyan en ufak bir nokta
bile filmin oluşturulma süreci içinde kararlı ve tutarlı bir
biçimde ayıklanmalı ve yeniden işlenmelidir. Edebiyat, sinema
sanatı içinde eritilmelidir."
"Bir düşüncenin
gerçekleştirilmesinde çalışan insanlar, farklı karakterlerde,
yaratılışta ve yaşta olsalar da, aynı heyecanı paylaşan tek
bir ailenin fertleri olmayı başarırlarsa dağları
devirebilirler."
"Bir yönetmen
oyuncusunu istenilen duruma sokarken yanlış bir notanın araya
sızmamasına çok dikkat etmek zorundadır."
"Aslında oyuncu
kimsenin oynayamayacağı bir ruhsal durum içinde bulunmalıdır."
"Bir yönetmen,
'şiirsel', 'entelektüel' ya da 'belgesel' biçem üzerinde değil,
yalnız ve yalnız, kendi düşüncesini tutarlı bir şekilde sonuna
kadar götürmek üzerinde kafa yormalıdır."
"Esas anlamıyla
sinema, düşünmenin ancak bir biçimini tanır: Birleştirilemezi
ve çelişkiyi birleştiren, sinema sanatını yazarının düşünce
ve duygularıyla özdeşleştiren şiirsel düşünce tarzı."
"Sinemanın 'oynayan'
oyunculara ihtiyacı yoktur."
"Sanat, doğası
gereği aristokrattır ve dolayısıyla halkın arasında bir tür
seçmeye başvurur."
"Sanatçı, zamanı
ve dünyayı eksiksiz kavrayan bir kişi olduğundan, gerçekle
ilişkilerini tam olarak yansıtamayan ve dile getiremeyen insanların
sesi olur."
"Düşüncelerini
gerçekleştirmeye kalkışan bir sanatçı, eserleriyle ilgilenecek
birinin mutlaka varolduğu inancını taşımasa, bu işe hiç
girişmezdi."
"Thomas Mann'ın da
belirttiği gibi, büyük sanat eserlerinin her zaman çift yönlü
ve çift anlamlı, tıpkı hayatın kendisi gibi belirsiz ve çok
boyutlu olmaları bu görüşün geçerliliğini daha da
artırmaktadır."
"Şair, gerçek
eserlerinde hep halkçıdır. Ne yaparsa yapsın, yaratıcılığında
hangi amaçları ve düşünceleri güderse gütsün, istesin ya da
istemesin, mutlaka halkın karakterinin doğal gücünü ifade eder;
bunları bu halkın kendi tarihinden daha derin ve belirgin bir
şekilde dile getirir." (Herzen)
"Sanatçı kendine
sadık, günlük değer yargılarından uzak kaldığı sürece,
halkın hem algılama düzeyini yaratır, hem de bunu yükseltir. Bu
yolla artan toplumsal bilinç ise, yeni sanatçıların doğmasına
yol açacak o toplumsal enerjiyi biriktirir."
"Sanatçı, eseri ve
onu algılayanlar ayrılmaz bir bütün, tek bir kan dolaşım
sistemine bağlı bir organizma oluşturur."
"Her birimiz, mümkün
olduğu kadar çok insana yakın ve onlar için gerekli olmak, onlar
tarafından kabul edilmek isteriz."
"Bütün sanatçılar,
gizli ya da açık, halkla bir ilişki kurma, onlar tarafından
anlaşılma umudu taşımaları ve uğradıkları her başarısızlığın
altında ezilmeleriyle birbirlerine benzerler."
"Sanatı
özümleyebilmek için çok az şey gereklidir. Yalnızca uyanık ve
duyarlı bir ruh yeter de artar bile, yeter ki güzele ve iyiye açık,
estetik öze doğrudan ulaşma yeteneğine sahip olsun."
"Ben halkımın bir
parçasıyım. Aynı topraklar üzerinde yurttaşlarımla birlikte
yaşadım ve onlarla -yaşımla orantılı olarak- aynı tarihi
deneyimleri edindim, aynı yaşam süreçlerini gözlemledim ve
yansıttım."
"Sinema sanatı,
henüz kendi dilini aramayı sürdürüyor, zaman zaman bu dilin
yakınlarında gezinip duruyor, ama o kadar... Özgün bir sinema
dili sorunu bugüne kadar henüz çözümlenemedi."
"Biz sanatçıların
taşıdığı tek sorumluluk, kendi yapıtlarımızın düzeyini
yükseltmektir. Bir sanatçı, kendisini ilgilendiren her şey
hakkında, içtenlikle ve kararlılıklar görüşlerini açıklar."
"Dilin aracılığına
gereksinimi olmayan sinemayı ve müziği bu anlamda dolaysız
sanatlar arasında sayıyorum. Bu temel ve tayin edici özellik,
müzik ve sinemayı birbirine yaklaştırırken her şeyin dil
aracılığıyla ifade edildiği edebiyatla aralarındaki aşılmaz
uzaklığın da nedenlerini sergiler. Bir edebiyat eserinin
algılanması tamamen bir simge, sözcükle temsil edilen bir kavram
aracılığıyla gerçekleşir. Oysa film ve müzik, bir eserin
dolaysız ve duygusal algılanmasına açıktır."
"Bin kez okunan bir
kitap bin ayrı kitaptır."
"İnsanların büyük
çoğunluğunun estetik, hatta zaman zaman da ahlaksal
vurdumduymazlığının nedenleri nedir? Bunun sorumlusu kimdir? Bu
insanları bir yüceliğe, bir güzelliğe, bir tinsel coşkuya
ulaştırmanın yolu yok mu?"
"Özellikle ticari
sinemayla arasındaki bu rekabet, yönetmene seyircileri adına özel
bir sorumluluk yüklemektedir. Zira sinemanın kendine özgü etkisi
(yani filmle yaşamın birbirine eş tutulması) yüzünden en saçma
ticari çöpler bile eleştirel ve talepkar olmayan seyirci üzerinde,
gerçek sinema sanatının iddialı sinemaseverler üzerinde
yarattığı etkinin aynısına yol açar. Aradaki tayin edici, daha
doğrusu trajik farklılık, sanat sinemasının seyircilerde
duygular ve düşünceler uyandırabilmesi, buna karşılık kitle
sinemasının belirgin tek yanlılığı ve etki peşinde koşmasıyla
seyircisinde varolan son düşünce kırıntısını da silip
süpürmesidir."
....
"Recep İvedik
Filmlerindeki Tarkovski Etkisi" konusunu işlemekse, ilk anda
sanılacağının tersine çok daha uzun, zor ve ek çalışma
isteyen bir ön hazırlık sürecini gerektirebilir, beni tümüyle
aşabilir. Bu yüzden, Tarkovski'nin söyledikleri ve aktardıkları
arasında görebildiğimi sandığım ipuçlarından birkaçını
yansıtmakla (2) yetinmeliyim. Öte yandan, "Nuri Bilge Ceylan
Filmlerinde Tarkovski Etkisi" bölümünde yer alan yukarıdaki
alıntılar da Recep İvedik filmleri açısından yorumlanabilir.
"Seyircilerin,
filmlerimle kendilerine aktardığım olayları kavrama istekleri ve
sayısız sorulara cevap arayışları, benim sinema ve genel anlamda
sanat hakkındaki çelişki dolu ve düzensiz düşüncelerimi yerli
yerine oturtmama neden oldu."
"Sinema türünden
söz edildiğinde, genelde ticari yapımlar, durum komedileri, kovboy
filmleri, psikolojik durumlar, polisiyeler, müzikaller, korku ve
felaket filmleri, melodramlar kastedilmektedir. Ama bütün bunların
sanatla yakından uzaktan bir ilgisi var mıdır?"
"Sinema türünden söz edildiğinde kastedilen ticari yapımlar için bunlar kitlesel iletişimdir, tüketim mallarıdır demek belki de daha doğrudur. Sinema sanatına, artık ne yazık ki her yerde raslanılan bu biçimler, dışarıdan, ticari çıkarlar tarafından benimsetilmeye çalışılmaktadır."
"Gülünç olmak
demek birinin gülmesini sağlamak demek değildir. Aynı şekilde
acındırma duygusu uyandırmak da seyircinin gözyaşı kanallarını
harekete geçirmek olamaz. Bir abartma ancak, eserin tümünü
kapsayan yapı ilkesi olarak, görüntü sisteminin bir özelliği
olarak mümkündür, yoksa yöntemlerinden biri olarak değil."
"Ticari filmlerde ve
sıradan televizyon yapımlarında tutturulan ortalama ölçü
izleyicinin gerçek sanatla ilişki kurma olanaklarını büsbütün
yok ederek beğenilerini bağışlanamaz ölçülerde
mahvetmektedir."
"Seyircisini
gerçekten sayan bir sanatçı onun kendisinden daha aptal olmadığını
bilir."
"Bir zamanlar Goethe,
zekice bir cevap almanın şartı, zekice bir soru yöneltmekten
geçer demişti. Sanatçı ile seyirci arasında gerçek bir iletişim
de ancak iki taraf da aynı kavrayış düzeyine sahipse
gerçekleşir."
"Kötü zevkinden
dolayı bütün suçu da seyircinin üzerine atmak doğru değildir,
çünkü yaşam bize estetik ölçütlerimizi mükemmelleştirmede
fırsat eşitliği tanımamaktadır."
"Seyircisinin hoşuna
gitmek isteyen, zevk ölçütlerini olduğu gibi benimseyen bir
insanın seyircisine saygısı yoktur. Bu tutumunun tek bir anlamı
olabilir, o da, seyircisinin cebindeki paraları kendi cebine aktarma
isteğidir."
"Sinemanın kendine
özgü etkisi (yani filmle yaşamın birbirine eş tutulması)
yüzünden en saçma ticari çöpler bile eleştirel ve talepkar
olmayan seyirci üzerinde, gerçek sinema sanatının iddialı
sinemaseverler üzerinde yarattığı etkinin aynısına yol açar.
Aradaki tayin edici, daha doğrusu trajik farklılık, sanat
sinemasının seyircilerde duygular ve düşünceler uyandırabilmesi,
buna karşılık kitle sinemasının belirgin tek yanlılığı ve
etki peşinde koşmasıyla seyircisinde varolan son düşünce
kırıntısını da silip süpürmesidir."
....
Türkiye'den, Irak'tan, Suriye'den, İran'dan, Avrupa ve Amerika'dan, Avustralya'dan, Asya ve Afrika'dan, hatta penguenlerin yaşadığı Antarktika'dan...
Tarkovski'nin gözleriyle
Recep İvedik ve Nuri Bilge Ceylan filmlerine bakarsak ne görürüz?
1. Hakan Bilge, Kış Uykusu (2014, Nuri Bilge Ceylan), http://www.sanatlog.com/sanat/kis-uykusu-2014-nuri-bilge-ceylan/
2. Mehmet Arat,
Kitap Arkası: Mühürlenmiş Zaman,
http://kitapdili.blogspot.com.tr/2015/02/muhurlenmis-zaman.html
3. SinemaTürk,
Gelmiş Geçmiş, http://www.sinematurk.com/gise/gelmis-gecmis/
4. Nuri Bilge
Ceylan, Kış Uykusu (2014),
http://www.sinematurk.com/film/49336-kis-uykusu/
5. Güney Birtek,
Nuri Bilge Ceylan Sinemasında Sadeliğin Önemi ve Kış Uykusu
Üzerine,
http://www.sinematopya.com/2014/07/nuri-bilge-ceylan-sinemasinda-sadeligin-onemi-ve-kis-uykusu-uzerine.html
6. María Fadeeva,
Andrei Tarkovsky: The filmmaker who saw an angel,
http://rbth.co.uk/articles/2012/04/05/andrei_tarkovsky_the_filmmaker_who_saw_an_angel_15259.html
7. Andrei
Tarkovski’ye Göre En İyi 10 Film,
http://www.sanatlog.com/sanat/andrei-tarkovskiye-gore-en-iyi-10-film/
8. Hakan Bilge,
Sinemada Savaşın Çocukları,
http://www.dergisanat.com/wordpress/sinemada-savasin-cocuklari-hakan-bilge-201205.html
9. Ömer İzgec,
Edebiyat Bir Hiç Değildir,
http://birgunkitap.blogspot.com.tr/2013/09/edebiyat-bir-hic-degildir-omer-izgec.html
10. Mehmet Emin
Yıldırım, “Sinema ve Tarkovski” Seminerleri,
https://mehmeteminyildirim.wordpress.com/mehmet-emin-yildirim-ile-sinema-ve-tarkovski-seminerleri/
11. Murat
Düzgünoğlu, Neden Tarkovski Olamıyorum (2015),
http://www.beyazperde.com/filmler/film-231007/
12. Banu Bozdemir,
Tarkovski olmak ya da olmamak! Beyazperde eleştirisi: Neden
Tarkovski Olamıyorum,
http://www.beyazperde.com/filmler/film-231007/elestiriler-beyazperde/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder