Sevgililerin devletinde
ucubeler olabilir mi?
Biraz zor bir soru
sanırım. Öncelikle sevgililerin bir devleti olup olamayacağını
düşünmek gerek. Bilginin egemen olamadığı toplumlarda inançlar
ve kör bağlılıklar, karşılıksız sevgiler önceliklidir.
Halklar devletlerini sever ama nedense devletler bir türlü
halklarıyla barışmaz. Gelişmiş toplumlarda bile tanımlanabilir
çıkarlar yaşama damgasını vurur.
Olur da sevgililere
hoşgörüyle bakacak, sevmekten korkmayacak bir devlet çıkarsa, bu
devletin topraklarında ucube tanımlamaları yapılabilir mi?
Peki sevgililerin devleti
olabilir mi?
Başkalarını kontrol
etmek ve kendine yakın gördüklerinin çıkarlarını korumak için
yaşayan bir organizma sevebilir mi? Dünyanın herhangi bir yerinde,
adında devlet olup gelişmiş denen güçlü Batı ve Doğu ya da
önünün açılmasını isteyen İslam adına, çıkar bütünlüğünü
korumak ya da herhangi bir düşünce inanç amaç için gözünü
kırpmadan başkalarına her türlü kötülüğü yapabilecek bir
mekanizma savunulabilir mi?
Yaşama karşı ölümü,
yaşatmaya karşı öldürmeyi, sevmeye karşı nefreti seçmek
dünyanın ve doğanın hangi yasasıyla, dinlerin ve ideolojilerin
hangi ilkesiyle açıklanabilir?
Dünyada sevebilen bir
devlet, her türlü bencilliği ve çıkar hırsını aşabilmiş
ilkeli bir düşünce sistemi var mıdır?
İnsan hakları, evrensel
hukuk sistemi ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri, bireyleri devlete
karşı korumak için yeterli olur mu?
Peki gelecek nasıl
korunabilir, kısa dönemli çıkar hırsları yüzünden geleceğin
çocuklarının yaşamlarının şimdiden karartılmasının nasıl
önüne geçilebilir?
Yaşamın amacı doğayı
ve insanı korumak mıdır, devleti korumak mı?
Gulyabaniler ucube midir?
....
"Ucube" gibi
sözlüklerden ve tarihin derinliklerinden kolay çıkmayacağı
sanılan bir tanımlamanın 21. yüzyılda böyle uluslararası bir
üne kavuşması, Türkiye'nin halklarla barışacak, gücünü
yitirme korkusuyla sürekli bir baskı aracına dönüşmeyecek,
kendini dar grupların değil insanlığın ve doğanın çıkarlarını
korumak için değiştirip yenileyebilecek bir yönetim anlayışından
henüz çok uzak olmasının bir sonucu olabilir mi?
Mehmet Aksoy'un heykelinin
serüveniyle ilgili yazmayı daha önce düşünmüştüm. Gittikçe
azalan yeşil alanlardan birinde yükselen yeni görkemli saray
estetik yönüyle olmasa bile büyüklüğüyle Nazi dönemindeki
gücün ve iktidarın simgesi heykelleri çağrıştırdığında,
bireyselliğin ve eşitliğin önem kazandığı bir çağda içine
düştüğümüz bu durumun nedenlerini anlamakta zorluk çektim.
Karmaşık sorunlarla boğuşan bu topraklarda insanların iş ve
insanca yaşam sorununun çözümüne bir katkı sunmadan her yeri
kaplayan dev bloklar gibi, barışın ve insanlığın önünde dev
bir engel gibi yükselen bu yapı da gözüme garip göründü.
"İnsanlık Anıtı" için ucube deniyorsa, 21. yüzyılda
yapılan gösteriş yapıları nasıl adlandırılmalıydı?
Mehmet Aksoy'un heykelinin
başına gelenlerin nedeni neydi? Dünyada dev yapıları göğe
yükseltmek için yapılan yarış nasıl başlamıştı?
Taipidos'lar yeşil barış ülkelerinin çocuklarını niçin
sevmiyordu? (1) Binlerce yıl önce yükselen piramitlerin, yüzlerce
yıl önce yapılmış imparatorluk saraylarının, yirminci yüzyılın
karanlık yıllarında Almanya'yı kaplayan dev heykellerin
benzerleri yapılabilir miydi yeni yüzyılda?
Öz ve biçim nasıl
biçimlendirirdi birbirlerini ve kendilerini? Madde ve ruh her çağda
farklı bir ilişki mi kurarlardı? Yapıtın malzemesi mi, ona
verilen biçim mi önemli olurdu? Bu karmaşık ilişkiler
çerçevesinde maddenin değişim sürecinin bir anı
kalıcılaştığında karşıdaki insan üzerinde nasıl bir etkisi
olurdu? Dev yapıları yakından bakan küçük birey nasıl görürdü?
Uzaktaki toplum ne der, nasıl yorumlardı?
Bir hareket olur muydu?
....
"Sanki ülkede hiçbir
şey hareket etmiyor ve tüm Şili Pinochet ile birlikte çürüyecek
gibi."
Ömer Türkeş, "Çalınmış
Vals" başlıklı yazısında, Gökkuşağı Günleri’nde Şili
tarihinde dönüm noktası sayılan bir süreci, Pinochet
diktatörlüğünün sonunu getirecek olan halk oylaması sırasında
cereyan eden olayları anlatan Antonio Skarmeta'nın kitabından söz
ediyor. (2)
"1988 yılındayız.
General Augusto Pinochet’nin faşist askeri darbesinin üzerinden
on beş yıl geçmiş ama muhaliflere yönelik baskılar,
tutuklamalar, faili meçhul cinayetler sürüp gidiyor. Hikâyenin
hemen başında böyle bir olaya, lise son öğrencisi Nico’nun
-aynı okulda- felsefe öğretmeni olan babasının sınıfından
alıp götürülmesine tanık oluyoruz."
"Daha önce işkence
gören ve kara listeye alınan ve işsizliğe mahkûm edilen ünlü
reklamcı Bettini başına ne dertler açılacağını düşünürken
hiç beklemediği bir teklifle karşılaşır. İçişleri Bakanı,
ülkenin kaderini belirleyecek referandumda 'Pinochet’ye Evet'
kampanyasını yürütmesini ister Bettini’den, üstelik büyük
bir ücret karşılığında. Benzer bir teklif 16 siyasi eğilimin
yer aldığı muhalefet cephesinden de gelecektir. Bettini fazla
düşünmez, İçişleri Bakanı’nın üstü kapalı tehditinden
ürkmekle birlikte ilkeleri ağır basar ve 'Hayır' kampanyasını
hazırlamak için kolları sıvar."
"Kampanyanın müziği
Raul Alarcon adlı bir sanatçının 'Hayır' sözcükleriyle yeniden
düzenlediği Strauss’un 'Mavi Tuna'sı. Kampanyanın sembolü ise
muhalefetin bütün renklerini simgeleyen gökkuşağı olacaktır.
Ancak neşe üzerine tasarlanan kampanya, Pinochet diktatörlüğün
acılarının canlı tanıklarını hiç de neşelendirmez."
Umutsuz bir ruh haliyle
kendisini sokağa atan Bettini şaşırtıcı sonucu görür:
“Genç bir çift
müziksiz bir valsin piruetleriyle dönüyordu: Yıldızlı bir
gecede çalınmış olan bir valsin anısıyla dans ediyorlardı
sanki. Döne döne ıssız meydanın döşeme taşları üzerinde
ilerlediler, Bettini’ye sürünecek kadar yaklaştıklarında
dansçı kadın şöyle bağırdı: ‘Kazanacağız senyor!
Kazanacağız!’”
Ömer Türkeş, kitapla
ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Yeniden siyasi ve
toplumsal boyutuna dönelim ve Skarmeta’nın Şili özelinden yola
çıkarak modern çağ diktatörlüklerinin ve diktatörlük altında
yaşayan halkların evrensel ruhunu yakaladığını söyleyelim.
Gökkuşağı Günleri’nde anlatılan Şili’nin kayıp anaları,
tacize uğramış kadınları, işkence görmüş gençleri,
aldıkları darbelerden böbrekleri mahvolmuş işçileri, sağır
ihtiyarları, evsiz işsizleri, üniversiteden kovulmuş gençleri,
bilekleri kırık piyanistleri, meme uçları köpeklere parçalatılan
kadınları, kayıp bakışlı memurları, aç çocuklarıyla
Şilililerin hikâyesi."
....
"Savaş bitmişti ve
o tüm etkileyiciliğiyle savaşın izlerini silmek, Amerikan
askerlerini eğlendirmek için tura çıkmıştı. Ingrid Bergman
Paris’teydi. Kısa bir süre için gittiği aşk şehrinde gerekeni
yaptı: Âşık oldu. Adamın adı Robert Capa’ydı. Bugün onun
için 20. yüzyılın en önemli foto muhabirlerinden biri
diyebiliriz. Belki de günümüzde bilinen en iyi savaş
fotoğrafçısı."
İpek Özbey, "Bana
Aşık Olma Capa" başlıklı yazısında, Chris Greenhalgh'ın
"Ingrid Bergman'ı Baştan Çıkarmak" adlı kitabından
söz ediyor. (3)
Ingrid Bergman 1982'de,
altmış yedinci doğum gününde son bir kadeh şampanya içtikten
sonra ölmüş. Robert Capa'ysa 1954 yılında Vietnam Savaşı’nı
izleyerek fotoğraf çekerken bir mayına basarak öldüğünde kırk
yaşındaymış.
"1947 yılında
kurulan Magnum Photos’un kurucularından. Ingrid Bergman
fotoğraflarının yanı sıra Orson Welles ve Pablo
Picasso’nunkilerde de imzası olan büyük bir usta. Ama bizim
bahsettiğimiz yıllar bunlardan çok daha önce. 1945. Paramparça
cesetlerin peşinden koşan, bombalarla oyun oynayan bir adrenalin
düşkünü. Mesleğine deli gibi âşık bir adam. Sevgilisini bu
uğurda kaybetmiş, ölümünü izlemiş bir adam yeniden âşık
olabilir mi?"
İpek Özbey bunun
olduğunu, Capa ve Bergman'ı anlatan kitabın da "hiç
sıkılmadan, film izler gibi" okunduğunu söylüyor.
Robert Capa 1913 Budapeşte
doğumlu. Magnum Photos sitesindeki özgeçmişi bir alıntıyla
başlıyor:
"Fotoğraflarınız
yeterince iyi değilse, yeterince yakın değilsiniz demektir."
Robert Capa'nın 3 Aralık
1938'de İspanya İç Savaşı sırasında çektiği 26 fotoğrafla
dünyadaki en büyük savaş fotoğrafçısı olarak
nitelendirildiği, 1947'de Henri Cartier-Bresson, David Seymour,
George Rodger ve William Vandivert ile birlikte Magnum Photos'u
kurduğu, 25 Mayıs 1954'te Life için Thai-Binh'te çekim yaparken
bir mayına basarak öldüğü belirtiliyor. (4)
Sevgililerin devletinde
savaş olabilir mi?
....
İnsanlık Anıtı,
"Mehmet Aksoy tarafından Kars'ta yapılan heykel" olarak
tanımlanmış. (5) Ucube'nin Öyküsü, şöyle özetlenmiş:
"7 Kasım 2005
tarihinde Kars Belediye Meclisi oy birliğiyle Ermenistan'daki
Soykırım Anıtı'na karşı Sukapı Mahallesi'nde İnsanlık Anıtı
yaptırılması kararını aldı. 2006 yılında dönemin Kars
Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu ile heykeltıraş Mehmet Aksoy
arasında sözleşme imzalandı ve Mehmet Aksoy 24,5 metre
uzunluğundaki heykelin yapımına başladı. 23 Aralık 2006'da Kars
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu anıtın yapımına
onay verdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sarıkamış şehitlerini
anma törenleri için gittiği Kars’ta heykeltıraş Mehmet
Aksoy’un yaptığı İnsanlık Anıtı'nı ucubeye benzeterek
anıtın belediye tarafından yıkılacağını ve yerine park
yapılacağını söyledi. 14 Haziran 2011 günü İnsanlık Anıtı
yıkıldı. Önce parçalar halinde kesilerek indirildi."
Mehmet Aksoy'un
açıklamalarına ulaşılabiliyor:
"İnsanları kurşun
askerler gibi karşı karşıya getirirsen, tanımadan etmeden
birbirlerini vururlar. Savaşın acımasızlığı da budur. Savaş
bizi insanlığımızdan çıkarır. İnsanları birbirine düşüren,
kardeşi kardeşe kırdıran şey savaştır. Eğer insan olmak,
insan olma yolunda ilerlemek istiyorsak savaşların olmaması
gerekiyor."
"Bir de Azeri türküsü
vardır: 'Silahları yandırın arşa çıksın tütsüsü, her obada
her bir evde bayram etsin sulh sözü' diye, o da beni çok etkiledi.
Bu bir ağıttır. İşte bunlardan yola çıkarak ikiye bölünmüş,
kendi kendinin karşısındaymış gibi duran mekanik, statik
formlarla örülü bir insan yaptım. Ortadaki boşlukta insanlığa
uzanan bir el var. O el de organik formlarla örülü ve çok farklı
bir anlayışla yapıldı; mekanik, statik, geometrik bir formdan
organik bir el çıkıyor. Altta da insani vicdanı sembolize eden,
her şeyi gören, hafızasında saklayan ve bunun acısını
hisseden, bu acıların gözyaşını döken bir göz var. İşte
bütün bunlar ile yukarıya doğru yükselen bir kompozisyon
oluşturdum. Heykel, karşısında Kars Kalesi olan bir tepenin
üzerinde. Kale de savaşın sembolüdür, savunmayı, nefs-i
müdafayı simgeler. İki anıt birbirine içerik olarak da, yapı
olarak da uyuyor. Ben heykelin kaleye zıt olmasını değil,
birbirlerinin değerini yükseltmelerini, o bölgeye bir derinlik
kazandırmalarını istedim." (6)
Konuyla ilgili toplam 3051
kişinin oy kullandığı küçük bir anket bile yapılmış:
"Başbakan Kars'taki
Mehmet Aksoy heykeli için UCUBE dedi ve YIKILMASINI emretti... Ne
düşünüyorsunuz?” (7)
Sayın başbakanımıza yakışmadı:
|
%6
|
260 Oy
|
Başbakanımız görüş bildirmiştir; burada bir
sorun göremiyorum:
|
%11
|
454 Oy
|
Başbakandır ve bu tür operasyonlara da hakkı
vardır:
|
%5
|
199 Oy
|
Kimse halkın beğenisinin üstünde bir otoriteye
sahip değildir; çok yadırgadım:
|
%15
|
599 Oy
|
Nasıl yani? Başbakanın beğendiği beğenilecek,
beğenmediği beğenilemeyecek mi? Pes doğrusu...:
|
%63
|
2539 Oy
|
Açılan davanın
sonuçlanmasıyla 10 bin lira tazminat kazanan heykeltıraş Mehmet
Aksoy, "Türkiye'de her şeye rağmen adalet sisteminde bir umut
ışığı olduğunu gördük. Asıl sonucu AİHM'den bekliyorum"
demiş. (8)
....
Günün birinde gerçekten
bir ucube heykeli yapılırsa neye benzer? Gulyabaniler gibi
ucubelerin de romanı yazılabilir mi? (9) Gulyabani korkusu gibi,
ucube korkusu da olabilir mi? (10)
1. Mehmet Arat,
Taipidos'un Öfkesi,
http://blog.milliyet.com.tr/taipidos-un-ofkesi/Blog/?BlogNo=454907
2. A. Ömer Türkeş,
Romanlar Arasında/Çalınmış Vals,
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/calinmis-vals-414824
3. İpek Özbey,
Bana âşık olma Capa,
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/bana-asik-olma-capa-414819,
Chris
Greenhalgh, Ingrid Bergman'ı Baştan Çıkarmak,
http://kitaptutkum.blogspot.com/2015/02/ingrid-bergman-bastan-ckarmak-chris.html
4. Robert Capa,
http://www.magnumphotos.com/C.aspx?VP3=CMS3&VF=MAGO31_9_VForm&ERID=24KL535353
5. İnsanlık Anıtı,
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsanl%C4%B1k_An%C4%B1t%C4%B1
6. Lebriz Sanal
Dergi Mehmet Aksoy söyleşisi,
http://mehmetaksoy.com/pPages/pArtist.aspx?paID=627§ion=560&lang=TR&periodID=&pageNo=0&exhID=0&bhcp=1
7. Başbakan
Kars'taki Mehmet Aksoy heykeli için UCUBE dedi ve YIKILMASINI
emretti... Ne düşünüyorsunuz?,
http://www.radikal.com.tr/yasam/basbakan_karstaki_mehmet_aksoy_heykeli_icin_ucube_dedi_ve_yikilmasini_emretti_ne_dusunuyorsunuz-1035774
8. Erdoğan 'Ucube'
için Heykeltraşına 10 Bin TL Ödeyecek,
http://www.bianet.org/bianet/toplum/162756-erdogan-ucube-icin-heykeltrasina-10-bin-tl-odeyecek
9. Hüseyin Rahmi
Gürpınar, Gulyabani-Gönül Ticareti,
http://www.idefix.com/kitap/gulyabani-gonul-ticareti-huseyin-rahmi-gurpinar/tanim.asp?sid=MKVBU8VVS4TI3JDTMLLX
10. Alaattin Onur,
Akyazı'da 'Gulyabani' korkusu,
http://www.milliyet.com.tr/akyazi-da-gulyabani-korkusu-gundem-1920059/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder