Günümüz dünyasını
bir çırpıda anlatmak istesek hangi sözcüğü seçmeliyiz?
En yaygın kullanılan
olmasa ve tüm olup bitenleri açıklamasa da, en azından çok
önemli bir ipucu veren, herkesin bildiği tek bir sözcük bulabilir
miyiz?
Tüm karmaşıklığı,
bilinçli veya amaçsız eklenen sayısız kavramı eleyebilirsek
sanırım tek bir sözcük kalacaktır.
Rekabet.
....
Günümüzde insanlar
kendilerini en çok yazarak mı anlatmaya çalışıyorlar?
"Hayvanlar koklaşa
koklaşa, insanlar konuşa konuşa" sözünde insanlar için
artık "yazışa yazışa" mı demek gerekiyor?
Doğadan biraz daha mı
uzaklaştık? Çevremizi, kendimizi ve birbirimizi anlamamız için
kendi bilincimiz, gördüklerimizi duyduklarımız yetmiyor mu artık?
Çiçeklerin kokusu, dalındaki meyvenin tadı anlamını yitirdi mi?
Dokunmaktan ve dokunulmaktan korkar mı olduk?
Bu çaresizlik içinde mi
kendi çevremize sözcüklerle duvarlar örüyor, milyarlarca harfin
içinde boğulmadan suyun yüzüne çıkmaya, ayakta kalmaya
çalışıyoruz?
Çoğaldıkça anlamını
yitiren yazı dünyasında anlamlı bir iz bırakabilirsek yaşamış
mı olacağız?
Peki doya doya, tadını
çıkara çıkara, sevdiklerimizle paylaşarak geçirdiğimiz yıllar,
sözcükler ve görüntülerle ölümsüzleştirilmediyse yaşanmamış
mı olacak?
Daha çok, daha anlamlı,
daha yoğun, daha dolu dolu yaşadığımızı kanıtlamak için mi
yazıyor, fotoğraflar çekiyor, paylaşıyoruz?
Bu da yeni bir tür
rekabet oyunu mu?
Yoksa umutsuzluğumuzu
unutmanın, bulamadığımız ve göreceğimizi de sanmadığımız
güzellikleri aramanın bir yolu mu?
Ya da okuma yazma bilen ve
İnternet'e erişen herkes artık bir yazar taslağı mı?
Yaşadıklarının ve
eğitiminin izleriyle çizilmiş bir eskiz, sözcükleri işleyip
dünyaya dağıtan bir aracı mı?
Bir insan ne zaman taslak
olmaktan çıkıp kalıcı bir yazara dönüşür?
Yaşadıkları, okudukları
ve bunlarla beslenen kendi dünyası kimsenin yaşamadığı ve
erişemeyeceği bir boyuta ulaşıp bunu ölümsüzleştirmenin güçlü
yollarını bulduğu zaman mı?
Yazdıkları yakın ve
uzak çevresinde onaylandığı zaman mı?
Onaylayanların sayısı
nitelik veya nicelik olarak belirli bir sınır değerin üzerine
çıktığında mı?
Yazı dünyasının en
saygın isimlerinden oluşan adı konmamış gizli bir jürinin
dikkatini çekerek olumlu yanlarıyla tanındığı zaman mı?
Bir yazar yaşamının ve
yazdıklarının taslağı olmaktan çıkabilir mi?
....
DergiSANAT için yazdığım
son yazı Van Gogh sergisinden esinlenmişti:
“Bir resmin içine
girebilmek romanlara katılabilmekten zordur. Sözcüklerin
sıralanmış olması başını ve sonunu ilk anda görmemizi, onları
sırayla izlememizi sağlar. Oysa yeterince eğitimli olmayan göz
resmi bir bütün olarak algılar ve hemen sıkılıp sonrakine
geçer.” (1)
CerModern, sergiyi şöyle
tanıtmıştı:
"Van Gogh Alive, bu
üretken sanatçının 1880-1890 yılları arasındaki çalışmalarını
ve hayat deneyimlerini keşfetme; bugün dünya çapında tanınan
başyapıtlarının birçoğuna imza attığı yerler olan Arles,
Saint Rémy ve Auvers-sur-Oise’da geçirdiği dönem zarfındaki
düşüncelerini, duygularını ve ruh halini yorumlama fırsatı
sunuyor."
Güçlü bir klasik
müzikle senkronize olarak değişen, dev boyutlardaki 3.000’den
fazla Van Gogh görüntüsü; ekranları, duvarları, kolonları,
tavanı ve hatta yeri de dolduran heyecan verici bir gösteri
yaratarak, ziyaretçilerini ünlü ressamın eşsiz tarzını
oluşturan coşkulu renkler ve canlı detaylarla büyülüyor.
Dinamik, bilgilendirici ve
görsel olarak görkemli olmaya programlanmış olan SENSORY4
içeriği; 40 yüksek çözünürlüklü projektörden aynı anda
akıp zengin surround ses sistemiyle karışarak, ziyaretçiye nefes
kesici ve etrafını saran bir gösteri ziyafeti sunuyor.
Van Gogh Alive’da
‘Çalışan Adam’, ‘Yeşilimsi Bir Başlık Giymiş Yaşlı
Köylü Kadını’, ‘Çiçek Açmış Erik Ağacı’, ‘Gri
Şapkalı Otoportre’, ‘Vazoda 12 Ayçiçeği’, ‘Vincent’ın
Yatak Odası’, ‘Teras Kafe’, ‘Sandalye ve Pipo’, ‘Ren
Nehrinde Yıldızlı Bir Gece’, ‘Süsen Çiçekleri’, ‘Buğday
Tarlası ve Kargalar’, ‘Kırmızı Üzüm Bağı’, ‘Sargılı
Kulaklı Otoportre’ gibi bir döneme damgasını vurmuş eserler
yer alıyor.
Sergi, ziyaretçilere dahi
ressamın fırtınalı hayatını kronolojik olarak göstermek için
güçlü bir klasik müzik kullanıyor. Harekete geçiren bu müzik,
Van Gogh’un hikâyesinin duygusal yönlerini yansıtarak,
sanatçının muhteşem kariyeri boyunca yansıttığı sanatını ve
ruh halini daha zengin bir deneyimle ziyaretçiye sunma olanağı
sağlıyor." (2)
Van Gogh'u yaşadığı
dönemde kaç kişinin tanıdığını, kardeşi Theo'nun desteğiyle
zorlukla geçindiği dönemlerde onu geleceğin büyük ressamı
olarak kimlerin görebildiğini bilmiyorum. Ama çektiği tüm
sıkıntılar bir yana, olması gereken yere ulaştığını gördüğü
söylenemez. (3)
Van Gogh bir ressam
taslağı olarak öldü, resimleri o öldükten sonra izleyicilerine
ulaşarak kopmaz bağlar kurdu, gerçek bir resim ustası olarak
tarihe geçti. O taslakken büyük usta olarak tanınıp bol kazanan
diğerlerinin durumunu bilmiyorum. Ama zor yıllarını paylaştığı,
birlikte sorunlar yaşadığı arkadaşı Paul Gaugin'in
çalışmalarına gösterilen ilgi de ölümünden sonra olmuş. (4)
Seçme şansı olsa Van
Gogh ne isterdi?
Değersiz yapıtlarının
büyük ilgi görüp ona çok kazandırmasını, rahat ve mutlu bir
yaşam sürmeyi mi?
Büyük güçlüklerle
yaşayıp fırtınalarını çıldırma pahasına tuvallere
yansıtmayı, çektiği acılarla yıpranan bedeniyle gerçek
izleyicilerini hiç tanıyamadan, resim tarihinde erişilmez bir yeri
olacağını bilse bile göremeden, bu acımasız dünyadan ayrılmayı
mı?
....
Vincent van Gogh ve Paul
Gauguin resme ve dünyaya rekabetçi bir gözle baksalar ne
kazanırlardı, insanlık ne kaybederdi, bilmiyorum.
Günümüzdeyse, rekabetçi
olmayan bir yaklaşımla benzerleri arasından sıyrılmanın,
izleyiciye ya da okuyucuya ulaşmanın, kalıcı bir iz bırakmanın
çok daha zor olduğu söylenebilir.
Bir taşı saklamanın ve
kaybetmenin en kolay yolu onu diğerlerinin arasına fırlatmaktır.
Bir elması saklamanın en
kolay yolu da bu olabilir. Parıltısı görülmeden üzerine gelen
diğer taşlar ışığını kestiğinde onu bulmak için madencilik
yapmaktan başka yol kalmayabilir. (5)
....
Rekabete dayalı dünyada
karşılaştırmalı yaşamlar sürdüğümüz söylenebilir.
Bebeklerin beşikleri,
çocukların evleri ve okulları aynı değil. Gözlerini açtıkları
andan başlayarak kendilerini başkalarıyla karşılaştırmaya
başlıyorlar.
Sonra kendilerini bir
yarışın içinde buluyorlar. İyi bir geleceğe giden yolların
sonunu getirebilmeleri için arkadaşlarının çoğunu geride
bırakmaları gerekiyor.
Sanata yönelenlerin
durumu da farklı değil. Yalnızca sevdiği ve sesini duyurmak
istediği için uğraşanların bile olabilecekleri yere ulaşmaları
kolay görünmüyor. Rekabet etmeleri, sıyrılmaları, dikkat
çekmeleri gerekiyor.
Rekabet, her alanda
etkisini gösteriyor. Bir dergide yer almak, bir kitap yayımlamak,
bir sergi açmak, bir ödül kazanmak, basında yer bulmak,
izleyiciye ve okuyucuya ulaşmak yaratma süreçlerinin çok ötesine
geçen zorlu uğraşlar gerektiriyor.
Yarışmalar, şanslı
olanlar için, bu süreçleri biraz daha kolay geçmenin yolu
olabiliyor.
Peki bu durumun sağlıklı
olduğu söylenebilir mi?
....
Her alanda olduğu gibi
sanat ve edebiyatta da değerlendirmek, seçmek ve yarışmak
gerekebilir.
Doğada evrim, doğal ve
yapay seçme, yaşamın ve türlerin gelişme yönünü belirliyor.
Büyük bir çeşitlilik, en güçlü ve en güzel biçimlerin
gelişmesini ve kalıcı olmasını sağlıyor.
Toplumda da ekonomik ve
politik güç kümeleri, doğadakine benzer, fakat insanın öznelliği
ve karmaşıklığıyla çeşitlenen mekanizmalarla gelişimlerini
sürdürüyorlar.
Sanat ve edebiyatta
yapılmış, yapılmakta olan ve yapılacak seçmelerin yeri ve
anlamı nedir?
Nitelikli ve sonradan çok
ünlenmiş bazı yapıtların ilk yayımlanışlarında büyük
zorluklarla karşılaştığı biliniyor.
Niteliğin bağımsız bir
değeri var mıdır? Yoksa bu değer ancak, rekabet dünyasının
kontrol noktalarını geçebildiği zaman mı ortaya çıkıp
kalıcılaşır?
Değerlendirmek, seçmek,
yarışmak çok yakın kavramlar mıdır, aralarında uçurumlar mı
vardır?
Bin resmi
değerlendirdiğimizde bunların hepsini yeterli bulabilir miyiz?
Sergilemek için hepsini birden seçmemiz anlamlı olur mu? Onları
yarıştırsak verilecek kararları nesnel ölçütlere
dayandırabilir miyiz? Dayandırabilirsek bunlar özgür gelişmenin
önünde bir engel olur mu? Sanatın ve edebiyatın herhangi bir
alanı, heykel, karikatür, sinema, şiir, öykü, roman, bilinen ya
da henüz bilinmeyen herhangi bir tür için durum farklı mıdır?
On bin yapıtla, yüz bin yapıtla karşılaşınca ne olur? Yayınevi
editörleri, küratörler, yarışma jürileri kolay bir iş mi
yapıyorlardır, çözümsüz bir sorunun yükünün altında
eziliyorlar mıdır?
Milyarlarca sayfa yazmak
aslında hiç yazmamak mıdır?
....
Doğan Hızlan adını ilk
ne zaman duyduğumu bilmiyorum. Ama sanatla uğraşan çoğu kişi
gibi, bu konulara ilgi duyduğum ilk dönemlerden beri yazılarıyla
karşılaşıyorum.
Zafer Yalçınpınar'ı
günümüzün yeni iletişim olanaklarıyla tanıdım. Kitaplara
ilgisi ve yarışmalara karşı oluşu dikkat çekiciydi.
Sağlıklı bir dünyada,
bütün halkların barış içinde ve kardeşçe yaşaması gibi,
bütün yapıtların da eşit koşullarda paylaşılacağı dost bir
şenlikte buluşmasının çok anlamlı olabileceğini düşünüyorum.
Sıralama ve yarışma
varsa reklam da kaçınılmaz bir gereklilik olabilir.
Bu arada, reklamda yeni
bir dönem başlamış.
Artık rakibin adı
verilerek karşılaştırmalı reklam yapılabiliyormuş.
Karşılaştırılacak malların aynı nitelikte olması, fiyat gibi
doğrulanabilir özelliklerin karşılaştırılması gerekiyormuş.
Rakibiyle kendisini karşılaştıran firmanın, rakibinden iyi
olduğunu bilimsel olarak ispatlaması. rakibi kötüleyip
itibarsızlaştırmaması isteniyormuş. ABD'de, 1979’dan bu yana
‘karşılaştırmalı reklamcılık’yapılabiliyor, reklamlarda
rakibin adının geçmesine izin veriliyormuş. 1980’lerde Pepsi,
tadım testi reklamlarında doğrudan Coca-Cola şişelerine yer
vermiş. Microsoft, bu yıl kendi markasını taşıyan akıllı
telefonlarda kullandığı ses tanıma yazılımı Cortana’nın
reklamını Apple’ın iPhone’larda kullandığı Siri’yle
karşılaştırarak yapmış. Türkiye'de de yeni düzenlemeyle
firmalar artık ürün reklamlarında rakip firmanın ürününün
ismini ve fotoğrafını gösterebilecekmiş. (6, 7)
Peki yaşamların kalitesi
karşılaştırılabilir mi?
Yalova'nın
"Karşılaştırmalı Yaşam Kalitesi Göstergeleri" bu
konuda bir fikir veriyor. Yalova, Türkiye, Dünya, Norveç ve
Etiyopya değerleri yansıtılmış. Nüfus, gelir, işgücü, doğum,
ölüm, sağlık, okuryazarlık, okullaşma, işsizlik, istihdam,
katma değer, ihracat, ithalat, bütçe, elektrik tüketimi ve özel
otomobil sayısı bilgileri verilmiş. Değerleri karşılaştırınca
Etiyopya'yı düşünüp sevinmeli mi, Norveç'e bakıp üzülmeli
miyiz? Yoksa yalnızca dünyanın haline ağlamalı mıyız? (8)
Sevda Akar da, refahın
ölçülmesinde alternatif bir yaklaşım olarak sunulan Daha İyi
Yaşam Endeksi’ni Türkiye açısından değerlendirmeyi amaçlamış.
OECD tarafından uygulamaya konulan bu endeks konut, gelir, iş,
iletişim ve toplum, eğitim, çevre, sivil katılım ve yönetim,
sağlık, yaşam memnuniyeti, güvenlik ve iş yaşam dengesi
kriterlerine göre oluşturulmaktaymış. Çalışma sonuçları
Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında Daha İyi Yaşam Endeks
değeri en düşük ülke olduğunu gösteriyormuş. (9)
Yeditepe
Üniversitesi'ndeki "Karşılaştırmalı Edebiyat"
programıysa şöyle tanıtılıyor:
"Bir ülke edebiyatı
başka edebiyatlarla ve başka sanat dallarıyla ilişkisi içinde
ele alınırsa, daha iyi değerlendirilmiş olur. Hedefimiz, bu
program aracılığıyla hem Türk Edebiyatını daha iyi tanımak,
hem de Türk Edebiyatı ile dünya edebiyatları ve kültürü
arasındaki bağıntıları incelemektir. Programın bir amacı,
dünyaya açılabilecek ve Türk Edebiyatını dünyaya açabilecek
geniş perspektif sahibi araştırmacılar yetiştirmek, bir başka
amacı da, edebiyat öğretmenlerine çağdaş bakış açıları
kazandırmaktır. Bir diğer amaç da, sinema-televizyon,
gazetecilik, sanat tarihi ... gibi alanlardan gelebilecek
öğrencilere, meslekleri açısından çok gerekli olan edebiyat
bilgilerini vermek ve edebiyatla meslekleri arasındaki kültürel
bağları kurabilmelerine yardımcı olmak, bu öğrencilerin
kazanacakları daha geniş perspektifler sayesinde mesleklerinde daha
başarılı ve titiz olmalarını sağlamaktır. Kısacası
'Karşılaştırmalı Edebiyat' programı, gerek edebiyat gerek başka
alanlarda lisans yapmış öğrencilerin dünya kültürü ile olan
bağlarını pekiştirmeyi, bu öğrencilerin ilerde, Türkiye ile
başka ülkeler arasında her düzeyde kurulacak kültürel işbirliği
platformlarında çalışabilecek şekilde yetiştirilmesini
öngörmektedir." (10)
Paris ve Marsilya’nın
Karşılaştırmalı Yaşam Tarzları İllüstrasyonu'nda Fransız
grafik ve illüstrasyon tasarımcısı Vahram Muratyan kendi
hazırlamış olduğu Paris ve New York projesinde iki şehir
arasındaki kültürel ve yaşam farklılıklarını kıyasladığı
illüstrasyondan sonra hazırladığı çalışmada Paris ve Marsilya
arasındaki farklılıkları yansıtmış. (11)
Sevilay Atlama ve Ceyda
Özsoy, "Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Türkiye’nin
Karşılaştırmalı Analizi" çalışmalarında ekonomik ve
sosyal kalkınmadaki yerini vurgulayarak eğitimin eşit dağılımının
önemine dikkat çekmişler:
"Günümüzde kız
çocukları ve kadınlar, eğitim fırsatlarından erkeklere oranla
daha az yararlanmakta, toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikler
devam etmektedir. Kadınların ekonomik, sosyal, kültürel ve
siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat ve
imkanlardan eşit biçimde yararlanmalarını sağlamakla mümkün
olacaktır. Kadınların eğitime olan erişimlerinin
iyileştirilmesi, sadece kadınların kişisel gelişimine ve
refahına katkı sağlamakla kalmayıp, ülkenin ekonomik
potansiyelini de artıracaktır. Kız çocukların ve kadınların
eğitim ve öğrenimlerine yatırım yapmanın olağanüstü yüksek
sosyal ve ekonomik kazancı yanı sıra, sürdürülebilir kalkınmayı
ve ekonomik büyümeyi başarmanın en iyi araçlarından biri olduğu
da kanıtlanmıştır. Bu çalışmada, eğitimde toplumsal cinsiyet
eşitsizliği sorunu Türkiye’de kız çocukları ve kadınların
durumu vurgulanarak tartışılmaktadır."
Kadınların eğitim
düzeyi yükseldikçe evlenme yaşının giderek artmaya başladığını,
doğurganlık oranının azaldığını, buna paralel olarak aile
başına daha az çocuk düştüğünü, bebek ve çocuk ölüm
oranlarının azaldığını, yaşam süresi beklentisinin arttığını,
daha sağlıklı, daha iyi beslenmiş ve eğitilmiş çocukların
yetiştirilmesinin sağlandığını belirtmişler. (12)
....
Doğan Hızlan'ın
özgeçmişi şöyle verilmiş:
"Pertevniyal
Lisesi'ni bitirdi. Hukuk öğrenimine başladı. İlk yazısı 1954
yılında yayımlanan Doğan Hızlan, çeşitli edebiyat dergilerini
ve aralarında Cumhuriyet'in de olduğu gazetelerin sanat sayfalarını
yönetti. Bunun yanı sıra birçok gazete ve dergide eleştiriler
yayımladı. 1980 yılında Bayram Gömleği adlı bir çocuk
hikâyeleri güldestesi hazırladı. Ercümend Behzad Lav’ın Bütün
Eserleri’ni yayıma hazırladı. Son olarak İhsan Yılmaz ile
birlikte Celâl Sılay’ın Toplu Şiirleri’ni Hüsran Filizleri
adıyla yayımladı. En yeni kitabı, Hürriyet Pazar'da yayımlanan
kitap yazılarından oluşan Aynadaki Bakışlar'dır. 2012 yılının
Şubat ayında Antalya Atatürk Kültür Parkı içinde, adına bir
kütüphane açılmış olup bu kütüphaneye yirmi bin kitap
bağışlamıştır. Halen Hürriyet Gazetesi’nde yazıyor. Türk
Edebiyatı'nın gelişmesine katkılarını sürdürüyor." (13)
Banu Uzpeder, "Edebiyat...
Müzik ve Annem: Doğan Hızlan’ın hayatı bu üç kelimede
saklı..." söyleşisine söyle başlamış:
"Evde halaları,
teyzeleri ve babasının yaptığı müziklerle büyüyen,
teyzeleriyle beraber uzun zaman ud çalmış, hâlâ iyi nota
okuyabilen bir edebiyat adamı Doğan Hızlan. Hayatını edebiyata,
müziğe adamış… ama gerçekten adamış bir yazar… Sade, sakin
bir yaşamı var Hızlan'ın… Ama içinde kopan fırtınaları
kendisinden daha iyi kim bilebilir?"
Sonra ailesini, arkadaş
çevresini, sosyal hayatını sormuş. Doğan Hızlan, Cemal Süreya,
Mehmet Seyda, Konur ve Kıvanç Ertop, Adnan Özyalçıner, Onat
Kutlar, Ergin Ertem, Hilmi Yavuz, Ülkü Tamer, Demir Özlü adlarını
saymış, müzikle ve edebiyatla ilgilenen herkesin onun arkadaşı,
çevresi olduğunu söylemiş. Doğayla ilgili soruya Hızlan
"Doğayı, doğa filmi seyrederek, doğa resmi görerek, doğanın
müziğini dinleyerek hissederim. Doğayı görmem hiç gerekmiyor"
yanıtını vermiş. (14)
....
Zafer Yalçınpınar'ın
sitesi "yeni sinsiyet'e karşı mücadele etmektedir!"
sözüyle açılıyor. İlk sayfada "şiir/ eski hikâyeler/ b i
l d i r i/ i n c e l e m e/ karga'ca değiniler/ k i m/ k i t a
p l a r ı / kendini anlatan/ E V V 3 L (aksak kolaj)/ dilin
kemiği yoktur/ baykuş bakışı/ bakışsız bir kedi kara/ "
linkleri görünüyor. (15)
Özgeçmişi şöyle
verilmiş:
Zafer Yalçınpınar, 1979
yılının Temmuz ayında İstanbul'da doğdu. Babası da, babasının
babası da İstanbul'da doğmuştur. 1997 yılında İstek Vakfı
Belde Koleji'ni bitirdi. 2001 senesinde Marmara Üniversitesi
Ekonometri Bölümü'nde lisans derecesini tamamladı. 2003 senesinde
Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü'nde
yüksek lisans derecesini tamamladı. 2004 yılının başından beri
TÜBİTAK-Gebze Yerleşkesi'nde Yönetim Bilimleri alanında
araştırma görevlisi olarak çalışıyor. 2002-2006 yılları
arasında Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi'ni Vedat Kamer'le
birlikte yayıma hazırlamıştır. Şiirleri ve öyküleri Son
Kişot, Monokl, No-Edebiyat, Budala, Yaratı(m), Düşe-Yazma, Kavram
Kargaşa, E, Öteki-Siz, Karalama, Wesvese, İmlâsız, Üç Nokta,
Kül Öykü, Mor Taka, Heves, Sanat Cephesi, Can Sıkıntısı
Fanzin, Göğe Bakma Durağı, Zinhar ve Bireylikler, adlı
dergilerde yer almıştır. "Karşı"(2000, Lotus
Yayınları), "Korkak Düşler"(2001, Lotus Yayınları),
"Siya"(2006, Mevsimsiz Yayınları) adlı öykü kitapları
yayımlanmıştır. İlk şiir kitabı "LİVAR" ise 2007
yılının Şubat ayında Lotus Yayınları tarafından
yayımlanmıştır. 2006 yılında görsel işlerinden oluşan "ŞİİŞ"
adlı e-kitabı tasarlamış ve internet üzerinden dağıtmıştır.
Kendisini "şair" olarak değil de "şiir yazarı"
olarak ifade eden Zafer Yalçınpınar; "sıkı" edebiyata
inanır, kitap koleksiyonu yapar, İstanbul-Erenköy'de yaşar,
başıbozuk ve külyutmazdır. (16)
Sözü edilen "Yeni
Sinsiyet’e ve Edebiyat Kâhyaları’na karşı verdiğimiz
mücadelenin kapsamı, kronolojik olarak" başka bir sitede
görülebiliyor:
Yeni Sinsiyet'in
Haksızlık Yordamı (1 Haziran 2014)
Yeni sinsiyetin cehalet
ortamını yönetmek için kullandığı enstrümanların eskisi
kadar hızlı ve pragmatik başarılar elde edemediği açıktır.
Yeni kapitalizmin ödüllendirme sistemi, işbirliği yöntemleri ve
kültürel sermayenin küresel etkileşim biçimi (vizyon arayışı)
çürümektedir.
Yeni Sinsiyet'in İkbal
Ezberi (11 Kasım 2012)
Her türlü “özgürleşme”
duygusunun üzerine yeni sinsiyet kulesinin korkutucu gölgesi
vurmakta ve henüz doğuş anında -o eşsiz anın kutsallığında-
“özgürleşme” duygusu karartılmaktadır. Hakikat ile hakaretin
yer değiştirmesi, yalanın “sahi” yerine kullanılması, ışığın
karanlığa terkedilmesi, görüşsüzlük, sisleme, cehalet
ortalamasına hizmet eden her türlü aldatmaca ve hilebazlık,
yandaş-paydaş etkileşimlerindeki haysiyetsizlik, liyakatsizlik ve
tözsüzlük yeni sinsiyetin kendi geleceği için tasarladığı
“emniyet müşirleri”dir.
Menfi Gaddarlığın
Sonu/cu (23 Şubat 2012)
Şairler ve şiirleri
imgelemin özgürleşmesinin emektarlarıdır. Buna karşın Şiir
Yıllığı’nı hazırlayan oligarşi, “şair”i bir “hizmetkâr”
olarak görmeye başlamıştı. Ben, YKY’nin Şiir Yıllığı
yayımlamamak yönünde aldığı kararı “imgelemin özgürleşmesi”
ile şiirsel alanın genişlemesi için çok önemli ve bir o kadar
da sahici bir “devrim-adım” olarak görüyorum. Şiir, bir riya
ya da yalan değildir. Şiir, “sahi”nin eşsiz bir parçasıdır.
Yeni Sinsiyet’e
Karşı: “Sorular, sorular, sorular...” (11 Kasım 2011)
Yayıncılık
istismarlarının temel bileşenleri nelerdir? Hangi edebiyat
heveslileri, hangi sözde editörler tarafından nasıl yemleniyor?
Okuyucu bu durumun farkında mı? Okuyucu neler düşünüyor, neyi
okumak zorunda kalıyor?
Yeni Sinsiyet’e
Karşı: “Okumalar, okumalar, okumalar...” (29 Eylül 2011)
Yeni Sinsiyet
tipolojisini, şiir ve edebiyat dünyasında yaşanan olayları,
hileleri, aktörleri, ilişkileri ve bunlara karşı 2006 yılından
beri verdiğimiz mücadelenin ayrıntılarını (yani önümüzdeki
aylarda gerçekleştireceğimiz ifşaatı) doğru bir şekilde
kavrayabilmeniz ve anlamlandırmanız amacıyla bazı yazıları bir
“Ön-Hazırlık” şeklinde okumanız çok faydalı olacaktır.
“Editörcülük Oynamak”, “Damperli Ödül Furyası ve
Saygınlık Cukkalamak”, “Şaircilik, Yazarcılık Oynayanlar ile
Oynamayanlar”, “Yıllık Geyiği”, “Yeni Sinsiyet ve Bazı
Enstrümanları”, “Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin ‘Biz’
Söylemi ve Retorik Arsızlığı”, “Yeni Sinsiyet’in Seçkinlik
Arayışı”, “Yerli Edebiyat Üzerine…”
Yerden Göğe Kadar
Duyurulur: “Başlıyoruz!” (26 Eylül 2011)
“Yaşamın, seni
ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle
(bu arada kendininkilerle de)savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de,
ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak
o eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur:
Senin, onlarla savaşmak
yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman…
Ama savaşacaksın, gene
de: sonuç her iki durumda da aynı olmayacak mı zaten – sen,
zaten, ulaşman gereken düzeyin altında kalmayacak mısın ki?
–Ama, savaşırsan, en azından (nereye gelebilirsen) geldiğin
düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna olmayacak.”
(Oruç Aruoba, “De Ki
İşte”, Metis Yayınları, 2001, s.44)
Mücadelenin Geçmişteki
Envanteri (30 Ağustos 2011)
Eylül ayından itibaren
her şeyi teker teker, sabırla, ayrıntılarla, yaşanan olaylarla,
tanıklıklarlarla, yeni belgelerle ve özellikle de “isimler
vererek” yeniden -derinlemesine- ele alacağız.
Cevap Olarak (19
Haziran 2011)
Kuşların bana
söylediğine/ilettiğine göre, Yeni Sinsiyet‘in nemalanıcıları,
şiir simsarları ve edebiyat/sanat kâhyaları sağda solda
vızıldamaya başlamış.
Yeni Sinsiyet’in
Seçkinlik Arayışı (14 Ocak 2011)
Tarihin salınımına
bakıldığında modernizmin ilkelerini bilmek ve bu doğrultuyu
iktisadi alana belirgin faaliyet adımlarıyla taşımak, yatırım
planları yapmak, kilometre taşları dikmek seçkinlerin öncülüğünde
icra edilen şeylerdir. Yeni Sinsiyet nemalanıcılarının bu role
kanalize olabilmesi için öncelikle ticari konularda seçkinler ile
arasında yönetsel bir dil birliğinin oluşması gerekir. Bu dil
birliğini sağlayacak yönetsel ortaklık ise Yeni Kapitalizm’in
ve türev uygulamalarının ta kendisiydi. Yeni Sinsiyet, seçkinlere
yakınsama çabalarına yeni kapitalizmin kültürünü önceleyen
bir karektere bürünerek başlamıştır. Ancak yeni kapitalizmin
değerler sisteminin güç kaybetmesiyle ve özellikle de ilerleme
prensibinin tutarsızlaşmasıyla birlikte Yeni Sinsiyet’in ortak
olmak istediği payda yıpranmış, yeni kapitalizmin dili ve
tutumları ayrıcalıklı özelliğini yitirmiştir. Bu noktada
seçkinler, uzun soluklu ve yeni bir vizyon arayışıyla birlikte
ayrıcalık unsurlarını yeniden akort etmeye girişmişlerdir. Yeni
Sinsiyet ise bu hesapsız arayışa ortak olamamıştır.
Yeni Sinsiyet
Tipolojisi’nin “Biz” Söylemi ve Retorik Arsızlığı (22
Eylül 2010)
Yeni Sinsiyet’in çeşitli
enstrümanlarını kullanarak “cehalet alanı”nda icra ettiği
girişimler ve bu enstrümanların işlediği çürük değer
yargılarıyla ateşlenen yandaş-paydaş etkileşimleri, söz konusu
alanın bir ortama dönüşüm sürecini tamamlamıştır. “Cehalet
ortamı” şeklinde ifade ettiğimiz bu oluşumun tamamlanmasının
hemen ardından -kendi tanımıyla çelişen- yeni bir tipolojinin
çerçevelenmesi de kaçınılmazdı.
Yeni Sinsiyet ve Bazı
Enstrümanları (2 Nisan 2010)
Yeni sinsiyetin
arsızlığına ve aymazlığına yakışır derecede yaygın olarak
kullanılan bir başka enstrüman da “Sessizlik Suikasti” ya da
“Sessizlik Baskısı”dır. Marx’ın dile getirdiği bu kavramın
işlevleri, sinsiyet zihniyetini eskisinden çok daha yüksek
nemalara ulaştırmaktadır. Statüko karşıtı olduğunu iddia eden
-aslında statüko karşıtlığını da bir enstrüman olarak
kullanan- yeni sinsiyet, tüm sessizlik biçimlerini cehalet alanının
genişlemesi yolunda kullanmaktadır. (Aynı yöntemin
çeşitlemelerinden kapitalist satış tekniklerinde de sıkça söz
edilir.) (17)
Zafer Yalçınpınar ve
Şükret Gökay, Sait Faik Araştırma Atölyesi kapsamında bilişsel
haritalama çalışmaları yürütmüşler. Sait Faik odaklı büyük
bilişsel harita (200 kavram/unsur) ve 'Lüzumsuz Adam' (36
kavram/unsur), 'Papaz Efendi' (23 kavram/unsur), 'Mektup' (51
kavram/unsur), 'Son Kuşlar' (33 kavram/unsur). hikâyeleri
eksenindeki bilişsel haritalar hazırlanmış. (18)
Zafer Yalçınpınar'ın
günümüz edebiyat dünyasındaki ödül sistemiyle ilgili
düşünceleri pek olumlu değil:
"Ödül konusu son
derece karışık bir konu… Şimdi, her şeyi bir kenara bırakalım
ve meseleye dil açısından bakalım: Bugün, 'Ödül' dediğimiz
anda imgesel olarak ödülü alan kişiyi ya da eseri değil “ödül
sistematiği”nin kendisini ya da ödülün metasını işaret
ediyoruz, yüceltiyoruz, ayrıcalıklandırıyoruz. Eskiden böyle
değildi. Şimdilerde, rekabet, kazanmak, yarışmak, hırs,
farklılık, üstünlük filan gibi şeyler doğrudan aklımıza
geliyor. Ödüllendirme denen şey, Yeni Kapitalizm’in yönetim
süreçlerinin içerisinde düşünüldüğünde bir “isteklendirme”
türüdür ve iktidar heveslileriyle iktidar sahiplerinin buluştuğu
bir podyumdur. Ödül, iktidarın, kendi iktidarını
kuvvetlendirdiği bir araçtır. Ödüller sahici değildir. “Ödül
Sistematiği” denen şeyden podyumu, ışıkları, jüriyi, ödülü
takdim edeni, alkış seslerini, o kırıtışları, gazetelerdeki
haberleri, duyuruları filan kaldırın, geriye ne kalır?" (19)
Sanatın özünün
verilecek ödüllerle aranamayacağını söylüyor:
"Şairin ödülü
sıkı şiir yazmak, yazabilmektir. Şairin ödülü; tüm baskılara
rağmen özgür bakışını, imgeselliğinin biricikliğini
kaybetmemektir. Derdi şudur şairin; töze nüfuz edebilmek, tözü
imlemek…" (19)
2014'ün öne çıkan jüri
üyeleri, 25 edebiyat ödülünde, birden fazla jüri üyeliği
yapmış isimlerle değerlendirilmiş:
"Listenin başında
10 kere jüri üyeliği yapmış olan Doğan Hızlan yer alıyor.
Hızlan’ı, 5 kere jüri üyeliği yapan Refik Durbaş ile 4 kere
jüri üyeliği yapan Egemen Berköz, Enver Ercan, Eray Canberk,
Handan İnci, Hilmi Yavuz ve Metin Celâl izliyor. 3 kere jüri
üyeliği yapanlar Asuman Kafaoğlu Büke, Cemil Kavukçu, Faruk
Şüyün, İnci Aral, Leyla Şahin, Müslim Çelik, Nursel Duruel,
Selim İleri, Semih Gümüş, Turgay Fişekçi, Turhan Günay ve
Cevat Çapan’dan oluşuyor. 2 kere jüri üyeliği yapanların
listesi ise şöyle: Abdullah Uçman, Adnan Binyazar, Ahmet Telli,
Ali Cengizkan, Buket Aşçı, Emin Özdemir, Erendiz Atasü, Feyza
Hepçilingirler, İhsan Yılmaz, İlknur Özdemir, Mehmet Zaman
Saçlıoğlu, Murat Gülsoy, Mustafa Öneş, Sennur Sezer, Sevin
Okyay, Sinâ Akyol ve Metin Cengiz." (20)
Ödüllerin listesi de
verilmiş:
"Altın Portakal Şiir
Ödülü
Behçet Aysan Şiir Ödülü
Behçet Necatigil Şiir
Ödülü
Cemal Süreya Şiir
Ödülleri
Cevdet Kudret Edebiyat
Ödülü
Ceyhun Atuf Kansu Şiir
Ödülü
Duygu Asena Roman Ödülü
Dünya Kitap Yılın En
İyileri
Erdal Öz Edebiyat Ödülü
Everest İlk Roman
Yarışması
GİO Ödülleri
Haldun Taner Öykü Ödülü
Melih Cevdet Anday Şiir
Ödülü
Metin Altıok Şiir Ödülü
Necati Cumalı Edebiyat
Ödülü
Necip Fazıl Ödülleri
Orhan Kemal Roman Armağanı
Orhan Şaik Gökyay Şiir
Ödülü
Ömer Seyfettin Hikâye
Yarışması
Sait Faik Hikâye Armağanı
Sedat Simavi Ödülleri
Selçuk Baran Öykü Ödülü
Tanpınar Edebiyat Ödülü
Yaşar Nabi Nayır Gençlik
Ödülleri
Yunus Nadi Ödülleri"
(20)
....
Sanatlog yazarı Serkan
Engin'in ödüllerle ilgili düşünceleri de bu alandaki sorunları
yansıtıyor:
"Yıl 2005. Bir
telefon konuşması: Hüseyin Alemdar: Serkan n’aber? Serkan Engin:
İyiyim, sağol. Hüseyin Alemdar: Serkan, Enver Ercan’a selamımı
söyle, senin şiirlerini Varlık’ta bassın. Serkan Engin:
(Gülerek) Ya 'arkadaş yakinimdir' diyerek şiir mi bastırılır?"
"İlk bakışta
Hüseyin Alemdar’ın yaklaşımı iyi niyetli olarak genç bir
şaire destek gibi algılanabilir ama etik açıdan iğrençtir böyle
selamla kelamla, torpille şiir yayımlatmak. Ne var ki onlar için
doğal ve sıradandır bu durum."
"Oysa nitelikli şiir
zaten geleceğe kalacak ve tarih herkesi doğru yere koyacaktır.
Bırakın şiir ödülünüz olmasın, büyük yayınevleri şiir
kitabınızı basmasın, namlı dergiler size yer vermesin…
Günübirlik parsayı toplamak sizi geleceğe taşımaz, sadece
geçici bir süre popüler yapar. Sonra şiir tarihinin çöplüğünü
boylarsınız şiiriniz nitelikli değilse ve ancak okurun özdeşlik
kurabileceği ya da okura empati kurduran şiirler geleceğe kalır."
(21)
Değersizliğini
kanıtlayacak bir şiirin basılması bile küçük bir sevinç
olabilir mi?
....
Sanat ve edebiyat
tartışmaları kuşkusuz farklı çevrelerde, zamanlarda,
boyutlarda, düzlemlerde, düzeylerde yapılabilir, yapılmalıdır.
Sanırım yol gösterici
temel ilke, insana, bilime, sanata ve inanca saygı olmalıdır.
Henüz yerini bulamamış
ve şimdilik "uzun açıklama" başlığıyla not almış
olduğum şu söz, bakışımı özetliyor:
"Uzaklarda bir ateş
yanıyordu. Herkes biliyordu ki günün birinde sönecekti. Yine de o
kaçınılmaz sona dek onun içlerini ısıtmasını, çiçeklerin
güzelliğini yumuşak bir ışıkla boyamasını istiyorlar, bu
küçük sevinçlerde büyük mutluluklar buluyorlardı." (22)
Mutluluğu paylaşmanın
en iyi ve en güzel yolları nasıl bulunabilir?
....
Karşılaştırmalı
yaşamlar sürdüğümüz bugünün dünyasında, hiç değilse
sanatın ve edebiyatın çağının ilerisinde kurallarla
yönetilmesini sağlayabilir miyiz?
1. Mehmet Arat, DergiSANAT,
http://mehmetarat2000.blogspot.com.tr/2014/10/dergisanat.html
2. Van Gogh Alive,
http://www.cermodern.org/contents/show/79/van-gogh-/-alive.html
3. Vincent van Gogh,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Vincent_van_Gogh
4. Paul Gauguin,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Paul_Gauguin
5. Mehmet Arat, Can madenciliği,
http://blog.milliyet.com.tr/can-madenciligi/Blog/?BlogNo=342671
6. Deniz Çiçek, Reklamda yeni dönem!,
http://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/1022244-reklamda-yeni-donem
7. Ahmet Topal, Karşılaştırmalı
reklam dönemi,
http://www.sabah.com.tr/ekonomi/2015/01/03/karsilastirmali-reklam-donemi
8. Karşılaştırmalı Yaşam Kalitesi
Göstergeleri, http://www.yalova.gov.tr/default_B0.aspx?content=1072
9. Sevda Akar, Türkiye'de Daha İyi
Yaşam Endeksi: OECD Ülkeleri ile Karşılaştırma,
http://www.jlecon.com/Makaleler/880778669_s.akar.pdf
10. Karşılaştırmalı Edebiyat,
http://www.yeditepe.edu.tr/lisansustu/karsilastirmali-edebiyat
11. Doğan Çilesiz, Paris ve
Marsilya’nın Karşılaştırmalı Yaşam Tarzları İllüstrasyonu,
http://www.grafikerler.org/portal/paris-ve-marsilyanin-karsilastirmali-yasam-tarzlari-illustrasyonu.html
12. Sevilay Atlama, Ceyda Özsoy,
Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Türkiye’nin
Karşılaştırmalı Analizi,
http://www.academia.edu/773500/E%C4%9Fitimde_Toplumsal_Cinsiyet_E%C5%9Fitsizli%C4%9Fi_T%C3%BCrkiyenin_Kar%C5%9F%C4%B1la%C5%9Ft%C4%B1rmal%C4%B1_Bir_Analizi
13. Doğan Hızlan,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Do%C4%9Fan_H%C4%B1zlan
14. Banu Uzpeder, Edebiyat... Müzik ve
Annem: Doğan Hızlan’ın hayatı bu üç kelimede saklı,
http://www.yaslilikrehberi.org/roeportaj-listesi/edebiyat-muezik-ve-annem-do%C4%9Fan-h%C4%B1zlan%E2%80%99%C4%B1n-hayat%C4%B1-bu-ue%C3%A7-kelimede-sakl%C4%B1.aspx
15. Zafer Yalçınpınar,
http://zaferyalcinpinar.com
16. Zafer Yalçınpınar,
http://www.idefix.com/kitap/zafer-yalcinpinar/urun_liste.asp?kid=43779
17. Zafer Yalçınpınar, Yeni
Sinsiyet, http://yenisinsiyet.evvel.org/
18. Sait Faik Odaklı Bilişsel
Haritalama,
http://saitfaikmuzesi.org/sait-faik-odakli-bilissel-haritalama/
19. Zafer Yalçınpınar, Oligarşik
Dehşetin Sürekliliği: “Damperli Ödül Furyası’nın Yeni
İstatistikleri”,
http://evvel.org/oligarsik-dehsetin-surekliligi-damperli-odul-furyasinin-yeni-istatistikleri
20. 2014’ün öne çıkan jüri
üyeleri,
http://koltukname.com/2015/01/07/2014un-one-cikan-juri-uyeleri/
21. Serkan Engin, Köpekleşen
Şairlerin Anatomisi,
http://www.sanatlog.com/sanat/kopeklesen-sairlerin-anatomisi/
22. Mehmet Arat,
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder