Sanatlog için yazdığım beş yıl boyunca, sitenin bir gün erişilmez olabileceği aklıma gelmemişti.
Aslında teknolojiye hiç güvenmiyorum. Özenle tasarlanıp sabırla ve uzun çabalarla gerçekleştirilen birçok iş, gözden kaçan küçük bir ayrıntı yüzünden amacına hiç ulaşmadan tarihten silinebiliyor. Bilimi ve sanatı geliştirerek teknolojiyi yaratıp uygulayan insanlarsa; henüz doğanın içtenliğinden, sabrından ve kusursuzluğundan çok uzaklar.
Onedio'da Yusuf Çifci, 21 Kasım 2014'te ekleyip 25 Kasım 2014'te güncellediği "Takip Edilesi 7 Kültür-Sanat Sitesi" yazısında üçüncü sırada Sanatlog'un tanıtımını aktarmış: "Sanatın En Güncel Hali: Sanatlog: "Kasım 2008’de kurulan SanatLog.com, sanatın farklı görünümlerini izleyen kültür-sanatsitesidir. Sinema, edebiyat, müzik, tiyatro, resim, fotoğraf gibi çeşitli sanat dallarına ilişkin özgün yazılar ve çeşitli sanatçılarla yapılmış röportajları takipçilerine sunar." Verdiği bağlantıysa, şu anda çalışmıyor. Domreaper Almanya'da bir sunucu olduğunu söylüyor ama ulaşılamıyor.
"Biz uygarlıklar artık ölümlü olduğumuzu biliyoruz." Dev yapılar çöküyor, kitapların sayfaları eskiyip yıpranıyor, insanlar ölüyor, geçmişin izleri sürekli silikleşiyor, İnternet siteleri sonsuza dek yaşayabilir mi?
Hiç değilse Sanatlog benden uzun yaşasa pek mutlu olacaktım. Ne yazık ki arşivine bile şimdi erişilemiyor. Galiba onuncu yılını kutlayamayacak.
Öncelikle Sanatlog'daki ilk yazımı notlarımdan buraya taşımak, Gündüz Güzeli'ni hatırlamak istedim. Yazdıklarım benden uzun yaşayabilir mi?
....
Gündüz
Güzelinin Gece Düşleri / Mehmet Arat
Sinemayla
yeni tanıştığım, izlediklerimin ne yönetmenlerini ne de
oyuncularını seçme lüksümün olmadığı zamanlarda Catherine
Deneuve'ün oynadığı bir Jacques Demy filmini (1) görmüş
olmasam belki de birkaç kuşağı etkilemiş olan bu önemli Fransız
oyuncunun benim için özel bir yeri olmayacaktı. Yıllar sonra
karşıma çıkan Gündüz Güzeli'ni (2) izlemeyecek, Luis Bunuel'le
de hiç tanışmamış olacaktım.
Joseph
Kessel'in romanından yapıtı biraz ucuz bulmasına karşın
Bunuel'in uyarladığı, Jean-Claude Carrière'in ortak bir
çalışmayla senaryosunu yazdığı Gündüz Güzeli'nde cinsel
açıdan soğuk bir ev kadınının hafta içinde öğleden sonraları
bir randevu evinde çalışması konu ediliyor. Çekildiği dönem
için birçok açıdan iddialı olduğu söylenebilir.
Sanatın
tüm dallarında seçilen konu önemlidir. Ama belirleyici olan
getirilen yaklaşım, gösterilen özen ve özgünlüktür. Bu
açılardan yakaladığı düzey filmi çok özel bir konuma
çıkarıyor. Yapıtı ahlak kaygıları, toplumsal değerler gibi
açılardan eleştirebileceklerin bile olumlu niteliklerini
göreceğini sanıyorum.
Bunuel'in
filmini izledikten bir süre sonra gördüğüm Kupa Kızı (3) bu
tür bir uyarlamaya neden gerek duyulduğunu soran eleştiriler
almıştı. Özgün biçiminin çok sağlam hazırlanmış güçlü
yapısından dolayı böyle bir denemeden anlamlı sonuç alınması
kolay değildi. Belirli bir izlenme oranı yakalamış olabilir, ama
özgün bir katkı getirdiği sanırım söylenemez.
Bunuel
sinemada gerçeküstücülüğün babası olarak tanımlanıyor.
Madrid'teki üniversite eğitimi sırasında yakın arkadaşları
arasında Salvador Dalí ve Federico García Lorca varmış. Gündüz
Güzeli'nden sonra çektiği her filmin son olduğunu söylemiş ama
bu sözünü ancak 1977'de Arzunun şu Karanlık Nesnesi (4) ile
tutabilmiş.
Yaşama
bakışının ve amaçlarının tartışmalı yanları olsa da
Bunuel'in özgün bakış açısını ve görüşlerini yok saymak
kolay değil. Niçin film yaptığı sorulduğunda bu dünyanın
olabileceklerin en iyisi olmadığını göstermek için diyen,
kendisiyle Goya'nın karşılaştırılmasını saçma bulan, günümüz
kültürünün ne yazık ki ekonomik ve askeri güçten
ayrılamadığını ve bu yüzden de yöneten devletin kendi
kültürünü dayatabildiğini ve Ernest Hemingway gibi ikinci sınıf
bir yazara dünya çapında ün kazandırabildiğini söyleyip "John
Dos Passos ve William Faulkner Paraguay ya da Türkiye'de doğsalar
onları kim okurdu?" diye soran Bunuel'in bazı sözleri de
filmleri kadar dikkat çekici (5):
"Etik
açıdan hiçbir şey Oscar kazanmak kadar nefretimi çekemez."
"Din
olmadan seks tuzsuz yumurta pişirmeye benzer, günah arzu için daha
fazla fırsat yaratır."
"Kaderimizi
rastlantılara bırakarak yaşamlarımızın temel gizemini kabul
edecek cesareti bulabilsek, masumiyetle gelen bir tür mutluluğa
daha yakın olabilirdik."
"Belleğimiz
tutunuşumuz, duygumuz, hatta eylemimizdir, onsuz hepimiz bir hiçiz."
"Ne
mutlu ki fırsatlarla gizem arasında bir yerde düş gücümüz
bulunur, özgürlüğümüzü koruyan tek şey, insanların onu
azaltmaya ya da tümüyle yok edip öldürmeye çalışmasına
karşın."
"Bana
sanat görüşlerimi sormayın, çünkü yok. Yaşamımda estetik
kaygılar göreceli olarak az rol oynamıştır."
"Bir
yazar ya da ressam dünyayı değiştiremez. Ama kabullenmeyerek
karşı çıkmayı önemli ölçüde canlı tutabilirler."
Düşlere
özel bir yer veren Bunuel'in filmi bir orman sahnesiyle başlıyor.
Atların çektiği araba yolda ilerliyor. Yönetmen yardımcısı
Pierre Lary'nin yorumuna göre burada neredeyse pembe dizileri
çağrıştıran çok basit diyaloglar var.
"Sana
bir sır vereyim mi Severine? Seni her gün daha çok seviyorum."
"Ben
de seni, Pierre."
Catherine
Deneuve ve Jean Sorel de bundan rahatsız olarak düzeltmeye
çalışmışlar ve gidip Bunuel'e sormuşlar:
"Şu
şekilde konuşabilir miyiz? Çünkü bunu biraz aptalca buluyoruz."
Pierre
Lary, Deneuve'ün karaktere yaklaşımıyla öyküdeki Severine
arasında büyük bir fark olduğunu, bunun çekim boyunca sürdüğünü
söylüyor. Bir tarafta Bunuel'in ekibi, bir tarafta da Catherine
varmış. Gün sonunda ham filmler seyredildiğinde performansı
herkesi biraz hayal kırıklığına uğratıyormuş. Ancak aniden
bir mucize olmuş. Bunuel her zamanki gibi filmin
montajını
birkaç günde tamamlamış. Genelde öyle çekermiş ki değiştirecek
çok az şey olduğundan montaj sadece iki üç gün alır, bir sahne
diğerini izlermiş. Bunuel'le birlikte filmi baştan sona seyredince
hepsi çok şaşırmış. Çekimler sırasında karakteri hiç
anlamadığını düşündükleri Deneuve'ün olağanüstü bir iş
başardığını görmüşler.
İddialı
konusuna karşın çıplaklığa hemen hiç yer vermeyen filmde
dikkat çekici pek çok sahne var. Lary, Deneuve'ün şatoda
Musson'un oynadığı uşağın peşinde transparan bir duvak içinde
yürüdüğü bölümden söz ediyor. Ona hepsi "Hayır, hiçbir
şey görünmüyor" demişler. Deneuve daha sonra ham filmi
gördüğünde çok sinirlenmiş. Ama durumun kötülüğünün
tersine görüntü kusursuz olmuş.
Bunuel'in
oyuncularını yönetme biçimi olağanüstüymüş. Onlardan
anlatımına yardım edecek beden hareketleri, jestler istermiş.
Asla psikolojik tarifler vermez, nasıl konuşmaları gerektiğini
söylemezmiş. Yalnızca hareketlerini tanımlarmış. "Bu
replikte bardağı alıyorsun. Bunda içine su koyuyorsun, şu
replikten sonra da içiyorsun."
İnsanların
filmleri üzerine yaptığı yorumlar onu güldürürmüş.
Aralarında ilginç buldukları da varmış, bazı eleştirmenleri
severmiş.
Senarist
Jean-Claude filmin gerçekleştirilme sürecinde Bunuel'in çok
yakınında olduğu için ayrıntılı açıklamalar getiriyor.
"Bu
tırnak içinde erotik bir film" diyor. "Ama meme ucunu
bile göstermeyen bir erotik film. Çok şey ima ediyor ama hiçbir
şey gösterilmiyor. Göğüslerini göstermiyor ama çıplak sırtını
ve omuzlarını görüyoruz. Şatonun koridorlarında transparan bir
kıyafetle yürüdüğünü görüyoruz. Filmde üstü kapalı bir
erotizm var. Catherine diğer filmlerinde vücudunu çok daha fazla
sergilemiştir."
Deneuve'le
karşılaştıklarında Gündüz Güzeli'nden de konuşuyorlarmış,
oyuncunun konunun Gündüz Güzeli'ne gelmediği tek bir röportajı
olmuyormuş. Film dünyadaki Catherine Deneuve imajı ve kariyeri
için büyük rol oynamış. Sanatçı kendisini ilk kez orada
giydiren Yves Saint-Laurent'la bile bu film sayesinde tanışmış.
Ayrıntıların
bir sanat yapıtındaki önemi açısından bu konuyu ilginç buldum.
Saint-Laurent, Bunuel'in de desteğiyle, mini eteğin moda olduğu
bir dönemde çok kısa giyinmemesi için Deneuve'ü ikna etmiş.
Filmin ileride eski moda görünmemesi ve nesiller boyu dayanabilmesi
için eteğini uzatmışlar. Sonraki dönemlerde kıyafetler dikkat
çekmemiş.
Bunuel
oyunculara karakterin psikolojisini anlatmayı sevmez, "Senin
karakterin bunu şu yüzden söylüyor" demezmiş. Senaryoyu
yazarken doğaçlama tarzını korumaya çalışmışlar. Filmi
birbirlerine açıklamaya çalışmamışlar. Bunuel de oyunculara
anlatmamış. Ancak duruş ve hareketleri çok kesin biçimde tarif
etmiş. Kıyafetleri çok yakından gözlemlemiş ve
ışığı
sürekli izlemiş. Görüntüdeki karanlıkların doğurduğu
gizemden kaçınmış. Oyuncuları Japon tarzında yönetmeyi
denemiş. Örneğin "Bardağı iki değil bir parmakla tut"
dermiş.
Çekim
sırasında bile spontaneliği bir derece korumaya çalışırmış.
Jean-Claude bunu biraz eskimiş olsa da "gerçeküstücü
spontanelik" olarak adlandırıyor. Senaryoyu yazarken anlık
gelişmelere açık bırakıyorlarmış.
Senarist
Gündüz Güzeli'nin zor fark edilen detaylarının özellikle
konduğunu, gerçekle hayalin eşit derecede işlendiğini söylüyor.
"Bir tarafta gerçekler ve günlük yaşam, öbüründe yaşamayı
düşlediğimiz hayali yaşamlar. Gündüz Güzeli'nde ikisini
birleştirmeye kalkıştık" diyor. Filmin sonunda çözmeye
çalıştıkları sorunu hikayenin gerçek ve düşsel yanlarını
birleştirmenin gerekmesi olarak açıklıyor.
Filmin
başarısının doğru mu yoksa yanlış sebeplerle mi olduğunun
bilinemeyeceğini söylüyor. Gerçek bir Bunuel filmi olduğu, onun
istediği gibi gerçekleştiği için doğru, ya da fahişeleri konu
aldığı için yanlış nedenlerden ilgi görmüş olabileceğini,
bunun bilinemeyeceğini söylüyor. Sinema tarihinde az görülen bir
çalışma yapıldığını, Freud'un "karanlık kıta"
dediği kadın erotizminin keşfinin denendiğini anlatıyor.
Gündüz
Güzeli gerçekten de birçok açıdan yenilikler taşıyan, özgün
ve önemli bir yapıt. Temel aldığı romanın ötesine geçmesi,
psikolojik bir derinlik yakalaması, gerçeğin içine fantastik bir
boyut katması, yönetmen ve senarist iki erkeğin kadının erotik
fantezilerini anlatmaya kalkışması, bununla ilgili ayrıntılı
bir çalışma yaparak bu hayali bölümlerin tümüyle gerçeğe
dayanmasını sağlamaları, sonuçta Severine'i fantezilerindeki
doyuma gündüz düşlerinde asla ulaşamayan mazoşist bir kadın
olarak başarıyla perdeye yansıtmaları. Bunlar, her sahnesi ayrı
bir özenle çekilmiş bu başyapıtın
ulaştığı
kusursuz bütünlüğün arkasındaki nedenlerden yalnızca bazıları.
Filmin
zayıf bir noktası varsa bu, kadının erotik fantezilerini temel
alan psikolojik derinlikli bir filmi iki erkeğin yapmış olması
olabilir mi? Senarist Jean-Claude Carrière iki erkek olarak
Severine'le kadın fantezilerini geliştirip anlatmayı yeni bir
boyut katma fırsatı olarak gördüklerini söylüyor. Tüm
çabalarına karşın bunda yanlış ve eksik yanlar olabilir mi?
Üçüncü
bir erkek olarak konuya girip yorum yapmayayım. Bundan sonrasını
kadınlara bırakayım.
1.
Jacques Demy, Les parapluies de Cherbourg (Şerburg Şemsiyeleri),
1964, http://www.imdb.com/title/tt0058450/
2.
Luis Bunuel, Belle de jour (Gündüz Güzeli), 1967,
http://www.imdb.com/title/tt0061395/
3.
Başar Sabuncu, Kupa Kızı, 1986,
http://www.imdb.com/title/tt0304309/
4.
Luis Bunuel, Cet obscur objet du désir (Arzunun Şu Karanlık
Nesnesi), 1977, http://www.imdb.com/title/tt0075824/
5.
Biography for Luis Bunuel, http://www.imdb.com/name/nm0000320/bio