16 Şubat 2019 Cumartesi

Coca Cola İçen Terminatör


Terminatör (1) filmlerinde bu insansı makinelerden herhangi biri hiç Coca Cola içmiş miydi?

Filmin yazarları olarak yönetmen James Cameron'la birlikte Gale Anne Hurd ve ek diyaloglarda William Wisher Jr. adları geçiyor. Yenilmez bir robot suikastçı, kendi halinde yaşayan ama gelecek için tarihsel bir önem taşıyan garson bir kız, büyüdüğünde insanlığın makinelere karşı savaşına önderlik edecek doğmamış bir çocuk. Bunlar belirli kalıplara yaslanarak izleyiciyi etkilemek için bir araya getirilmiş ayrıntılar olarak değerlendirilebilir ama yine de insana seslenen bazı nitelikleri olduğuna kuşku yok. Amaçları ve düşünceleri yönlendirme çabalarıysa araştırılması gereken önemli konular. Bana gelince, korunmasız çocukluk dönemlerimde Süpermen gibi kahramanları dünyama kabul etmiş birisi olarak en azından bazı klişelerin üzerimde epey etkili olabildiğini itiraf etmeliyim.

Filmde böyle bir sahne var mıydı bilmiyorum, ama eğer gerçekten içtiyse rastlantı değildir kuşkusuz. Klişe bir espri bu içeceğin gücüne güç katmak için küçük bir araç olabilir. Aralara yerleştirilecek küçük ayrıntılar belleklere kazınarak davranışları etkilemeyi yıllarca sürdürebilir.

Arnold Schwarzenegger ile simgeleşen bu karakter tipinin filmlerinin gişe başarısı kuşkusuz bir rastlantıya dayanmıyordu. Yenilmez güç değişmez sistemin güvencesi olduğu için her zaman başvurulan bir simgedir.

Hakan Bilge soruyor: "Peki, neden A Clockwork Orange gibi filmler tehlikeli bulunuyor da Terminatör gibi metrekareye üç cesedin düştüğü filmler tehlikeli bulunmuyor? Hıh… Cevabı net değil mi? İktidarlar, hükümetler, ideolojiler veya sosyal sistemler kendilerine dönük tehlike arz eden filmleri eleştirirler, sansürlerler, olmadı yasaklarlar. Ama Terminatör gibi etliye sütlüye dokunmayan filmleri de uluslararası bir fenomen haline getirirler. Olup-biten aşağı yukarı budur. “A Clockwork Orange 2: Alex’in Yükselişi” veya “A Clockwork Orange 3: İngiltere Cadı Kazanı” gibi devam filmleri neden çekilmiyor zannediyorsunuz!…" (2)

Kuşkusuz benzer biçimde televizyonlarda çocukları korumak adına cinsellik katı sınırlarla yasaklanırken kanın, vahşetin ve öldürmenin nasıl bu denli rahat yayınlanabildiği sorulabilir.

Yenilmez robot savaşçılar ezilenler savaşmayı reddettiğinde yönetenlerin savaşacak kitleleri nereden bulacağını soran Brecht'in sorusuna acımasız bir yanıt veriyor. Günümüz egemenleri gerçekten geleceğin askeri, insansız hava ve kara araçları gibi teknolojilere yöneliyorlar. Bunda savaşın getirdiği acıların gittikçe daha fazla tepkiye yol açmasının, özellikle gelişmiş ülkelerde gerçek insanları ölüme göndermenin zorlaşmasının payı büyük. Bitmek bilmeyen güç ve egemenlik savaşı, kontrollu bir baskının sürdürülmesini dünyayı yönetebilmek için zorunlu kılıyor. İnsanlık ve felsefe gibi kavramlar bu genel resmin içinde cephede okunan bir şiire benziyor. Politika ve ideolojiler ekonomik çıkarları korumak adına en az silahlar kadar öldürücü olabiliyor. Sanat ve psikoloji tartışmaları sanki başka bir dünyada yapılıyor. Gerçeğin pek uzağında kalıyorlar.

Coca Cola terminatörden güçsüz görünmüyor. Büyük sanayi ve finans devleri kriz fırtınalarında yaprak gibi sallanır, bazıları dökülüp kururken o canlılığını koruyor.

Nasıl?

Basitmiş.

"Şaşırt, konuştur, yayılsın!" (3)

Marka ve pazarlama konularında yazan Fatoş Karahasan'ın Coca-Cola Şirketi Entegre Pazarlama İletişimi Kıdemli Başkan Yardımcısı Wendy Clark'tan aktardıklarını okuyunca nedense aklıma bir soru takıldı. İnsanlığın sonu bile gelse gazlı içecek fabrikaları robotlar için üretim yapmayı sürdürür mü? Coca Cola terminatörden bile güçlü mü?

İstanbul'a gelen Clark'ın üç sözcükle özetlediği formül bize ne anlatıyor? Yeni iletişim olanaklarından yararlanarak yapılan "Daha iyi bir dünyaya inanmak için tam #bimilyonnedenvar!" gibi kampanyalar izleyicileri mutluluk üzerine düşünmeye davet ediyormuş. Hedefleri gençler olduğu için öncelikleri müzik ve spormuş. Clark şirketiyle gurur duyuyormuş. Geçmişte dünyanın en fazla su kullanan üreticilerinden biriyken 2020'de bunu tümüyle nötr hale getirmeyi hedefliyorlarmış. Dünya Doğal Yaşam Federasyonu (WWF) ile işbirliği yapıyorlar, karbon salınımı konusunda Greenpeace ile çalışıyorlarmış. 2020'ye dek beş milyon kadın girişimciye yer vereceklermiş." Amerikan karşıtı tavırlar bile markalarını çok etkilemiyormuş. Amerika'ya tepkilerin yüksek olduğu dönemlerde bile marka skorlarının yükseldiğini gözlemişler. Küresel ölçekte oldukları halde yerel kültürlere de yakın olmayı ve davranmayı istiyorlarmış. Çok yerel olup küresel davranmaktan vazgeçince marka özlerinden, çok küresel davranınca da yerel kültürlerden uzaklaşıyorlarmış, bu yüzden dengeyi doğru ayarlamaya çalışıyorlarmış.

Wendy Clark'ı bu söyleşiyle tanıtan Fatoş Karahasan Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü’nde Öğretim Üyesiymiş. Bütünleşik Pazarlama İletişimi, Dijital Pazarlama, İletişim Becerileri, Reklamda Güncel Konular başlıklı dersler veriyormuş. Milliyet gazetesinde “Markalar-Trendler” köşesinin, Capital dergisinde “Pazarlama” bölümünün yazarıymış. İş yaşamına 1989'da bir reklam ajansında direktör olarak başlamış. Procter&Gamble, Fiat, Philips, Arçelik, Milliyet, Radikal, Posta, Beko, Toys ‘R Us, Kent, Alarko, HP, British Airways, BAT, İstikbal, TEB gibi markalara hizmet vermiş. 2000-2002 arasında D’Arcy Istanbul üst yöneticiliğini yapmış. Daha sonra kariyerine danışman olarak devam etme kararı alarak gıda, mobilya, ev dekorasyonu, yapı ve inşaat, giyim, medya, finans ve perakende sektörlerinde faaliyet gösteren kuruluşlara marka yönetim projeleri oluşturmuş, eğitim çalışmaları yürütmüş. Pek çok konferansta moderatörlük ve sunuculuk görevi üstlenmiş. Capital ve Ekonomist dergilerinin “Anadolu Markaları” projesi çerçevesinde, Anadolu’daki illerde sunumlar yapmış. Dergi ve gazetelerde makaleleri yayınlanmış. Fransızca’dan “Reklamcılık” ve “Siyası Pazarlama” kitaplarını çevirmiş. “Vasat Reklamdan Nasıl Kurtulunur?” ve “Taşlar Yerinden Oynarken” Dijital Pazarlamanın Kuralları" başlıklı kitapları varmış. (4)

"Birçok kez hayranlıkla fotoğrafını seyrettiğim bu eşsiz manzaranın içinde dolaşmak inanılmaz bir duygu. Bugünlerde kıyamet söylentileriyle gündemde olan Peru’nun her köşesi ayrı bir sahne... Ruhlarında barış olan ve kıskançlık taşımayan bir halk..." (5)

Koka yapraklarının Coca Cola ve anestezi için kullanıldığını yazan Ömer Burhanoğlu böyle bir tanıtım yapmış. Peru'nun Cusco havaalanına inenler önce oksijen tüpü ve koka çayıyla tanışıyorlarmış. Bunların her ikisi de yüksekliğe bağlı rahatsızlıklara iyi geliyormuş. Peru'yu "başkasının patatesinde gözü olmayanların ülkesi" olarak nitelemiş. Ama galiba koka yapraklarında gözü olanların sayısı epey fazla. Bunlar trans alemlerinin de başoyuncusuymuş. Üç yaprak kokayı üfleyip dilek tutmak kutsal bir ritüelmiş.

Ruhlarında barış olan ve kıskançlık taşımayan bir halk. "Bana yetecek kadar patatesim varsa başkasının patatesinde neden gözüm olsun ki?” örneği veren bir rehber. "Servet eşittir patates” söyleminin yarattığı sevimli kavram karmaşası. Metropollerin telaşıyla göstermek ve anlatmak için yaşayan günümüz insanının çaresizliği. Peru’da basitlikle gelen bir mutluluk.

Coca Cola fabrikası Türkiye'de ilk yerli otomobil tesislerinden epey önce açılmıştı. Çok tepki de çekmişti ama inşaatlardaki bol ekmekli öğünlerden lüks iftar sofralarına yoksulların ve zenginlerin umulmayacak bir ortak yanı olarak günümüzde bile dimdik ayakta.

Geleceği kestirmek zor. Ama geçen onca zamana karşın tüketiminin ve marka değerinin bu denli yüksek olması Coca Cola'yı sistem için önemli bir simge yapıyor. Ya da kitlelere önerilen yaşam biçimi için gerekli olduğundan sürekli yükseltiliyor.

Coca Cola sistemin son kalesi mi? Onun, gazla şişirilmiş bu şekerli suyun sonu geldiğinde serbest piyasanın, yeni denen dünya düzeninin ve tüm mekanizmalarının da sonu gelmiş mi olacak? Bağımlılık yapan ucuz kolayla ve yalnızca bol enerji veren değersiz besinlerle yaşamlarını sürdürenler bir gün "Uyuşturulmaya ve uyutulmaya hayır" derler mi?

....

"Afişe Çıkmak, 1963-1980: Solun Görsel Serüveni" Yılmaz Aysan’ın bir belgeleme çalışmasına dayanıyor, 60’lar ve 70’lerden esintiler getiriyormuş. (6) O yıllarda Coca Cola da önemli oyunculardan ve simgelerden biriydi. Dönemi düşününce Selçuk Demirel "Devrimle cennet aşağı yukarı aynı anlamdaydı" demiş. (7)

Coca Cola satışlarını sürekli artırdı. Cennete inananlar ona yaklaşma çabalarında ne ölçüde başarılı oldular? Öğrendiler, geliştiler, yeniden doğdular mı?

Ece Temelkuran son yılın büyük bölümünü Tunus'ta geçirip "Düğümlere Üfleyen Kadınlar" romanıyla dönmüş. (8) "Ben bu kitabı yazmadan önceki bir yıl Kuran-ı Kerim çalıştım. Bu kadar kadim bir metne Türkiye edebiyatında niye doğru dürüst atıf yapılmıyor?" diye sormuş. "Keşke erkek olsaydım da beni de kadınlar sevseydi" yorumunu yapmış.

ABD Ankara büyükelçiliğinde intihar eylemiyle güvenlik görevlisi Mustafa Karasu'yla birlikte yaşamını yitiren Ecevit Şanlı, Gülsüm ve Sadık Şanlı’nın yedi çocuğundan biriymiş. Örgüt üyeliğine varan öyküsü ilk gençlik yıllarında köyünü terk etmesiyle başlamış. (9)

Yaşam hep bu kadar zor mu olmak zorunda? Doğanın umutlu güzelliği niçin insana böyle uzak?

....

İnsanın bugünkü düzeninin doğanın en büyük yanlışı (10) olduğunu anlayanların sayısının artmasını iyimser bir umutla, ya da gerçekçi bir karamsarlıkla, ama mutlaka sabırla beklemek gerekiyor. Sanırım temel soru da bu süreçte ne yapılması gerektiği.



1. James Cameron, The Terminator, 1984, http://www.imdb.com/title/tt0088247/

2. Hakan Bilge, Tom & Jerry ve Çizgi Filmlerde Şiddetin Parametreleri, http://www.sanatlog.com/sanat/tom-jerry-ve-cizgi-filmlerde-siddetin-parametreleri/

3. Fatoş Karahasan, Şaşırt, konuştur, yayılsın!, http://www.milliyet.com.tr/-sasirt-konustur-yayilsin-/fatos-karahasan/pazar/yazardetay/09.12.2012/1639105/default.htm

4. Fatoş Karahasan, Kimdir?, http://www.fatoskarahasan.com/kimdir/

5. Ömer Burhanoğlu, Başkasının patatesinde gözü olmayanların ülkesi, http://www.milliyet.com.tr/baskasinin-patatesinde-gozu-olmayanlarin-ulkesi/pazar/haberdetay/09.12.2012/1639085/default.htm

6. Yılmaz Aysan, "Afişe Çıkmak, 1963-1980: Solun Görsel Serüveni", İletişim, 2013

7. Afişe çıkmak bir kızla veya oğlanla çıkmaya benzemez, http://www.milliyet.com.tr/-afise-cikmak-bir-kizla-veya-oglanla-cikmaya-benzemez-/pazar/haberdetay/03.02.2013/1663946/default.htm

8. Asu Maro, Politika da yaparım, kahkaha da atarım, http://cadde.milliyet.com.tr/2013/02/08/YazarDetay/1663920/Politika_da_yaparim__kahkaha_da_atarim

9. Eylemcinin profili, http://gundem.milliyet.com.tr/eylemcinin-profili/gundem/gundemdetay/03.02.2013/1663784/default.htm

10. Mehmet Arat, Doğanın En Büyük Yanlışı: İnsan, http://blog.milliyet.com.tr/doga-nin-en-buyuk-yanlisi--insan/Blog/?BlogNo=352989

15 Şubat 2019 Cuma

Pak Parti


PKK kendisine Pak Parti denmesini istedi.

Bu haber başlığını görenler uzun süre düşündükleri halde bir anlam veremediler. Neydi bu PKK, nereden çıkmıştı, neden şimdi böyle bir açıklama yapıyordu?

Bazıları yaşadıkları hızlı iletişim çağının gereklerini yerine getirerek hemen unuttular, başka dünyalara dalıp bir daldan diğerine sekerek gezintilerini sürdürdüler.

Pek azı konuyu araştırmaya değer gördü. Kısa bir uğraştan sonra bazı bilgilere ulaşabildiler.

....

İlk izlenimleri haber yeni olsa da konunun epey geride kalmış olmasıydı. Geçmişteki bazı olaylarla ilgili yeni kaynaklar bulunmuştu. Anlamakta zorlandıkları bir kavrama ulaşmışlardı. Bölücülük. Uzun süredir çatışmalardan, savaşlardan uzak yaşadıkları için ayrı düşmek nedir bilmiyorlardı. Nefretten, düşmanlıktan tümüyle habersizdiler. Konuyla ilgili buldukları bir metni yorumlayarak anlamaya çalıştılar.

"Bölücülük. Bunu anlatmak kolay değil. Bir örnek vereyim. Yağmur yağdı yağacak bulutlu bir sonbahar gününde Tayyar Bey eline keskin bir bıçak alıp olgunlaşmış parlak, bir yanı kırmızı elmayı ikiye ayırırsa kim bölücü olur? Yarısı yeşil elmanın parçalarından biri mi? Onu kesen bıçak mı? Bıçağı elinde tutan Tayyar Bey mi? Yoksa ona 'Bu elmanın yarısı yeşil, yarısı kırmızı. Bir yanı güneş görmüş, olgunlaşmış, serpilip gelişmiş. Diğer yanı geri kalmış. Toprağın suyundan, güneşinsıcaklığından yararlanamamış. Kesip ayırmalısın ikisini birbirinden' diyen bir başkası mı?"

Bu tuhaf paragrafı kim, ne zaman yazmıştı? Bu konuda bilgi yoktu. Ama şu an içinde oldukları kardeşlik ortamından çok önce olmalıydı mutlaka. Çünkü gördükleri diğer yazılar, haberler hiç de güzel bir ilişkiyi anlatmıyordu. Çıkar çatışmasıyla beslenen nefret ve hoşgörüsüzlüğün getirebileceği sonuçların en acı örneklerini görüyorlar, bunlarla karşılaşmaya alışmamış yürekleri derin bir acıyla yanıyordu.

....

Pak Parti'yle ilgili araştırmalarından bir sonuç alamadan bu kez bir Akça Parti'yle karşılaştılar.

Buldukları not "Akça Parti kararıyor mu?" diye başlıyor ve içinde şöyle deniyordu:

"Öteden beri AKP'nin kısaltma olarak Akça Parti kullanılmasını istemesini pek anlayamadım. Aydınlanma ve Kurtuluş Partisi'ne niçin böyle densin ki? Ya PKK bu kısaltma bizi kötü gösteriyor, bize Pak Parti densin derse ne olacak? Ama sonuçta her bireyin, her kurumun başkalarına zarar vermediği sürece dilediğini düşünme, söyleme ve isteme hakkı vardır."

Daha sonra anayasa tartışmalarından söz ediliyordu. Notları okumadan önce bunun anlamını öğrenmeleri gerekti. Çünkü yaşamlarında yasaların ne kendisi, ne anası, ne de babası vardı. Epey çaba harcadıktan sonra bunların ilkel toplumlardaki insanlar ve gruplar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar dizisi olduğunu anlar gibi oldular. Bir gezegende yaşayanların ne kendilerine, ne birbirlerine, ne geçmişlerine, ne de çocuklarının geleceğine saygısı yoksa, davranışlarını tümüyle bencillikleri ve çıkarları belirliyor, çatışmalarda üstün gelen her istediğini yapabiliyorsa işlerin çok da kötüye gitmemesi için bazı önlemler alınması gerekiyordu. Hukuk denilen genel bir doğruya uymaya çalışarak önce genel, sonra özel kurallar hazırlanıyordu. Yine de bu uygulamalar kesin çözüm getirmiyordu, çünkü gücü eline geçiren hepsini dilediği gibi çarpıtıyor, değiştiriyor, bildiğini okuyordu.

Anayasayı araştırırken bir yazıda (1) karşılaştıkları sansür sözcüğü başlarına iş açtı. Bunun ne olduğunu anlamak için epey kafa yordular.

O koşulları tümüyle anlamaları olanaksızdı. Yine de bir an için orada olduklarını düşündüklerinde büyük bir üzüntü duydular. Acımasız kalabalığın içine düşmüş duyarlı, güzel insanlar büyük zorluklara katlanmış olmalıydı.

Sonra insanların hak ve özgürlüklerini korumayı güvence altına alması beklenen anayasayla ilgili buldukları notları anlamaya çalıştılar.

"Ama anayasanın eşitlikle ilgili maddesinde yürütme ve yasama gücünü elinde tutan tarafın mutlak anlamda eşitliğe, ayrımcılık yasağına, sosyal dışlanmaya karşı güvence verilmesine, devletin pozitif yükümlülüğü ve kadın erkek eşitliği gibi temel kavramlarda düzenleme yapılmasına karşı çıkmasına bir anlam veremedim. Yönetimde olmak, güç, insanı değiştirebilir. Ama yine de sorumluluk, sağduyu ağır basmalı. Haklı isteklere kulak tıkamak, zorla, baskıyla, katı sınırlarla insanları ve toplumu dönüştürmeye çalışmak olumlu sonuçlar vermiyor. Üstelik çok ağır bedeller ödenmesine yol açabiliyor. İletişimin, düşüncenin, bilimin önünün en azından teknik olarak böylesine açılmış olduğu bir çağda özgür bir gelecek diliyorum."

Geçmişi anlamak kolay değildi. İletişim, düşünce ve bilim sözcüklerinde bir sorun yoktu. Artık bunların tümü sonsuz bir özgürlüğe kavuşmuştu. Yeryüzünü paylaşan insanlar doğanın bir parçası olduklarının bilincindeydiler. Hem birbirlerini, hem de gezegeni paylaştıkları tüm canlıları her an yüreklerinde hissediyorlardı. Ama baskı ve sınır kavramları onlar için bir anlam taşımıyordu. Ancak çok uzun bir araştırma ve okuma programından sonra biraz olsun atalarının bir zamanlar yaşadığı sıkıntıları anlayabildiler.

Bir başka notta "Anayasayı cinsellik ve mahalle baskısı tıkadı" deniyordu. Cinselliğin yalnızca nüfus artışı sağlamak ve çocuk yapmak için yaşanması isteniyor, bunun dışındaki yaklaşımların yanlış olduğu söyleniyordu. Özgürlüklerinin gücüyle yaşadıkları mutluluğu düşününce bunu da anlamaları kolay değildi.

"En az üç çocuk önerisi batıda kabul görse bile artış hızı uzak bölgelerdekine yetişemez. On yıl, yirmi yıl sonra oradaki nüfus ezici bir çoğunluğa ulaşabilir. Geçmişte bugünün güçlü partisine kayan avantaj o bölgede yaşayanların destekleyeceği bir başkasına kayabilir."

Burada ne söylendiğini pek anlamadılar. Seçim, propaganda, oy almak ya da satın almak, yönetimi ele geçirmek için her türlü yolu deneyerek kendi çıkarlarına yatırım yapmak tanıdıkları kavramlar değildi. Fazla üzerinde durmadan geçtiler.

Beynin değişkenliği ve aşkı konu alan not epey ilgilerini çekti. Onlar için geçmişten gelen böyle bir not bulmak, taş devrinden kalmış bir bilgisayar bulmaktan farksızdı. Notta bilim insanlarının cinsel tercih konusundaki çalışmalarından söz ediliyor, bazıları cinsel tercihin doğuştan geldiğini söylese de yıllarca heteroseksüel olan ve hiçbir biseksüel geçmişi olmayan insanların bile homoseksüel aşk yaşayabildiği anlatılıyordu.

Notlardan birinde insanın doğaya verdiği zarardan söz ediliyordu. (2)

Çevreye ve topluma karşı duyarlı olmaya çağıran notlar onları duygulandırıyor, kendilerini borçlu hissediyorlardı. Yaşadıkları güzel dünyayı işte bu tür kişilere borçluydular, kim olduklarını bilmeseler de onları kendi ataları olarak kabul ediyor, seviyor, saygı ve minnet duyuyorlardı.

....

"PKK kendisine Pak Parti denmesini istedi."

Haberin kaynağı olan notta böyle yazıyordu.

Tarih 29 Ekim 2023 olarak atılmıştı ama ayrıntılı bir inceleme yapmadan bunun gerçekten bu zamanda mı, yoksa çok daha önce mi yazıldığını bilebilmek olanaksızdı.

Amed adı verilen bir yerde yapılan açıklamadan söz ediliyordu.

Yazıda geçmişte karşılıklı yanlışlar yapıldığı, ancak dönemin başbakanının önerilerini dikkate alan yoksul bölge insanlarının üstün doğurganlığının önce bölgede, sonra da genelde diğerlerini azınlık durumuna getirdiği belirtiliyordu. Bundan sonra yeni bir sayfa açılacağı, partinin eski kısaltmasının hem kötü çağrışımlar yapan söyleniş biçimi, hem de geçmişte yaşanan üzücü olayları anımsatması nedeniyle artık kullanılmayacağı söyleniyordu.

"Partilerin Kardeşlik Kuruluşu olarak açıldığımızda kısaltmamızın PKK olacağını hiç düşünmemiştik. Geçen yıllarda kısaltmamız adımızdan çok yıprandı. Sorunları geride bıraktığımız, gerçek kardeşlik, barış ve dayanışmanın ışıklarını gördüğümüz bu koşullarda yaptığımız değişiklikle "Partiler Arası Kardeşlik" oluşumunun yaşama geçmesinin mutluluğunu yaşıyoruz."

....

Gördükleri haberle ilgili gerçeği araştıranların buldukları son not bu oldu. Geçmişle ilgili yeni izler taşıyarak günlük yaşamlarına döndüler.



1. Burcu Cebesoy, Sinemada Sansür, http://www.sanatlog.com/etiket/sansur-sistemi-ve-anayasa/
2. Mehmet Arat, Doğanın En Büyük Yanlışı: İnsan, http://blog.milliyet.com.tr/doga-nin-en-buyuk-yanlisi--insan/Blog/?BlogNo=352989