11 Ocak 2019 Cuma

Derin Devlet Nasıl Kurulur?


Toprağın epey altında yapılan kazıların ve yıllar süren araştırmaların sonucunda doğaya yıllarca direnmiş naylon bir poşetin içinde ele geçirilen el yazmaları büyük bir ilgi ve tartışma yarattı.

Sayfaların üzerinde çoğunlukla kısa notlar vardı. Sıralama biraz karışmıştı. Başlangıcını bulmak kolay olmadı. Yazılar ilginç bir başlığın altında toplanmıştı.

"Derin Devlet Nasıl Kurulur?"

Bilim insanlarının konuyla ilgili genel bazı bilgileri ve düşünceleri vardı ama yaşamın son derece kolay ve saydam olduğu bir dönemde yaşadıkları için devlet kavramını anlamaları bile kolay değildi. Hele derinlik bölümü onlar için çözülmesi olanaksız görünen bir bulmacaydı.

Ama işleri bilinmezi öğrenmek olduğu için yılmadılar. Notları okudukça tarihin sayfalarını da sabırla açmaya başladılar.

....

Notlarda, bulunan bir rapordan söz ediliyordu.

"Bu rapor bir rastlantı sonucu elime geçti. Gelişmekte olan ülkelerde kalkınmayı hızlandırma ve ekonomik sistem içine alma konularında basit ama yararlı bilgiler veriyormuş. Uluslararası bir yardım kuruluşu ya da vakıf hazırlamış gibi görünüyor ama herhangi biri de yazmış olabilir."

Sonra bir tür özür dileniyordu.

"İletişim olanaklarının arttığı, yönetimlerin saydamlaştığı, ekonomik gelişmenin genel sorunları çözecek bir aşamaya ulaştığı bir dönemde böyle bir rapora anlam veremedim. Bir şaka olmalı diye düşündüm. Yine de ilginç noktalarını paylaşayım dedim."

Ardından rapora geçmeden önce bazı konuların anlaşılması gerektiği belirtiliyor, akıcı bir dille derin devlet simgeleri sıralanıyordu.

"Derin devleti anlamak için temel öğeler ekonomik güç, politik kontrol, yasama yargı ilişkisi, basın ve sivil örgütler üzerindeki yönlendirme ve tehdit sistemleri, denetim mekanizmalarının etkisizleştirilmesi, isteneni elde etmek için gerekenlerin sorunsuzca yapılabileceği bir sürecin planlanarak uygulanmasıdır. Sonuçta sistemleri çalıştıran insanlardır. Yürütme gücünü yasama organı meclisten alır. Yetkisini kullanarak yargı, iç dış güvenlik ve basın kadrolarını belirler. Onları yönlendirebilirse önünde hiçbir engel kalmaz. Artan gücü karşısında yalnız ve umutsuz kalmış bireyleri sindirir, istediklerini rahatça yapabilir" deniyordu.

Bir derin devlet yapılanması için çalışmaya başlamadan önce yanıtlanması gereken ilk soru şuymuş: "Mevcut derin devleti dönüştürmek mi, yoksa yeni bir derin devlet kurmak mı amacımıza daha uygun?"

Eskiyi değiştirmek çoğunlukla daha kolay ve ucuz oluyormuş. Sistemin iyi çalışması için genelde uygulanan yöntemlerin kişiler arasında da benzer biçimde yaşanması gerekiyormuş. Topluluklar ve bireyler başyöneticinin dediklerini sorgulamadan kabul etmeli, istenenleri yapmalı, ona yakışır paydaşlar olmalıymış. Aynı biçimde, her şirkette, kuruluşta, eşler ve çocuklar arasında da egemenliği simgeleyen her kimse ona mutlaka uyulmalıymış.

Notları yazan burada kendisinden nefret ettiğini söylüyordu.

"Bu raporu bulana dek bazı davranışlarıma bir anlam veremiyor, bir türlü anlayamıyordum. Eşimi, oğlumu, kızımı ne çok incitmişim. Kendim yapılması gerekenlere yetişmek için kıvranırken onların rahatlıklarını kıskanmışım. Bir yandan da geleceklerini güvence altına alabilmek için benim gibi çarkların bir parçası olmalarını istemişim. Açıkça böyle düşünmesem, söylemesem bile onları hep bu kalıba sokmaya çalışmışım."

Bir gazetecinin yazdığı kitabı almak istediğini yazmıştı.

"Bugün bir kitap (1) gördüm. Alayım dedim ama kapağı beni ürküttü. Gizli örgüt nasıl kurulur? Böyle başlık mı olur? Öyle olmasa rapordaki bazı noktaları daha iyi anlamak için alıp okuyabilirdim. Devleti ve anayasal düzeni korumak, kollamak ve muhafaza etmek için yapılan bir harekatı ve bunun sonuçlarını öyküleştirmiş. Bizim baba dediğimiz devlet güya sermayenin örgütlü gücüymüş. Hep sermayeyi koruyup kollarmış. Bu yüzden tehlikeli gördüğü kişileri, kurumları ve düşünceleri sürekli baskı altında tutar, gerekirse yok edermiş. Denetleyemediği küçücük bir ilçede askeri darbeyi fırsat bilerek muhaliflerini işkenceden geçirmiş. Olmayan suçlar ve suçlular üretmiş. Ama beklemediği bir dirençle karşılaşmış. Gerçek bir trajedi yaşanmış. Konu ilgimi çekti ama kitabı alamadım. İçindekiler doğru bile olsa böyle bir kitapla görülmek istemem. Hele oğlum, kızım bunların varlığını bile bilmemeli. Kolay av olmamak için sürüden pek ayrılmamak gerek."

Raporda da gizli örgütlere yer verilmesine biraz şaşırdığını söylüyordu.

"İlk bakışta çok ilgisiz gibi görünse de derin devlet kurmak isteyenlerin başvurabileceği ilk kaynaklar gizli örgütlerin tarihi, yapısı ve dinamikleriyle ilgili araştırma ve kitaplar olabilir. Elbette buradan devlet ve örgüt, derin ve gizli, hele derin devlet ve gizli örgüt kavramları arasında bir ilişki ya da yakınlık olduğu sonucu çıkarılmamalıdır."

Notları yazan devlet ve katliamlarla bir ilişki kurulmasını asla anlamıyor, kabul etmiyordu.

"Bazı durumlarda çeşitli nedenlerle köylerden göç alan kentlerdeki çarpık yapıdan yararlanmak gerekir. Etkisi artan kesimleri susturmak, gündemi değiştirmek, devletin amaçlarına uygun yeni bir hareket başlatmak amacıyla yaygın kabul gören görüş ve duyguları yükseltip sahneye sürmek en etkili yöntem olabilir. Bununla da sonuç alınamazsa zararlı otları kökünden söküp atmak en iyi çözümdür."

Raporda devletin saygın üyelerine kara planları acımasızca uygulayan basit memurlar olarak bakılmasına isyan ediliyordu.

"Hızlıca karar alarak etkili bir operasyon yapmalarını, ya da belirli durumlarda ses çıkarmayıp tümüyle hareketsiz kalmalarını sağlamak için sivil ve askeri başkanlar ile üst düzey yöneticiler içinde olmak üzere tüm kilit noktalara dolaysız ve hızla ulaşılabilmesini sağlayacak mekanizmalar kurulmalıdır. Etkili her kurumun içinde sessizce, bazen soluk bile almadan yıllarca, bekleyen dostlar bulunması için sabırla çalışılmalıdır. "

Raporla ilgili notların sonraki bölümlerinin bu kavramlara yabancı olan bilim insanları için anlaşılması çok zordu.

....

"Binlerce operasyon tek bir kişi yapıyormuş gibi planlanıp uygulanmalı, sistem İsviçre saati gibi çalışmalıdır. Kararların doğru alınıp başarılı uygulanması için gereken özen gösterilmelidir. Gerekirse çeteler, karşıt güçler, her türlü olanak kullanılmalıdır."

"Destekleyen güçleri küstürmemek, askeri polisi siviliyle bir arada tutabilmek için gerekenler yapılırken oluşabilecek tepkilere karşı hazırlıklı olunmalı, karşı sesler etkisizleştirilmeli ya da tümüyle susturulmalıdır."

"Hiçbir suçun cezasız kalmayacağı söylenmeli, ama bu durum yalnızca devlete karşı işlenenler için geçerli olmalıdır. Diğerleri umursanmamalı, hele yönetime yakın kişiler işin içindeyse davaların zaman aşımından düşmesi sağlanmalıdır."

"Gelen her eleştiri önemsenmeli, geçerli savunmalar hazırlanıp bir programla kamuoyuna sunulmalıdır. Ölü ele geçirilen örgüt üyeleri silahsız olsa, aralarında çocuklar bulunsa bile bir evin çevresini saran polislerin içeri dalıp operasyon yapmalarını, sessiz kalabalığın içinde polis kurşunuyla vurulanlar olmasını savunmanın yolları bulunmalıdır. Kendilerini korumak için taciz ateşi açtıklarını söylediklerinde bunun kabul görmemesi açıklamayı yapanların sorunudur. Derhal gerekli düzeltmeyi yaparak ikna süreçlerini başlatmalıdırlar. Sağ yakalamak için ellerinden geleni yaptıklarını söylemeli, ikna olmayanları kulise götürerek ikna etmeli, gerekirse sahneye dönmelerini engellemelidirler."

"Zorunlu durumlarda derin devletin varlığı kabul edilerek suçlanmalı, ama o mekanizmanın parçası olan kişilerin güvenliği ve rahatı mutlaka korunmalıdır. Öncelikle soruşturma açılmaması için çaba harcanmalı, kısa süreli görevden uzaklaştırma, para ve hapis cezaları sonra düşünülmelidir. Durum tehlikeli boyutlara varırsa devlete hizmet etmiş kişilerin güvenliği sağlanmalıdır."

"Vurun aslanlarım, belden aşağıya sıkmak yok, teslim almayın" gibi anonslar açıkça duyulmuş olsa bile huzur ve güven ortamını sağlamanın ne kadar zor olduğu, güvenlik güçlerinin büyük riskler altında çalıştığı unutulmamalıdır. Devletine hizmet etmeye çalışan sonuna dek korunmalıdır."

"İnfazlardan, katliamlardan, komplolardan, sabotajlardan, provokasyonlardan, ölümlerden, kayıplardan, annelerin acılarından söz edenler olduğunda tartışmaların bulanık ve soyut bir ortamda yapılması için gerekli konuşmacılar önceden hazırlanmış olmalı, demokrasiden ve adaletten söz ederek hukuk devleti olmanın önemini vurgulamalıdır. "

"Hükümetin, parlamentonun ve basının desteğini almak, en azından böyle bir hava yaratmak önemlidir. İnsan hakları boyutuna önem verildiği, ama milyonlarca insanın güvenliği için operasyonların sürdürülmesi gerektiği söylenmelidir."

"Devlet terörü, işkence ve insan hakları sorunları olduğu kesinlikle kabul edilmemelidir. Bunların polisin rahat çalışmasını önlemek için amaçlı olarak öne sürüldüğü vurgulanmalıdır. Katliamlar için kurşun yerine çiçek mi atsaydık gibi açıklamalar yapmak zorunda kalmamak için gizliliğe önem verilmelidir. Bir yandan da yüksek devlet çıkarları için standart uygulamaların dışına çıkılabileceği düşüncesi işlenerek kabul görmesi sağlanmalıdır."

"Devletin çıkarlarının yüceliği ve bunu savunmak esastır. Derin devletin varlığı duruma göre kabul de inkar da edilebilir, ancak yapısı mutlaka korunmalı, büyük riskler alarak ona hizmet edenlerin güvenliği mutlaka sağlanmalıdır."

"Derin devletin yalnızca bir bölgede başarılı olamayacağı unutulmamalıdır. Bunu gözardı etmenin sonuçları ağır olabilir. İç destek kadar dışarıda da kabul görmek önemlidir. Bu kavram yalnızca belirli bir yer için kullanılsa da her yerde farklı biçimlerde benzerleri gözlenebilir. Uygulamaları değişik görünse de her devletin açık ve gizli yanları bulunur."

"Kişi veya kurumların devlet yetkisini yasallık sınırları dışında kullanmaları ve benzeri biçimlerde yapılan derin devlet tanımlarına karşı çıkılmalıdır. Yasalar güçlü olanın yazdırdığı karmaşık görünümlü basit yazılardır. Hele yeni teknoloji düzeninde sil ekle ve kopyala yapıştır yöntemleriyle hızla değiştirilebilirler."

Son çare olarak derin devletin bizzat devletin kendisi olduğu söylenebilir. Ne de olsa insanlar belirsizliklerden ve gelecekte başlarına gelebilecek acı olaylardan korkarlar. Güçlü ve koruyucu bir baba olarak devlet karşısında eğilmeyi, ona güvenip sığınmayı yine de kabul edebilirler."

....

Bilim insanları önlerinde duran küçük kağıt parçalarındaki notları incelemeyi bitirince birbirlerine baktılar. Okuduklarının tümünü, bunların arkasında yatanları anlamamışlardı ama bildikleri ve onları çok mutlu eden bir gerçek vardı. Kendi dünyalarında böyle bir kavram yoktu. İnsanların güvenliğini sağlamak için ölüm sanayilerinin kurulması, barış için kararlar alınması gerekmiyordu. Savaşın son çare olduğu söylenirken sürekli çatışma yaşanmıyordu.

İçlerinden biri araştırmalar sırasında okuduğu eski bir filmle ilgili yazıdan (2) söz etti. Ne kadar önce yazılmış olduğunu bilmiyordu. Belki yirmi, belki elli, belki çok daha fazla diyordu. Okuduklarından aklında kalanları şöyle anlattı:

"Japonya'da bir fabrika yöneticisi. Çalışanlarına bir konuşma yapıyor. Hepsi asker gibi dizilmiş, onu dinliyor. Herkes sessiz, hiçbir tepki vermiyorlar. Hipnotize edilmiş, büyülenmiş gibiler. Erkekler, kadınlar ve çocuklar bir ailenin bireyleri gibi, devlet mekanizması ürünü olarak gösteriliyorlar. Filmdeki askeri anlayışın bir tür ideal devlet düzenini yansıttığı yorumları yapılmış ama buna tam olarak karşı gelmiyormuş. Evrende insanın yapabileceği hiçbir şey kalmadığında çaresizlikten doğan bir sınırı, insana ve insanlığa karşı koşullar ne olursa olsun umudunu kaybetmemeyi anlatıyormuş. Kadınlar erkekler kadar didinerek üretim kotasını arttırıyorlarmış. Geleneklerinin, devletlerinin, iktidarın ve üstlerindeki erkek yöneticilerin denetiminde marşlar söylüyorlar, ataları ve samuray totemleri önünde boyun eğip kendilerine güç vermesini istiyorlar, Platon’un ideal devletinin bir yansımasını oluşturuyorlarmış."

Sonra başka bir filme ilişkin gördüğü yazıdaki (3) din ve devlet kavramlarından söz etti:

"Özgün bir kültür oluşturmak yerine Yunan’ı taklit eden Roma’nın sona yaklaşmakta olduğu bir dönemde bir inanç devlet dini konumuna yükselmiş. Ama bu durum eski bilgilerin kaybı sürecini başlatmış, dünya karanlığın içine düşmüş."

"Ben de başka bir yazı (4) gördüm" dedi diğeri. "İnsana o zaman için pek alışılmadık bir biçimde bakıyor, doğanın en büyük yanlışı olduğunu söylüyordu."

Geçmişi biraz daha iyi tanımanın kattığı yeni bir olgunlukla birbirlerine baktılar. Yaşadıkları dünyanın güzelliğinin değerini bir kez daha anladılar.


1. Hasan Uysal, Gizli Örgüt Nasıl Kurulur?, 2011, Bence Kitap

2. Orhan Miçooğulları, Ichiban utsukushiku (1944, Akira Kurosawa), http://www.sanatlog.com/sanat/ichiban-utsukushiku-1944-akira-kurosawa/

3. Salim Olcay, High Noon (1952, Fred Zinnemann), http://www.sanatlog.com/sanat/high-noon-1952-fred-zinnemann/

4. Mehmet Arat, Doğanın En Büyük Yanlışı: İnsan, http://blog.milliyet.com.tr/doga-nin-en-buyuk-yanlisi--insan/Blog/?BlogNo=352989

5 Ocak 2019 Cumartesi

Sanatın Buzdağları, Yaşamın Sonsuz Renkleri, Grinin Elli Tonu


Sanatın Buzdağları

Sanat üzerine öyle çok yazılıp çizilmiştir ki bazen "Söylenecek yeni bir söz kaldı mı acaba?" diye düşünürüm. Sonra yaşamın çeşitliliği, insanın düşünce dünyasının ulaşabildiği boyutlar, tarihin ve günümüzün sıradan görünen olaylarının açıklanmasının inanılmaz güçlükleri aklıma gelir ve sanatçıların kelimeler, ışık ve sesle iletebilecekleri öykülerin sonsuzluğunu bir kez daha hatırlarım.

Hangi dalda olursa olsun izleyicinin önündeki sanat yapıtı buzdağının suyun üzerindeki bölümü, dokuzda biridir. Onun maviliklerde yüzerek dünyaya anlamlı bir iz getirmesini sağlayan asıl derinliklerdeki görünmeyen bölümü, gizli kalan sekiz parçasıdır. En temelde sanatçının gelişmeye başladığı andan başlayarak biçimlenen bakışı, duruşu, özgün seçiciliği, değer yargıları vardır. Onun üzerinde evren, dünya ve yaşadığı coğrafyayla ilgili algıları, üçüncü katta iki temeli destekleyen ana kaynaklar, insanın düşünme, bilgi ve felsefe deneyimi gelir. Dördüncü katta asıl uğraş konusuyla ilgili temel bilgiler, edebiyatın, resmin, müziğin, sinemanın ya da ilgi duyduğu herhangi bir alanın kuramı yer alır. Beşinci bölüm bu kuramın tarihsel gelişimine, en son olgunluğuna nasıl ulaştığına ilişkin değişime ayrılmıştır. Altıncısında sanatçının artık belirlenmeye başlayan kişiliğine uygun dostları, kendi alanının düşünürleri, kuramcıları, tarihçileri bulunur. Yedincide bu konunun en iyi örnekleri ve özellikle de kendi dünyasına en yakın olanlar vardır. Sekizincide yalnızca büyük bir karmaşa görülür. Düşünceler, kaygılar, umutlar, sevinçler, düş kırıklıkları, korkular, acılar, yalnızlık, kalabalık, doğumlar, yaşam öyküleri, ölümler, ölümsüzlük, tükenmişlik, sonsuzluk, akla gelebilecek ya da asla düşünülemeyecek her şey bulutun içinde döner durur. Sanatçı bu karmaşayı belirli bir anda kontrol edecek güce ve başarıya ulaşırsa bunun üzerinde buzdağının görünen kısmı belirir. Önce kendisi, sonra diğerleri, çağdaşları, tüm insanlar buna hayranlıkla bakar. Ve çağlara meydan okuyan bir başarı yakalamışsa yapıtı bir klasik olarak nitelendirilir.



Yaşamın Sonsuz Renkleri

Yaşamın sonsuzluğu içinde grinin yeri ne olabilir? Milyonlarca rengin içinde bir renk. Milyonlarda bir. Sıfır. Grinin sıfır tonu.

Gri, aynı zamanda siyahın ve beyazın herhangi bir oranına karşı gelebildiği için çok zengin bir içerik de sunabilir mi?

Cinselliği konu alan kitaplar çok satar, ama okuyucuları daha çok erkeklerdir. Oysa son günlerin popüler kitabı Grinin Elli Tonu'nu (1) okuyanların milyonlarca kadın ve birkaç erkek olduğu söyleniyor.

Kitapta gerçekten grinin elli tonu var mı, cinsellikle ilgili konular ve sorunlar incelikle örülüyor mu, yoksa yalnızca siyahın ve beyazın bir kadının yazdığı yeni bir yorumuyla mı karşıyız, bilmiyorum.

Günün birinde kitabı okur muyum? İnsana, kadına ve erkeğe derinlikli bir yaklaşım bulabilir miyim? Yoksa günümüz toplumundaki kadın ve erkek algısının, salt yumuşaklığın ve salt sertliğin alışılmış tonuyla mı karşılaşırım? Cinsellik tarihinin izleri, günümüz toplumlarında yaşananlar anlatılan öyküde görülebilir, hissedilebilir mi?

Yaşamın renkleri içinde cinsellik çok güçlü ve parlak olsa, hemen dikkat çekip fark edilse de yalnızca bir tanesi. Çok satan bir kitabın ekonomideki yansıması da hemen görülüyor.

Grinin Elli Tonu kitaplarının çok satması ABD'deki East Millinocket kasabasına (2) ekonomik bir canlılık getirmiş. Bir zamanlar "kağıdın yarattığı kasaba" diye adlandırılan bölge bir süredir zor günler geçiriyormuş. Kitabın yayıncısı üçlemeye artan talebi karşılayabilmek için burada yeniden açılan fabrikayı basım yerleri arasına katmış. Böylece fabrikada yoğun bir üretim başlamış, daha önce işini kaybedenlere bir iş kapısı açılmış.

Ana öyküsü pek de yeni ve ilginç görünmeyen bu kitabın çok satma nedeni ne olabilir?

Kitap çok satmanın elli yolunu da mı bulmuş, kullanıyor?

Bir kitap nasıl çok satar?

Bunun kesin kurallarla tanımlanan, önceden bilinip uygulanabilen yolları olsaydı yaşam, özellikle de yayıncılık dünyası çok farklı olurdu kuşkusuz.

Satış olabilmesi, ürünün ticari bir değer taşımasını gerektiriyor, alıcının bir isteğini karşılayacak, ya da istememesine karşın istediğini sandığı, buna inandırıldığı bir ürüne sahip olmanın mutluluğunu yaşayacak.

Sanat ürünlerinde konu biraz daha karmaşık. Normalde çağının ilerisinde olması gereken sanat, serbest değişim ve ticaret dünyasında satışın ve tüketicinin genel beğeni düzeyinin sınırlamalarını yaşıyor. Hiç satmamakla çok satan olmak arasında bir yere yerleşmesi gerekiyor sanat ürünlerinin.

Sanatçı ne için üretiyor? Alıcı ne için tüketiyor? Bunun ipuçları yazarların ve okuyucuların verdiği yanıtlarda olabilir.

Edebiyat örneğini seçersek "Niçin yazıyoruz?" sorusuyla ilgili yanıtlar, "Niçin okuyoruz?" için de bir ölçüde geçerli olabilir.

Orhan Pamuk, "İçimden geldiği için yazıyorum! Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum. Benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum. Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum. Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum. Onu ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabildiğim için yazıyorum. Ben, ötekiler, hepimiz, bizler İstanbul’da, Türkiye’de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. Kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum. Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum. Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum. Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum. Getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum. Yalnız kalmak için yazıyorum. Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum. Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum. Bir kere başladığım şu romanı, bu yazıyı, şu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum. Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum. Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum. Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. Hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum. Hikâye anlatmak için değil, hikâye kurmak için yazıyorum. Hep gidilecek bir yer varmış ve oraya —tıpkı bir rüyadaki gibi— bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum. Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum. Mutlu olmak için yazıyorum" diyor. (3)

Bir okuyucu için bunların anlamı ne olabilir? Milyonlarca kadın niçin grinin gizli tonlarını anlamaya böyle büyük bir ilgi duyuyor? İçlerinden geldiği için mi okuyorlar? İstedikleri gibi bir cinsel yaşamları olmadığı, herkese çok kızdıkları için mi? Bir odaya kapanıp yaşayamadıklarını kitap sayfalarında bulmak hoşlarına gittiği için mi? Sorunlarından uzaklaşıp yalnız kalmak için mi? Eşlerine neden böyle çok kızdıklarını anlamayı umdukları için mi? Cinselliğin güzelliğine inandıkları ve bunu hiç değilse sayfalarda bulmak istedikleri için mi? Yaşamın güzelliklerine ulaşmak, bir türlü mutlu olamadıkları gerçeğinden kurtulmak için mi?

Yaşamın sonsuzluğu içinde grinin yeri ne olabilir? Milyonlarca rengin içinde bir renk. Milyonlarda bir. Sıfır. Grinin sıfır tonu.

Grinin elli tonunun yaşamın sonsuz renklerinin yaşanmasına bir katkısı olabilir mi?



Grinin Elli Tonu

Veysel Atayman sinemada kadın hazzını öne çıkaran filmlerin çok az olduğunu söylüyor.

"Kadın ile cinselliğin ne zaman nasıl buluşturulacağı, kadının cinselliğin nesnesi mi yoksa öznesi mi olacağı, çok faktörlü düzlemlerce belirlenir. (Ne var ki, kadının cinselliğini kendisi için ve kendi hazzı adına istemesi, erkek toplumunun en büyük korkusu olmalı ki, pornografik filmlerde bile, kadın hazzını öne çıkaran, hazzın, zevkin öznesi kılan film sayısı ötekilerin yanında devede kulak kalır. Kadın erkek zevkine hizmet eden nesne konumundan çok az çıkabilir bu filmlerde." (4)

Fantezilerindeki doyuma gündüz düşlerinde asla ulaşamayan mazoşist bir kadın olan Severine'i anlatan "Gündüz Güzeli" (5) filmi bu konuda değişik bir örnek olarak kabul edilebilir.

Arka kapak “Grinin Elli Tonu” kitabını yetişkin okurlar için bir "Erotik Romans" olarak tanıtıyor. Kısa özette "Edebiyat öğrencisi olan Ana Steele, genç girişimci Christian Grey'le röportaj yapmaya gittiğinde son derece çekici, zeki ve sinir bozucu bir adamla karşılaşır. Toy ve masum Ana, bu adama duyduğu arzu karşısında şaşkına döner ve adamın gizemli doğasına rağmen ona yakınlaşma arzusuyla yanıp tutuşur. Ana'nın güzelliği, zekâsı ve özgür ruhuna direnemeyen Grey de onu istediğini kabul eder, ancak şartları vardır. Grey'in sıra dışı erotik istekleri karşısında şoka uğrayan ama bir yandan da heyecana kapılan Ana tereddüde düşer. Büyük başarısına rağmen - çokuluslu şirketleri, uçsuz bucaksız serveti ve sevgi dolu bir ailesi vardır - Grey şehvete esir olmuş ve hükmetme hırsı olan bir adamdır. Çift, cüretkâr ve tutkulu bir fiziksel ilişkiye yelken açarken, Ana, Christian'ın karanlık sırlarını ve kendi gizli arzularını keşfeder" deniyor.

Süreyya Evren dizinin "anne pornosu" denerek hor görülmesinde kadınları gerçekten aşağılayan bir yukarıdan bakma sezildiğini, 40 milyon kadına iyi gelmiş bir kitabı ancak maço bir zihniyetin anne pornosu diye damgalayıp köşeye kaldırmaya cüret edebileceğini söylüyor. (6)

Bu arada Grinin Elli Tonu’nun pabucunun dama atılmasıyla ilgili bir haber çıkıyor. (7) Japon-Amerikalı yazar Sylvia Day’in bir milyarderle güzel bir kadın kahramanın hikâyesini anlattığı “Reflected in You” (8) adlı romanının İngiltere’de sadece altı günde yaptığı satışla E. L. James’in rekortmen kitabının ilk hafta satışını geride bıraktığı belirtiliyor. Kitabın orijinal adı farklıymış, ama yayıncı bazı satış yerleri için fazla kırmızı olabileceği gerekçesiyle bu adı değiştirmiş.

Kitapların içeriğinden çok yarattıkları olay, gördükleri ilgi ve aldıkları tepkiler, tüm bunların günümüz dünyasıyla ilgili yansıttığı gerçekler anlamlı görünüyor.

Yaşamın renkleriyle ilgili anlatılabileceklerin bir sonu olabilir mi?


1. E. L. James, Grinin Elli Tonu, 2012, Pegasus

2. Mehmet Arat, Kasabanın Kurtuluşu: Grinin Elli Tonu, http://mehmetarat.blogspot.com/2012/09/kasabann-kurtulusu-grinin-elli-tonu.html

3. Orhan Pamuk: Babamın bavulu, Nobel konuşması, 2006, © THE NOBEL FOUNDATION 2006

4. Veysel Atayman, Sinemanın Oyuncağı: Kadın, http://www.sanatlog.com/sanat/sinemanin-oyuncagi-kadin/

5. Mehmet Arat, Belle de Jour: Gündüz Güzelinin Gece Düşleri, http://www.sanatlog.com/sanat/belle-de-jour-gunduz-guzelinin-gece-dusleri/

6. Süreyya Evren, Türkiye'de keyifle seks kölesi olmak mümkün mü?, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1101149&CategoryID=40

7. Grinin Elli Tonu’nun pabucu dama, http://kitap.radikal.com.tr/Makale/grinin-elli-tonunun-pabucu-dama-251492

8. Reflected in You, http://reflectedinyou.com/bared-reflected-entwined-sylvia-day/