"Hiçbir gerçek
sanat yapıtı, anlamı ile güzelliğini çırılçıplak ortaya
sermez."
Akşit Göktürk'ün
"Çeviri: Dillerin Dili" kitabında geçen bu sözü,
edebiyat metniyle diğer metinler arasındaki farkı da unutulmayacak
biçimde özetliyor. (1)
Edebiyat metinlerinin
çevrilmesindeki güçlüğü, yazarın yaşadığı ve yapıtlarında
yansıyan zamanlar ve konumlarla, ulaştırılmak istendiği farklı
dünyalar arasındaki uçuruma dayandırıyor:
"Bir yazın metninin
alımlanmasında, aynı iletişim konumunun değişik dillerde
oluşması düşünülemez. Neden? Yazarın, yalnız her yerde, her
zaman geçerli kalabilecek bir bilgiyi anlatan değil, insan
varoluşunun kültürel, tarihsel, yöresel koşulluluğunu da dile
getirmiş olmasından dolayı."
Küçücük bir kitapta
tarihi, yaşamı, sözü, özü, biçimi, iletişimi, anlamı,
işlevi, dille kurulan köprülerin insanları nasıl bağladığını
ve ayırdığını anlatıyor. Günlük dildeki basit kullanımdan
erişilmesi en zor yazınsal metinlere kadar uzanarak sözün başka
dillere iletilmesinin kuramsal temellerini yansıtıyor.
Katharina Reiss'a
dayanarak çevirmenin yerini anlatıyor:
"Çevirmen ise bu
durumda, değişik bir çağda, değişik bir yörede, değişik bir
kültürde hem özgün yapıt yazarı ile okurunun konumunu hem de o
yazar ile çeviri dili okurunun konumunu kavrayabilmek, bu iki konum
arasındaki uçurumu tanılayarak köprüleyebilmek görevini
yüklenir. Bu noktada yazınsal çeviri eşdeğerliliği, bir dilsel
sözcenin, değişik dillerde, değiştirilmiş zaman, yer, kültür
konumunda aynı iletişimsel işlevi gerçekleştirmesiyle
sağlanır."
....
Kitap John Keats'in bir
şiiri ve çevirisiyle açılıyor:
"Ünlü ozan John
Keats (1795-1821), en güzel şiirlerinden birinde, yurttaşı George
Chapman'ın on altıncı yüzyıl sonunda yapmış olduğu bir
Homeros çevirisini ilk kez okumanın coşkusunu dile getirir. Eski
Yunanca bilmez Keats. Çeviri buluşturur onu Homeros'un yirmi yedi
yüzyıl öteden gelen gür sesiyle, düşsel dünyasıyla. Zaman,
uzay, dil engelleri birden kalkıverir ortadan. O coşkuyla ozan, bu
unutulmaz okuma yaşantısını adı geçen şiirinde
ölümsüzleştirir:
"Much have I
travell'd in the realms of gold
And many goodly states and
kingdoms seen;
Round many western islands
have I been
Which bards in fealty to
Apollo hold.
Oft of one wide expanse
had I been told
That deep-brow'd Homer
ruled as his demesne;
Yet did I never breathe
its pure serene
Till I heard Chapman speak
out loud and bold:
Then felt I like somer
watcher of the skies
When a new planet swims
into his ken:
Or like stout Cortez when
with eagle eyes
He stared at the Pasific
-and all his men
Looked at each other with
a wild surmise-
Silent, upon a peak in
Darien."
"[Çok dolaştım
altından ülkelerde
Nice görkemli devletler
krallıklar gördüm:
Gezdim batının birçok
adasını
Ozanların Apollon'u
yücelttiği.
Hep adını işittim koca
bir ülkenin
Alnı geniş Homeros'un
egemenlik sürdüğü;
Ama hiç solumadım o
ülkenin duru havasını
Chapman'ın gür yiğit
sesini işitene değin:
Bir yıldız gözlemcisi
gibiydim o an
Görüş alanına yeni bir
gezegen giren;
Ya da yiğit Cortez gibi
kartal gözleriyle
Pasifik'i süzen -bütün
adamları
Birbirine bakarken çılgın
bir şaşkınlıkla-
Sessizce, Darien'deki bir
uçurumdan.]"
....
Kitapta Katharina Reiss
dışında Güttinger, Koller, Lawendowski, Lefevre, Levy, Ludskanow,
Jakobson, Wandruszka, Wermeer ve Wills gibi pek çok ad geçiyor.
Verilen kaynak listesinde Reiss'ın 1977 ile 1984, Wills'in 1974 ile
1983 yılları arasında yayımlanmış beşer çalışması yeralıyor. Göktürk dili ve
çeviriyi anlatıyor:
"Her dil, belli bir
kültürün göstergeler dizgesiyle, belli uzlaşımlar, töreler,
davranışlar, değer ölçüleriyle, kısacası somut insan
yaşamıyla iç içedir. Her yazın metninde sunulan kurmaca dünyanın
art-alanında da, bütün bu etkenler yürürlüktedir. Başka
dillerin tanımladığı başka dünyaların tanıtılmasıdır
çeviri bu yönüyle."
"İnsanın kendi
yaşam çevresi dışındaki olgularla düşleri bilme çabasının
bir sonucudur çeviri. Değişik toplulukların, ulusların, bilim,
sanat, düşünce alanındaki çabalarını birbirleriyle
paylaşabilme yoludur. Bu yol, insanoğlunun ayrı diller konuşması
gerçeğinin yanı sıra, Babil'den beri hep var olagelmiştir. Bu
yönüyle tek tek diller ötesinde bir ortak dildir çeviri, dillerin
dilidir. Kıskanç bir tanrının, insanoğlunu bölüp dağıtmasından
doğan olumsuz sonuçlara Prometheus'ça bir başkaldırmadır."
"Keats'in şiirinde
coşkuyla dile getirildiği gibi, çeviri yeni bilgi alanlarına
açılmanın yoludur. Tarih boyunca birçok uygarlıkta, aydınlatma
dönemleri çeviriyle başlamıştır. Her toplumda, her çağda,
sanat, bilim, düşünce alanlarında özgün yaratıcılığın,
açık ya da dolaylı olarak, çeviriyle beslendiği su götürmez
bir gerçektir."
Çeviriyle dil arasındaki
ilişkiden, etkileşimden söz ediyor:
"Her metni, içinde
oluştuğu toplumsal konum gereği belirleyen birtakım iletişimsel
özellikler vardır. Bu özellikler, metnin göndericisine,
alıcısına, iletisinin niteliğine göre değişiklik gösterir."
"Bir metnin
iletişimsel özellikleriyle, çevirisinde benimsenecek tutum
arasındaki ilişki, ilkçağdan beri çeviri araştırmasının
üzerinde durduğu noktalardan biri olmuştur."
Çeviri sorununa metin
türü açısından bakan ilk çevirmen olarak Latince'ye Kutsal
Kitap'ın ünlü Vulgata çevirisini yapan ermiş Hieronymus'un adını
vererek ilkçağın bir başka ünlü çevirmeni Cicero'nun izinden
gittiğini belirterek iki temel çeviri tutumunu aktarıyor:
verbum e verbus: sözcüğü
sözcüğüne çeviri
sensum exprimere de sensu:
anlamın çevirisi
....
Cicero kendi çevirilerinin
hemen hepsinde anlamın özgürce aktarılmasını benimsemiş.
Hieronymus ise genel olarak Kutsal Kitap metni için sözcüğü
sözcüğüne bir çevirinin, dindışı metinler için de anlam
çevirisinin uygun düşeceğini belirtmiş. Yüzyıllar boyunca
birçok çevirmen ya Cicero'nun "ut interpres" diye
adlandırdığı sözcüğü sözcüğüne çeviri, ya da "ut
orator" dediği anlam çevirisine bağlanmış, bunlardan
birinin doğruluğunu ötekine karşı savunmuş.
19. yüzyıl başında
Alman düşünürü, tanrıbilimci Friedrich Schleiermacher Berlin'de
Krallık Bilimler Akademisi'nde okuduğu "Çevirinin Değişik
Yöntemleri Üstüne" başlıklı incelemesinde, çevrilen metin
türüyle uygulanacak çeviri yöntemi arasındaki ilişkiye özel
bir önem vermiş, düşüncelerinin çeviri kuramının gelişmesine
katkısı büyük olmuş.
Schleiermacher metinleri
genel olarak iki öbekte değerlendirmiş, bir yanda sanat
metinleriyle bilimsel metinler, öte yanda gündelik iş yaşamını
ilgilendiren metinler.
Göktürk, gündelik iş
metinlerindeki anlamın saptanmış niteliğiyle doğrudan doğruya
kavrandığını ve değişik kişilerce kavranışının pek
ayrımlılık göstermediğini, öznel dil kullanımıyla oluşmuş
bilim-sanat metinlerininse alışılmış anlam kalıplarının
ötesine geçmeyi amaçladıklarından çoğul anlamlı iletilerinin
ancak yorumla ve dolaylı olarak kavranabileceğini belirtiyor.
Bilimsel metinler için ileri sürülen özgünlüğün insan
bilimleri için genellikle doğru olsa bile, 1945'ten sonra kitle
iletişiminin hızla gelişmesi sonucunda deneysel bilimler için
geçerliliğini yitirmiş durumda olduğunu söylüyor.
Ancak bu görüşü
doğrulamayan özgün doğa bilimleri metinleri de olabildiği,
bilimin genişlettiği evrenden yola çıkarak farklı boyutlar açan
bazı metinlerin standart ileti sınırlarının ötesine geçtiği
söylenebilir.
....
Aktürk standart bir
çeviri örneği olarak Basel kentinin bir gezi kılavuzundaki, kent
içi ulaşımla ilgili kısa bilgi veren Almanca metni İngilizce,
Fransızca, Almanca ve Türkçe çevirileriyle birlikte veriyor.
Çevrilmesi kolay olan bu tür metinlerin sorunsuz ve bilgisayar
çevirisine de daha yatkın olduğu söylenebilir.
Çevirmenin görevi, "tek
tek sözcükler ya da tümcelerden çok metinleri çevirmek"
olarak tanımlanıyor, çevirmenin hem kaynak dilin, hem de
çeviri dilinin işleyiş
düzenini çok iyi bilmesi, ikisinde de dilbilgisel öğeleri
çözümleyebilecek yetide olması gerektiği vurgulanıyor.
Aktürk, seslenilecek
kesimin önemli olduğunu söylüyor:
.
"Bir metnin kendi
somut dilbilimsel işlevleriyle kendi dışındaki hangi okura
ulaşmak istediği, çeviri açısından önemli bir noktadır"
Gönderici ile alıcının
düzeylerinin, yazarın okura nasıl önyargılarla yöneldiğinin
önemli olduğunu, metin dışı etkenlerin göz önünde tutulup
tutulmamasının metnin işlevsel yapısını etkilediğini, iletinin
konusunun ve metnin amacının önemli olduğunu belirtiyor.
....
"Hiçbir gerçek
sanat yapıtı, anlamı ile güzelliğini çırılçıplak ortaya
sermez."
Yazının başında da
aktarılan bu sözü sanatla çeşitli düzeylerde uğraşan, sanatı
izleyen kesimler onaylayabilecektir. Sanata uzak olan, ya da onu
yalnızca bir eğlenme, rahatlama ya da yön verme aracı olarak
görenlerse kuşkulu yaklaşacaktır. Öte yandan, sanatın ve
çıplaklığın birlikte düşünülmesi resimde, heykelde ve
fotoğrafta önemli yer tutabilen nü yapıtları da akla
getirecektir. Yaşamak için tüm canlılar gibi dokunmak ve yaşamını
sürdürmesi için gerekli nesneleri ve alanları ele geçirmek için
programlanmış insanın, sanattaki çıplaklığı bir metafor
olarak algılaması kolay değildir.
Bu nedenle, evrendeki
yerini en azından kendi dünyasından oraya açılan yolları görüp
okuyabilecek kadar kavramamış bir izleyici, çırılçıplak
gösterilmiş bir bedenin aslında evrenin erişilmemiş sırlarıyla
örtülmüş olabileceğini düşünemez ve ardında gizli çözülmemiş
sonsuz ayrıntıyı göremez. Çıplaklığın yalnızca çıplaklık
olmadığını, zamandaki ve uzaydaki konumuyla göndericisinin ve
alıcısının durumlarına bağlı olarak sürekli değişen
anlamlar taşıdığını algılayamaz. Evrende yalnız olan insanın
çırılçıplaklığıyla cisimleşmesinin yaratacağı etkilerin
ulaşabilmesi, izleyicinin bulunduğu zamanı ve mekanı aşarak
farklı boyutlardan bakabilmesine bağlıdır. Gerçek bir sanat
yapıtını yalnızca kısa bir mesaj olarak özetleyen alıcı, onun
açabileceği yolları bulamamış, geçememiş, engelleri aşamamış,
varılabilecek yerlere varamamış, kendi yerini bulacağı büyülü
odaya ulaşamamış demektir.
Akşit Göktürk, bir
çevirinin özgün yapıttan daha iyi anlaşıldığı için
övülmesini doğru bulmuyor:
"Ara sıra, bir
roman, şiir ya da oyun çevirisinin, özgününden bile daha iyi
anlaşıldığı söylenerek, sözde övüldüğüne tanık oluruz.
Oysa böyle bir değerlendirme, yazın çevirisinin sağlığı
açısından bütünüyle çarpıktır."
"Kötü çevirmenin,
bir yazın yapıtını çevirirken, anlam yönünde yapacağı olur
olmaz açımlamalar, özgün dilde istediğini güç anlatan kötü
yazara bir yardım olur belki, ama ne o yazarı kurtarır, ne de o
çevirmeni yüceltir."
Göktürk, yeterlilik ve
eşdeğerlilik arasındaki ayrım üzerinde duruyor. Nesnel bilgi
içerikli metinleri değerlendirmek için kullanılabilen yeterlilik
kavramının sanat metinlerinin çevirisinde sağlıklı bir ölçüt
olamayacağını vurguluyor.
"Öte yandan,
büyükler için yazılmış bir kocaman romanın, Kutsal Kitap'ın,
İlyada'nın, Don Quijote'nin ya da bir Shakespeare oyununun
çocuklara özetlenerek çevrilmesi de, eşdeğerliliğin değil,
olsa olsa yeterliliğin söz konusu olduğu bir durumdur. Bunlarda da
içeriğin yeterli bir biçimde aktarımı, sanatsal etkinin karmaşık
eşdeğerli işlevlerle aktarımından daha ağır basar."
"James Joyce'un,
Samuel Beckett'in, Günther Grass'ın, J.L. Borges'in yapıtları
türünden metinlerin, bu amaçla bile bir özet çeviriye elverişli
olamayacağı, hele içeriksel çevirilerinin hiç yapılamayacağı
apaçıktır."
Bir dil ile kültürün
belli bir evrede bir yapıtın ancak yeterli bir çevirisine
elverişli olabileceğini, eşdeğerliliğin sağlanmasına
yetmeyebileceğini belirterek Batı romanlarından Türkçe'ye
yapılmış ilk çevirileri örnek gösteriyor:
"Türk yazınında
roman türü anlatı geleneğinin bir karşılığı olmadığından,
batı toplumlarının kültürü ile yaşamı da yeterince
tanınmadığından, bu ilk çeviriler, çoğunlukla ikinci dilden
yapılan özetleyici uyarlamalar olmaktan öteye geçememişlerdir.
Sözgelişi, Ahmet Lütfi'nin 1864 yılında Arapça'dan çevirdiği
Hikaye-i Robenson bu niteliktedir."
Akşit Göktürk, Karl
Bühler'in 1934'te yayımlanan Dil Kuramı adlı yapıtında ruhbilim
doğrultulu "Organon Modell" bölümlemesinde
geliştirdiği temel
dilsel göstergenin üç ana işlevini aktarıyor:
1. Betimleme İşlevi
2. Anlatım İşlevi
3. Seslenme İşlevi
Üç temel dilsel işlevden yola çıkılarak geliştirilmiş metin anatürleri görüşünün bütün diller için geçerlilik taşıdığını, betimleyici, anlatımcı ve seslenici nitelikte her dilde sayısız örnek bulunabileceğini, çeviride gözetilecek temel ilke kaynak dil metnindeki işlevlerin çeviri metninde de sürmesi olduğu için metin ana türleri yaklaşımının sağlıklı bir çıkış noktası sağlayabileceğini belirtiyor.
Ancak her metnin
iletişimsel yapısının tek işlevle açıklanamazlığı nedeniyle
çevirmeni sayısız sorunun beklediğini ekleyerek Robert de
Beugrande ile Wolfgang Dressler'in betimleyici metinler, anlatı
metinleri, tartışma metinleri, yazın metinleri, şiirsel metinler,
bilimsel metinler, öğretici metinler gibi türlerle getirdikleri
ayrımdan ve toplumdaki metin geleneklerinin etkisinden, çevirmenin
ayrıntıları hem kaynak hem çeviri dilinde kavraması için diller
ardındaki kültürleri yeterince tanıması gerektiğinden söz
ediyor.
İki dilli yazarların,
çok dilli ülkelerin yazın çevirisine kültürel uçurumların
aşılmasına katkıları bu nedenle büyük olabilir.
....
"Dil içindeki metin
gelenekleri, kültürün akışına göre değişikliklere
uğrayabilirler. Gerçekte, sessizce etkilerini yürüten bu
gelenekler, yazılı olmayan kurallar gibidir."
İletişim açısından
metin türü geleneklerinin tanınmasının anlamına değinen
Göktürk, üç etkiden söz ediyor. "Bunlardan birincisi, hangi
gelenekten bir metin karşısında olduğumuzu gösterecek
belirtilerdir. İkincisi, belli bir beklenti durumunun uyandırılması,
üçüncüsü de metni kavrayışımızın yönlendirilmesidir."
Bunları açıklamak için mahkeme kararı, kısa hayvan öyküsü ve
maç yazısı, yayınevi reklamı ve eleştirmen yazısı örneklerini
veriyor.
"Böylece bu iki
okuyuştan her birinde, metni başka bir dilsel işlevin, başka bir
metin türü geleneğinin örneği olarak görürüz. Bütün bu
ayrıntılar, metinlerin doğru anlaşılmasını sağladıkları
gibi, çevirmence bilincine varıldıklarında sağlıklı bir
çevirinin de temelini oluştururlar."
Metin türlerini bütün
diller için geçerli genel metin türleri, birden fazla dilde
bulunan metin türleri ve tek dile özgü metin türleri olarak üç
grupta değerlendiriyor.
"Birinci öbekte, bir
yazı kültürü olan her dilde bulunabilecek masal, destan, mektup,
sözleşme, şiir; ikinci öbekte, sone, gazel, balad, 'limerick';
üçüncü öbekte de Japon 'no' oyunları ya da 'haiku' şiirleri,
Türkçe'deki mani gibi metinler yer alır."
Gazel, rubai, sone, deneme
gibi türleri değerlendirerek farklı yerlerdeki etkilerini
inceliyor.
....
Akşit Göktürk,
göstergebilim açısından bakıldığında bir yazın metninin
kavranışında yazar ile okurun tepkisinin gündelik dil
kullanımındaki genel kuralın tersine her zaman birbirini bütünler
nitelikte olmadığını vurguluyor:
"Birçok durumda
okur, bir yazın metnindeki örtük anlamları da kendi kavrayışınca
açık kılma eğilimindedir. Bu örtük anlamların, bireysel
okurlarca hangi yönde açık kılınacağı ise, yazarca öngörülmüş
bir şey değildir."
Yazın metninin bu
işlevsel özelliğini uzmanların değişik biçimlerde
adlandırdıklarını belirterek Mukarovsky'nin "doğal devinim
yitimi" (1964), Eco'nun "açıklık" (1968),
Ingarden'in "çok sesli uyum" (1968), Iser'in
"belirlenmemişlik" (1970), Schmidt'in "çoğul
işlevlilik" (1971) ya da "çok-değerlilik" (1979)
kavramlarından, yazın metninin anlamını okuyucunun yaratıcı
edimiyle kazandığından söz ediyor:
"Gerçekte yazın
okuru, metin içinde, yaratıcı bir düşgücünün katkısıyla yol
alır anlama doğru. Metnin anlamını kendisi yaratır bir bakıma,
hazır bulmaz."
"Çeviri
araştırmasını yazın metni işte bu noktada zorlar, katı, kesin
yöntemlerle ele alınmaya gelmez. Sözgelişi, hiçbir şiir,
okurunu doğrudan doğruya metin dışı bir gerçekliğe göndermez.
Dilsel gösterge olarak şiir ile metin dışı herhangi bir nesne ya
da durum arasında karşılıklı, örtüşen bir ilişki yoktur.
Kendi başına, bağımsız bir dilsel bütündür yazın metni."
"Yazın metinlerinde
yalnız düzanlamlarından değil, büyük ölçüde yananlamlarından
da yararlanılır. Üstelik bu yananlam ilişkileri, dilin yerleşik
düzenlerinde var olan anlam alanlarındaki belli olasılık
dizilerine dayanmak zorunda değildir."
"Özgün olmak, yeni
olmak, varlığının temelidir sanat metninin. Çok yönlülüğünün,
belirsizliğinin, çok anlamlılığının başlıca nedeni de
budur."
Çeviribilim İçinde
yazın çevirisinin yerini anlatırken değişik işlevli metin
türlerinin toplumda belli uzlaşımlar, kalıplaşmış geleneklerle
kurallar oluşturduklarını, sözcük, dilbilgisi, deyim, metin
kuruluşu, metin yapısı, metin biçimi, noktalama gibi düzeylerde
geleneksel kurallaşmalardan söz edilebileceğini, yazın
metinlerininse böyle bir kurumlaşmadan uzak olduğunu söylüyor:
"Yazın metninde ise,
roman, şiir, oyun, deneme gibi türler için son derece esnek biçim
tanımları dışında, hiçbir dil düzeyinde (ses, sözcük, anlam,
sözdizimi, bütün yapı) kalıplaşmadan söz etme olanağı
yoktur. Her somut yazın metni yeni bir olgudur karşımızda."
"Çeviri, yaratarak
yazmaktır - ama gelişigüzel anlamda, olanı yeniden yazmak ya da
aktarmak değil, yazarlığın yazarlığıdır. Novalis belki de bu
anlamda, ozanınozanı diye söz ediyordu çevirmenden."
Her özgün yazınsal
yapıtın, bir dile, kültüre, tarihsel ortama, yazın geleneğine
bağlı olarak bu özellikleri gösterdiğini, bir çeviri yapıtın
da çeviri dilinin bütün bir dil-yazın dizgesi içinde aynı
özellikleri sürdürmek zorunda olduğunu belirtiyor. Yazın
çevirisinin çok yönlü ilişkileri nedeniyle bu tür çeviriye yön
verecek ilkeler koymanın güçlüğünden söz ediyor.
Bir dilden ötekine
doğrudan çevirinin bu dilleri konuşan toplumlar arasında bir
kültürel yakınlığın bulunduğu durumlarda daha kolay
gerçekleştiğini, Yunanca'dan Latince'ye, Arapça'dan Farsça'ya,
Çince'den Japonca'ya, Hintçe'den Çince'ye ilk çevirilerin bu
nitelikte olduğunu belirtiyor. Kültür birliğinin olmadığı
durumlar için ikinci bir dilin aracılığının hoşgörülmesini,
Abbasiler'in döneminde, dokuzuncu yüzyılda felsefe ve bilim
alanındaki Yunanca kaynaklardan önemli bir bölümünün Arapça'yla
Süryanice, devlet yönetimi ve saray töresi gibi konuların Farsça,
matematik konularının Hintçe üzerinden çevrilmesiyle
örneklendiriyor.
Çeviri ve yazın
dünyasını irdeliyor:
"İki ayrı dildeki
yazma uğraşıyla okuma uğraşının bütün karmaşık sorunlarını
bir yumak gibi içerir çeviri süreci."
"Her yazın yapıtının
sunduğu metinsel dünya, toplumca benimsenmiş gerçek deneyler
dünyası örneği karşısında, yeni bir seçenek olarak yer alır."
....
Akşit Göktürk, çeviri
eşdeğerliliğini kendi aralarında ilişkili olabilecek beş temel
düzeyde ele alan Werner Koller'in bölümlemesini aktarıyor:
1. Düzanlamsal
eşdeğerlilik.
2. Yananlamsal
eşdeğerlilik.
3. Metin türü
gelenekleriyle ilgili eşdeğerlilik.
4. Dil-kullanımsal
eşdeğerlilik.
5. Biçimsel eşdeğerlilik.
Çeviri eşdeğerliliğiyle
ilgili düşüncelerini yeterlilik kavramı üzerinde
temellendiriyor. Düzanlamsal eşdeğerliliğin metnin nesnel
konusuyla, metin dışı göndergesel anlamıyla ilgi olduğunu
belirtiyor. Biçimsel eşdeğerlilik için yalnızca iletişimsel
içeriğin değil, biçem özelliklerinin ve özgün anlatımın da
çeviride benzer bir estetik etki sağlamak için aktarılması
gerektiğini vurguluyor. Proust,
Joyce ve Virginia Woolf
gibi yazarların romanlarında kullanılan bilinç akışı yöntemini
çağdaş insan bilincinin ayrıksı, yalnız, kendine dönük
öznelliğini anlatabilmenin bir yolu olarak nitelendiriyor.
Yazın yapıtı ve çeviri
ilişkisini değerlendiriyor:
"Her yazın yapıtı,
bireysel bir kafa ile düşgücünün, daha önceki örnekleri
yinelemeyen, bir özgün yaratısı olmak zorundadır."
"Her çeviri, bir
bakıma, belli bir oranda da olsa, çevirmenin parmak izlerini taşır.
Ama bu izlerin en çok görüldüğü alan, yazın yapıtlarının
çevirisidir."
"Yazın çevirmenini
bekleyen bir güçlük, yazınsal bir metnin çevirisi sırasında,
zaman zaman bu metnin örgüsünde yer alan yazındışı metin
türleriyle de başetmek zorunda kalmasıdır."
"Yazın çevirmeni
kendi kişisel konumu içinde, dünya görüşü ile alımlama
yetileri apayrı yönde gelişmiş bir okur kitlesi için, başka bir
kültür ortamının, yazın geleneğinin, yaşama biçiminin diline
çevirir bir yapıtı."
T. S. Elliot'ın bir yazın
geleneğine yeni katılan yapıtlarla ilgili sözlerini, dildeki yeni
çeviri yapıtlar için de geçerliliğini koruduklarını belirterek
aktarıyor:
"Yeni bir yapıtın
yaratılmasıyla ortaya çıkan durum, aynı zamanda o yapıttan önce
gelen bütün sanat yapıtlarını da etkiler."
....
"Hiçbir gerçek
sanat yapıtı, anlamı ile güzelliğini çırılçıplak ortaya
sermez."
Çıplaklığın çevirisi
yapılabilir mi? İnsanın, üzerine yapışmış tüm fazlalık ve
pisliklerini atıp, dünyanın neresinde olursa olsun, evrendeki
yerini görüp anlayıp bileceği yepyeni bir bakış açısı
herkese ulaşabilir mi?
"Yeni bir yapıtın
yaratılmasıyla ortaya çıkan durum, aynı zamanda o yapıttan önce
gelen bütün sanat yapıtlarını da etkiler."
Dillerin dilsizliği
aşılabilir mi? Şimdiye dek yazılmış ve yapılmış tüm işler,
sonunda evrenin uzak aynasında kendini çırılçıplak görebilen
insanın gözünde yeni anlamlar kazanır mı? İnsanların
birbirlerine, doğaya, evrene ve zamana olgunluk çağı gözleriyle
bakması sağlanabilir mi? Çekilen acılar dinmese bile, hiç
değilse azalabilir mi?
1. Mehmet Arat,
Kitap Arkası, Çeviri: Dillerin Dili,
http://kitapdili.blogspot.com.tr/2015/09/ceviri-dillerin-dili.html