Tiyatrodaki
farenin müzik dünyasına kazandırdığı sopranonun öyküsünü
bir veterinerin yazısında okumuştum. Mehmet Yılmaz Milliyet'in
Ankara ekindeki köşesinde yazmıştı. Yaşamın ilginç
kesişmelerinden biri. Soprano ve fare.
Sovyetler'in
son yıllarıymış. Henüz on yedi yaşındaki Anna Netrebco yarım
günlük çalışma programında Mariinsky Tiyatrosu'nda sahne
temizliği görevini üstleniyormuş. Bir gün karşısına çıkan
fareyi görünce bir çığlık atmış. Sesi orkestra şefi Valeri
Gergiyev'in dikkatini çekince keşfedilmiş.
Konservatuvar eğitimi almış. Kariyerinde hızla ilerlemiş. Artık
Leyla Gencer'in tahtına oturabilecek en güçlü aday olarak
görülüyormuş.
Anna
Yuryevna Netrebko 1971 doğumlu Rus-Avusturyalı bir opera sanatçısı.
Vikipedi St. Petersburg'daki Mariinsky Tiyatrosu'nda temizlikçi
olarak çalışırken tesadüfen keşfedilip konservatuvara kabul
edildiğini yazıyor. İlk büyük rolünü 22 yaşında Mariinsky
Tiyatrosu’nda Figaro’nun Düğünü operasında Susanna rolüyle
üstlenmiş. Daha sonra önemli roller almış, pek çok albümü
yayınlanmış. TIME dergisinin belirlediği dünyayı en çok
etkileyen kişiler listesinde 2007'de üçüncü sırada yer almış.
(1)
Öykü
ilginç ama nedense bu tür olaylara biraz kuşkuyla bakıyorum.
Gerçekten tümüyle doğru mu, bazı yanlar abartılıyor mu,
bilerek mi öyküleştiriliyor? Kesin bir yargıya varmak zor. Sanat
ürünleri gibi sanatçılar da serbest piyasanın özgün
kurallarından etkileniyor. Akılda kalacak, geniş kesimlere
seslenip ulaşabilecek görsel imgesel kişilikler oluşturmaya
çalışıyorlar. Yaklaşımın doğruluğu yanlışlığı bir yana,
bunun dışında kalmanın koşulları bulunabilir mi? Oyunun
kuralları eleştirilebilir ama ona katılmak için bunları kabul
etmekten başka çare yok gibi görünüyor. Günümüzde sanatçılar
yalnızca yapıtlarıyla değil, isimleri, cisimleri, web siteleri ve
hayranlarıyla var oluyorlar. Netrebko'yla ilgili bilgilere ulaşmak
zor değil. St. Petersburg, New York ve Viyana'da yaşadığını,
ilk işinin Mariinsky Tiyatrosu'nda (Kirov Operası) yerleri yıkamak
olduğunu, Rusların tümüyle mutlu göründüklerinde kuşkuya
kapıldığını ve onun da bunu bir felsefe olarak benimsediğini,
fotoğraflarını, konser programını, videolarını kolayca
görebiliyoruz. (2)
....
Şükran
Moral Roma İstanbul arasında ve dünyanın her yerinde yaşadığını
söylüyor.
Enver
Aysever Aykırı Sorular programında onunla Bordello çalışmasıyla
ilgili görüştüğünde epey olay olmuştu. Konuyla ilgili bir
haberde Moral'ın genelevi sanat merkezine dönüştürdüğünü
söylediği belirtiliyordu. Aysever'in "Genelevden bir sanat
yapıtı üretmeyi becerdiniz, genelevler
sanatsal
yerler olduğu için mi yoksa dünya böyle marjinal yerlere ilgi
gösterdiği için mi?" sorusuna Moral'ın tepki gösterdiği,
"Genelevde seviştiniz mi para karşılığı?"
karşısındaysa çileden çıktığı, "Genelev dünyanın en
eski sanatının icra edildiği bir yer. Bunu biliyoruz. Ama çağdaş
sanat insanlığa ait sorunlara el atmakta. Çiçek böcek çizmenin
dışında insanlığın gerçek problemlerine el atmakta. Okşayarak
değil, duygularını sarsarak, sert bir yumruk vurarak" dediği
yazıyordu. (3) Moral çalışmasıyla ilgili olarak "Dünya
müzeleri satın aldığına göre bir değeri olmalı" yorumunu
da getirmişti.
Şükran
Moral Bordello performansını 1997'de Karaköy Yüksek Kaldırım’daki
bir genelevde gerçekleştirmiş. Sanat tarihi boyunca alışılagelmiş
“estetik obje olarak sergilenen kadın” imgesini tersine
çevirmiş. Ona bakan izleyiciyi bir “sanat yapıtı”na
baktığından habersiz bir gruptan
seçmiş
ve performans sonrası oluşturulan videoda onları da sergilemiş.
Performans sırasında zaman zaman elinde “Satılık” yazan bir
kağıt tutmuş. Binanın kapısında yine onun yerleştirdiği
“Modern Sanatlar Müzesi” yazısı varmış." (4)
Doğanın
güzel bir armağanı olan cinsellik ne zaman toplumsal bir sorun
oldu? Yaşadıkları "Açık Büfe Cinsellik" (5) döneminde
ilk insanlara genelevin ne olduğu anlatılabilir miydi? Bunu
anlatmak, kirlenmemiş bir köyde dağlardan süzülen tertemiz soğuk
suları kaynağından alabilen
birine
kente geldiğinde suyun artık şişelenip satıldığını, parası
olmayanın içemeyeceğini anlatmaktan daha kolay olur muydu?
....
Atalay
Taşdiken'in senaryosunu yazıp yönettiği Kız Kardeşim Mommo (6)
babalarının yeni karısı onları istemediği için dedelerinin
yanında kalan dokuz yaşındaki Ali ile kız kardeşi Ayşe'nin
öyküsünü anlatıyor. Taşdiken filmin öyküsüne kısmen
tanıklık etmiş olduğunu, yıllarca kafasında
kurduktan
sonra filmi neredeyse ezbere çektiğini belirtiyor. (7) Filmin
yalınlığının ne ölçüde gerçeğe dayanmasından
kaynaklandığını bilemiyorum ama yarattığı güçlü etkide
önemli bir payı olduğunu söyleyebilirim.
....
Beş
duyumuzu bilir, güveniriz. Altıncı histen de söz ederiz.
Duymadıklarımızı, görmediklerimizi sezebildiğimizi düşünürüz.
Oysa bu, algıladıklarımızın toplamının işlenmesiyle
eriştiğimiz yeni bir boyuttur. Beyin duyusu, içinde yaşadığımız
gerçeği anlamak için ayrı parçaların birleştirilmesiyle
çalışır. Görüntü, ses, dokunma algıları, koku ve tat
çevremizde olanların güçlü ve kalıcı bir yansımasını
getirir. Bilimsel gelişmelerle beyinle ilgili yeni bilgilere
ulaşılıyor. Bir yazıda giriş bölümünden yararlanarak
tanıttığım Faith Hickman Brynie'nin "Beyin Duyusu"
kitabı bu gelişmeleri ve bütünselliğin mekanizmalarını
özetliyor. (8)
Tüm
sanat dalları yarattıkları görüntü ve imgelerle beyin duyusuna
seslenirler. Sinema duyulara ve algıya en fazla seslenen sanat
dalıdır. Gerçekliğin yerini alma iddiasıyla mesajlarını doğal
olarak beyin duyusuna yerleşecek biçimde gönderir. Ama bu yine de
gerçeğin kendisi değil, bir yansımasıdır. Gerçekle sanat aynı
değildir. Sanat gerçekten beslenir. Sanatçı gerçeği kendi beyin
duyusuyla işler, onu yeni bir biçime dönüştürür, kendi
gerçeğinin başkalarının beyin duyularına ulaşabilmesini
sağlar.
Ortaya
çıkan gerçeklik aslında sanaldır, sanatsal bir gerçektir.
Gerçeğe dayalı da olsa artık gerçeğin kendisi değil, yeni bir
oluşumdur. Nesnel gerçekle ilişki iyi kurulduysa, örneğin
başarılı bir belgeselde, inandırıcılık artar. Gerçek çok
fazla parçalanır ve dönüştürülürse de kuşkular
öne
çıkar. Bu yüzden kurgu yapıtlarda ayrıntılar çok önemlidir.
Belgesel bir yaklaşımla kendiliğinden sağlanan incelikler sanat
ürünleriyle de beyin duyusunda oluşturulabilmeli ve
yansıtılmalıdır. Bu yüzden dönüştürülmüş gerçekçilik ve
bilim kurgu özellikle zor alanlardır. Sanatsal yaratının sonucu
belirsiz bir süreç olmasının nedeni belki de budur. Sanat
duyusunun gücüne ve gelişmişliğine gerek duyması.
1.
Anna Netrebko, http://tr.wikipedia.org/wiki/Anna_Netrebko
2.
About Anna, http://www.annanetrebko.com/about/fun_facts.php
3.
Genelevde seviştiniz mi?,
http://www.habera.com/Genelevde-sevistiniz-mi-haberi-164216.html, 30
Eylül 2012
4.
Aylar sonra ilk defa Şükran Moral,
http://www.ekavart.tv/sergiler/diger/aylar-sonra-ilk-defa-sukran-moral
5.
Mehmet Arat, Açık Büfe Cinsellik,
http://blog.milliyet.com.tr/acik-bufe-cinsellik/Blog/?BlogNo=386693
6.
Atalay Taşdiken, Kız Kardeşim Mommo,
http://www.imdb.com/title/tt1342402/
7.
Kız Kardeşim: Mommo, http://www.ntvmsnbc.com/id/24957296/
8.
Mehmet Arat, Beyin Duyusu,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazar-arsivi/183-mehmet-arat-kaleminden-beyin-duyusu.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder