"Bir
Taksim Polisiyesi" (1), yaz aylarında uzun süre "Bir
Türkiye Polisiyesi" olarak sürdü. Gezi Parkı'nda yaşananlar
yeni bir sayfa açtı. Çeşitli yayınların arasında yazarların
öykülerinin derlendiği, gelirleriyle Gezi Direnişi'nde yaşamını
yitirenler ve yaralananlar adına anı fidanlığı oluşturulacak
kitap dikkat çekti. (2) Hareketli bir dönem geçirdik. Nedense
yöneticiler bir türlü yumuşamadı. Yaralanan, sakat kalan,
yaşamını yitiren gençleri kendi insanları olarak görmedi.
Sürekli yaptıklarını savunma ve eleştirenleri yıldırma
eğiliminde oldular. En yukarıdan aşağılara kadar çeşitli
kademelerde görevliler açıklamalar yaptı, suçlamalar getirdi.
Söylenmesi gerekeni söyleyen çıkmadı. Kimse "Biz büyük
bir hata yaptık, biraz anlayış göstererek olayların tırmanmasını
önleyebilirdik. Gençlerimiz ölmez, sakat kalmazdı" demedi.
Üstelik farklı düşünenleri ve demokratik haklarını
kullananları suçlayan bir fezleke hazırlandı. Türkiye Barolar
Birliği'nin düzenlediği basın toplantısında buna tepki
gösterildi. "Avukatlar mahkeme salonlarından zırhlı polisler
tarafından güç kullanılarak çıkarılmakta, savunma hakkını
savunmak için kanuni yükümlülüklerini yerine getiren baro
yöneticilerine, İstanbul Barosu örneğinde olduğu üzere, tarihe
kara bir leke olarak geçecek davalar açılmakta, polis şiddetinin
sorumlularını bulun ve şiddeti önleyin diye haykıran avukatlar
insan hakları hiçe sayılarak bizim kutsal mekânımız olan
adliyeden dövülerek dışarı çıkarılmaktadır. Geldiğimiz
noktada hukuk devleti yerine kurulan polis devletinin açık bir
ispatı Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün fezlekesi elimizdedir.
Bu fezlekede Türkiye’deki bütün sivil toplum örgütlerine,
bütün barolara ve özgür basına savaş açılmıştır"
dendi. (3)
İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi'nin üçüncü maddesi "Herkesin
yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı
vardır" diyor. (4) İnsan Hakları Başkanlığı'nın
sitesinde "İnsanın değişimi ve gelişmesinin sonucunda 10
Aralık 1948 yılında yayınlanan İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi doğmuştur. Türkiye, Birleşmiş Milletlerin kurucu
üyelerinden birisi olarak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni ilk
onaylayan ülkeler arasında yer almış ve insan hakları
konusundaki önemlisözleşmelerin
büyük bölümüne taraf olmuştur" bilgisi yer alıyor. (5)
Yöneticilerin
konuşmalarındaysa haklar ve özgürlüklerden çok bunların nasıl
sınırlandırılacağı, kötüye kullanılmasının nasıl
önleneceği bulunuyor.
Resmi
açıklamaları yapanların hepsinin erkek olduğunu söylemek yanlış
olur mu?
Peki
kadınlar nerede?
Kuşkusuz
her yerdeler. Polisin de, göstericilerin de arasında varlar,
evlerde ve sokaklardalar, işyerlerindeler, ulaşım araçlarındalar,
birçok alanda erkeklerle birlikteler, zor koşullarda çalışıyor,
toplantılara katılıyor, forumlarda konuşuyorlar. Yukarılara
çıktıkça sayıları azalıyor. Yönetici olsalar bile belirli bir
çizgiyi geçmeleri zor. Mecliste azlar, bakan olup erkekler
dünyasını yönetmeleriyse hiç kolay değil.
Taksim
Gezi Parkı'nda başlayan olayların yöneticilerin akıl almaz
yaklaşımı nedeniyle girdiği yönü düşününce bir soruya
takıldım. Başbakan koltuğunda bir kadın olsa, ama demir bir
leydi değil, erkek davranışlarındaki kavgacı yanlışları bilen
ve uzak duran birisi, daha doğru bir bakış açısıyla
sertleşmenin önüne geçip tarafların birbirini anlamasını ve
herkes için daha iyi bir sonuca varılmasını sağlayabilir miydi?
Ölümlerin, sakatlanmaların, yaralanmaların, büyüyen nefretin,
ötekileştirmenin, açılan derin uçurumların önüne geçebilir
miydi? Yoksa toplumlar hep en doğruyu bildiğini sanan, çevresinde
kendisini koşulsuz onaylayanlar dışında kimseyi istemeyen, boyun
eğilince yumuşayıp en küçük bir karşı ses çıkınca aslan
gibi kükreyerek karşıdakini korku içinde bırakan sert
yöneticiler olmadan yönetilemez miydi?
Gönlüm
de, aklım da yumuşaklıktan yanaydı. Yönetenlerse hep diğer uçta
geziniyorlardı. Arada anlayış gösteren olduğunda hemen
zayıflıkla damgalanıyordu. İnsanın öyküsünün acı yanı
işte. Doğaya karşı yaşamını savunurken güçlenmiş,
istediklerini yeni araçlar kullanarak daha kolay ve daha çok elde
etmeye başlamıştı. Bu kez kendi içinde bölünmüş, başka
insanları yola getirmeye çalışırken oyunu savaş boyutuna
çıkarmıştı. Yumruklar, taşlar, sopalar, kılıçlar, mertliği
bozantüfekler,
toplar, bombalar, uçaklar, nükleer biyolojik kimyasal silahlar.
Modern kentleri besleyebilmek ve koruyabilmek için büyük riskler
alarak acımasızca tüketilen doğal kaynaklar. Söylenen hep şuydu:
"Nasıl soğuktan ve fırtınadan korunmak için kapalı bir
ortamda barınmamız gerekiyorsa, insandan gelen tehditleri uzak
tutmak için de güçlü olmamız, kavga edip onları
uzaklaştırabilmemiz gerekiyor" deniyordu. Toplumların tarihi
iç ve dış düşmanlarla girilen sonu gelmez çatışmaların
bitmemiş bir öyküsü olmuştu.
Kadına
özgü değerlerin en sert sorunları bile çözerek daha iyi bir
gelecek kurulmasını sağlayabileceği sonucuna varan Athena
Doktrini çalışması (6), yaz boyunca yöneticilerin demokratik
tepkilere karşı duydukları öfkeyi, amaçlarına ulaşmak için
evrensel değerleri nasıl yok sayabildiklerini açıklayabilir
miydi? Erkek egemen toplumların tarihi savaşlarla geçmişti.
Güvenlik ancak güçle, silahla sağlanabiliyordu. Günümüzde de
savaşlardan henüz kurtulamamıştık. Barış hala iki savaş
arasındaki sessizlik olarak tanımlanıyordu. Bu çatışmalı
ortamda, 21. yüzyılın işletim sistemi olarak nitelendirilen
kadınca yaklaşım nasıl bir çözüm getirebilirdi? Kitabın
adında söylendiği gibi kadınlar ve onlar gibi düşünen erkekler
geleceğin egemenleri olabilirler miydi?
Tuğba
Kıraç kitapla ilgili yazısında (7) kadına ve erkeğe özgü
değerleri listelemiş. Bir gruba baskın, güçlü, analitik,
kibirli, çalışkan, odaklı, inatçı, özgür, bencil, azimli,
cesur, kendinden emin, sınırlayıcı, lider, mantıklı, katı,
mesafeli, agresif deniyor. Diğeri nazik, yaratıcı, sadık, pasif,
tutkulu, popüler, güvenilir, üst sınıf, dost, uzlaşmacı,
esnek, uyumlu, yeniliklere açık, çevik, akıllı, fedakar,
kırılgan, sevgi dolu, asil, takım oyuncusu, mütevazı, içten,
gerçekçi olarak tanımlanıyor. Günümüz devletleri ve
yöneticileri için kullanılabilecek sözcükler hangi gruba ait
oldukları hakkında ipuçları verebilir. Gelecek kadınlara ve
onlar gibi düşünen erkeklere ait olabilir. Bugün erkeklerin ve
onlar gibi davranabilen kadınların gibi görünüyor.
Yine
de günümüzün sürekli gelişen iletişim dünyası, yürürlükteki
sistemin sert yapısına yaslananların uykularını kaçırıyor
olmalı. Bağımsız bir tepki için bir araya gelenleri gaz ve suyla
dağıtamayınca, sopayla dövüp yıldıramayınca, rasgele kişileri
şafak baskınlarıyla evlerinden aldıkları halde olmayan ve bu
yüzden hiçbir zaman bulamayacakları kışkırtıcıları
bulamamanın şaşkınlığıyla sıradan insanlara saldırıyorlar.
Yalnızca onurlu bireyler olmak, kendi seçimleridoğrultusunda
özgürce yaşamak isteyen, bu çabalarıyla saygıyı hak eden
gençleri hedef alıyorlar. Sorunları güç kullanarak çözmeye
alışkın erkek düşüncesinin somut bir düşman göremeyince
içine düştüğü çaresizlikle, 21. yüzyılın yükselen özgürlük
düşüncesini sopaları ve gazlarıyla boğmaya, öldürmeye
çalışıyorlar.
Özgün
yaklaşımlarıyla gelecekte yükselecek kadınlar gerçekten var mı,
neredeler?
Düşünen,
çalışan, üreten, anlamak isteyen erkeklerle birlikte yaşamın
içindeler. Şimdilik erkekler ve erkek gibi davranarak kitleleri
hizaya sokan kadınlar kadar güçlü olmayabilirler. Ama sanırım
Athena doktrini doğru. Gelecek onların olacak.
....
Yazarların
öykülerinin derlendiği bir kitabın adında yazım yanlışı
olması 2013 Türkiye'sinde yaşanan bu olayları bilmeyenler için
şaşırtıcı olabilir. Ancak şimdiden İnternet sözlüklerinde
yerini alan bu terim, yakın bir gelecekte başka kaynaklarda da
görülebilir. Ekşi Sözlük'te verilen güzel tanımlar arasında
"Düşündüğüm, söylemek istediğim ama söyleyemediğim her
şeyin özet geçilmiş halidir. çünkü konuşsam tesiri belli ki
yoktur, sussam gönül razı değildir" ve "Direnişte
yazılmış kağrolsun bağzı şeyler sloganı, yağmur altında
sadece yaşasın diyerek zıpladığımız zamanki naifliğimizi
hatırlatıyor bana, istemsizce gülümsüyorum her gördüğümde"
dikkat çekiyor. (8)
Bağzı
Şeylere Öyküler'in arka kapağındaki tanıtım yazısında Gezi
Direnişi'nin bu topraklarda yaşanmış en önemli toplumsal
hareketlerden biri olduğu, ilk sayfasındaysa yaşamını yitiren
Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail
Korkmaz, Medeni Yıldırım ve Mustafa Sarı'ya, yaralanan, sakat
kalan ve yaşam mücadelesi verenlere adandığı belirtiliyor. Kitap
Leylâ
Erbil'in
Tuhaf Bir Erkek romanından bir alıntıyla başlıyor.
"şu
da var
bütün
acılara karşın
hayat
içimize
bir nota bırakır ya
en
bitik günümüzde
direnme
notasını
bir
zarfa mı koyar
bir
deniz çırpıntısıyla mı
savurur
yüzümüze
neşe
üşüşür hayatımıza
birden
güç aşılar
iyi
güçtür
baş
eğdirmeyen
umut
altın
kafesinden
çıkıverir
dolaşır
tepemizde"
Girişte
kitabı hazırlayan Kadir Yüksel'in "Öyküyü O Gençler
Yazdılar" başlıklı bir sunumu var. "Asıl öyküyü o
gençler yazdılar... En ustalıklı öyküyü, en acemi sanılan
elleriyle yazdılar. Hepimize okumak düşüyor, dönüp dönüp
yeniden okumak. Gençlerin sokakta yazdıklarını okudukça genç
kalmak" diyor. Yazısının sonundaki notta öyküleri biraz
farklı bir ölçütle sıraladığını, yazarların yayımlanan ilk
öykü kitaplarını ölçü olarak aldığını, aynı yıl içinde
öykü kitabı yayımlanan yazarlar arasında ise doğum tarihlerinin
ölçüt olduğunu söylüyor.
Ferit
Edgü Gezi-yorum'da "Herşey bir ilkle başlar" diyor.
Adnan Özyalçıner "Alandaki Park", Necati Tosuner
"Üstgeçit", Mehmet Zaman Saçlıoğlu "Düşsel
Kahramanlarım Oradaydı", İlhan Durusel ve Tansu M. Gülaydın
"Ayrı Düşmüş Metinler - Karşılıklı Metin Sergisi",
Zafer Doruk "Kuş Bakışı", Aziz Gökdemir "Civan",
Celal İlhan "Giriş Bu, Asıl Öykü Daha Sonra", Hakan
Bıçakcı "İşten Eve Giden En Uzun Yol", Remzi Karabulut
"Karşılık", Gamze Güller "Çok Daha Fazlası",
Kerem Işık "Belkili İnsan Dolması", Zeynep Sönmez
"Görünür Bir Kentte", Özcan Öztürk "Tamam, Mı?
Devam, Mı?", Berna Durmaz "Sevdiğine Benziyor İnsan",
Türker Ayyıldız "Tül", Mehmet Fırat Pürselim
"Kompozisyon", Sinan Sülün "Büyük Başkan İçin
Kötü Gün", Şenay Eroğlu Aksoy "Uzun ve Yoksul",
Mahir Ünsal Eriş "Park Uykusu", Onur Çalı "Ağaç
Baharı", Fuat Sevimay "Gelincik", Hakkı İnanç
"Ağaçlar da Gürler", Zeynep Ünal "Düdük",
Murat Taş "Son Barikat", Vuslat Çamkerten "Direnişte
Aşk Başkadır" ve Semih Öztürk "Ateşböcekleri
Yağmurda Sönmez" başlıklı öyküleriyle yer alıyorlar.
Kitabın
ilk basımı 2013 Ağustos'unda yapılmış. Gezi Parkı'na iş
makinelerinin 27 Mayıs'ta girdiği düşünülünce kısa sürede
nitelikli bir çalışmanın gerçekleştirildiği, Gezi Parkı'nın
edebiyatla buluştuğu rahatlıkla söylenebilir. Daha uzun bir zaman
diliminde, insana ve yaşama duyarlı tüm yazarların katkısıyla
kuşkusuz daha kapsamlı bir çalışma yapılabilirdi. Ama Kadir
Yüksel'in yazısında belirttiği gibi bu derleme gerçekten "daha
başlangıç" olabilir, "edebiyatımız bu diriliş
günlerine
tanıklık etmekten geri" durmayıp yazmaya devam edebilir.
Kitapta
değişik yaklaşım ve türlerde yazılmış kısa öykülerin
yanında uzunca olanları da var. Yazıyı Gamze Güller'in "Çok
Daha Fazlası" öyküsüyle, sıradan insanların yaz aylarında
sıklıkla yaşadığı sahnelerden biriyle bitirmek istiyorum.
"Bir
anda gaz bombaları düşüyor etraflarına. Göz gözü görmez
oluyor. Nefes alamıyorlar. Kaçmak istiyor, kaçamıyorlar. Ceren'i
arıyor Mert. Adını haykıracak, sesi çıkmıyor; gözleri, genzi,
yüreği yanıyor. Ceren'in çadırına doğru koşmak istiyor. Bir
yandan maskesini takmaya çalışıyor yüzüne. O tarafa gitme diyor
bir arkadaşı. Mert onu dinlemiyor. Ceren'i bulmak zorunda. Ama
yönünü bile bulamıyor. Ciğerleri yangın yeri. Birden
püskürtülen suyla yere kapaklanıyor. Cehennemibildiğini
zannederdi Mert, değilmiş, bu çok daha fazlası..."
1.
Mehmet Arat, Bir Taksim Polisiyesi,
http://www.sanatlog.com/sanat/bir-taksim-polisiyesi/
2.
Kadir Yüksel, “Bağzı Şeylere Öyküler”: 28 Yazardan Gezi
Parkı Öyküleri,
http://www.edebiyathaber.net/bagzi-seylere-oykuler-28-yazardan-gezi-parki-oykuleri/
3.
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün Gezi Parkı Eylemleriyle İlgili
Olarak Hazırladığı ve Ankara Barosu'nu Suçladığı Fezleke
Baroları ve Avukatları Ayağa Kaldırdı,
http://www.barobirlik.org.tr/Detay19625.tbb
4.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi,
http://insanhaklari.barobirlik.org.tr/
5.
İnsan Hakları Nedir?, http://www.ihb.gov.tr/InsanHaklariNedir.aspx
6.
John Gerzema, Michael D'Antonio, The Athena Doctrine: How Women (and
the Men Who Think Like Them) Will Rule the Future,
http://www.amazon.com/The-Athena-Doctrine-Women-Future/dp/111845295X
7.
Tuğba Kıraç, Athena doktrini,
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/tugba_kirac/athena_doktrini-1144746
8. 28, iinflack; 29, lykos; https://eksisozluk.com/kahrolsun-bagzi-seyler--3864484?p=3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder