Görmek
büyük bir mutluluktur. Işık yoksa yalnızca karanlık vardır.
Doğanın ve insanın tüm güzel ayrıntıları silinir. Ölüm gibi
bir sessizlik kalır. Bu acıyı yaşamayanlar gözlerinin değerini
hiçbir zaman anlayamazlar. Masum insanları, bebekleri bile kör
etmeyi göze alarak dört bir yanı biber gazına boğabilirler.
İyi
ve doğru görebilmek için sağlam gözler gerekir. Ama yetmez.
Gözler görmeyi istemeden, dönüp bakmadan, anlamaya çalışmadan,
gerçeğe saygı duymadan işe yaramaz. Kendini kandırmanın, çoğu
kez de başkalarını yönlendirmek için dünyayı işine geldiği
gibi görmenin bir aracı olurlar.
Oysa
isteyen yeterince ışık yokken bile dünyayı algılayabilir.
Gerçeklere saygı duyar. Gösterilmeyeni anlamaya çalışır.
Devlet denilen yapıda yer alanlarsa ancak kendilerine göre olması
gerekeni görebilir. Diğer renklere gözleri kapalıdır. Bu konuda
geçerli olabilecek Murphy yasaları (1, 2) yaşananların
arkasındaki sert ve gizli yapıyla ilgili ipuçları verebilir.
Devlet
yönetimi için temel Murphy yasası "Verilen bir yetkinin iyi
kullanılması ancak gücün sıfırlanmasıyla olanaklıdır"
şeklinde dile getirilebilir. Güç arttıkça denetim ve hesap verme
yükümlülüğü azalır, başkalarının adına iş yapanlar
yalnızca kendi çıkarlarını korur. Doğruluk, dürüstlük, hak,
özgürlük, fırsat eşitliği gibi kavramlar bu katı yapıdan
uzaklaştırılır. Böylece aşağıdaki kurallar geçerli olabilir.
-
Bir kişinin devlette herhangi bir konuma yükselme olasılığı, o
göreve uygunluğu ve yeterliliği arttıkça azalır.
-
Bir devlet görevlisinin başarısı devlete katkılarıyla ölçülür,
çoğunluğun değerlendirmesi seçim dönemleri dışında önemli
değildir.
-
Bir devlet görevlisinin doğru karar verme olasılığı yetkisi
arttıkça düşer. Resmi bir açıklama çoğunluğun gerçek
isteklerine uygunsa bunu yetkili olmayan kişiler yapmıştır ve
uygulama değeri yoktur.
-
Devlette gücü artan bir politikacının daha önce verdiği sözler
doğrultusunda topluma yararlı işler yaparak insana değer vermesi,
bırakılan bir taşın düşecek yerde bulutlara uçmasıyla aynı
derecede olanaklıdır.
Politika,
görme ve gösterme biçimlerinden çok yararlanır. Bir anlamda
Unutma Biçimleri'nin bilimi olduğu, ya da unutturma üzerine
kurulduğu söylenebilir. Görselliğin algıyı şaşırtma ve
yönlendirme, belleği biçimlendirme etkilerinden fazlasıyla
yararlanır.
Gezi
Parkı yasaları bu temel önermelere dayanabilir. "Yöneticilerin
sertliği, tepki göstermek için birleşenlerin barışçılığıyla
orantılıdır" gibi. (2)
Devlete
katkı, istenenleri sorgulamadan uygulamak olarak anlaşıldığında
yapılan yanlışların görülmesi zorlaşır. Hukuku savunanlar
uzak tutulur. Geçersiz gerekçelerle dışlanır. Yargının
düşürüldüğü duruma dayanamayan Didem Yaylalı gibi genç
hukukçular "Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu
bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim. Bu da
size dert olsun" diyerek yaşama veda edebilir. (3)
Ne
demokratik haklarını kullanırken ölenler, ne hakları hiçe
sayılarak dışlanıp etkisizleştirilenler görülür. Evlerinde
zorlukla tutulan bir çoğunluk varken, doğanın bağrına hançer
gibi saplansa da büyük zenginlikler getirecek çılgın projeler
başlatılırken, çıkan birkaç aykırı sesin ne önemi olabilir
ki?
Körleşen
gözler kendinden olmayanı görmez, kendi dar görüşüne girmeyen
acıları hissedemez.
....
İster söz, ister ses, ister görüntüye yaslansın, sanatın tüm dalları bir biçimde gerçekliği yansıtıyor. Daha doğrusu onun seçilmiş bir bölümünü, üstelik de dönüştürerek, değiştirerek, hatta çarpıtarak sunuyor. Bir açıdan bakınca yöneldiği gerçeği anlıyor, yorumluyor, açıklıyor, anlatıyor. Bir başka yorumla da anlamıyor, ya da bilerek anlamamış gibi yapıyor, çarpıtıyor, karmaşıklaştırıyor, anlaşılamaz bir duruma getiriyor. Bu anlamda "Görme Biçimleri" kendi içinde "Görmeme Biçimleri" taşıyor. Bir yanı gösterirken her yanı sise boğuyor, gerçeği onu anladığını sanan gözlerden saklıyor, üstelik de büyük bir neşeyle tadını çıkararak. Gözümüzle gördüğümüze daha kolay inanma eğiliminde olduğumuz için görsel sanatlarda bu etkinin önemi artıyor. Egemen düşüncelerin peşine takılmış kalabalık izler her yanı kaplıyor. Toplumsal çatışmalarla aşınıp yıpranan dış dünyayı anlamak, yorumlamak zorlaşıyor. Arayışlar içe dönüyor.
....
John
Berger'in 'Görme Biçimleri' (4) yedi denemeden oluşuyor. Berger
giriş notunda kitabı, aynı adla televizyonda yapılan dizi
konuşmalarda geçen bazı görüşlerden yola çıkarak beş kişi
hazırladıklarını söylüyor. Denemelerin istenen sırayla
okunabileceğini, dördünde hem sözcüklerin hem imgelerin, üçünde
yalnız imgelerin kullanıldığını belirtiyor. Yazılı olanlar
gibi yalnız resimlerden oluşan ve kadınlara bakma biçimlerini ve
yağlıboya resim geleneğinin çeşitli çelişik yanlarını
inceleyen bu denemeler de okurun kafasında soru uyandırma amacıyla
hazırlanmış.
Kitabın
ilk bölümü sözcükler ve nesneler arasındaki uçurumla başlıyor.
"Görme
konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce
bakıp tanımayı öğrenir."
"Ne
var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir.
Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek bulunuruz. Bu
dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla
çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. Her akşam
güneşin batışını görürüz."
"Dünyanın
güneşe arkasını dönmekte olduğunu biliriz. Ne var ki bu bilgi,
bu açıklama gördüklerimize uymaz hiçbir zaman. Gerçeküstücü
ressam Magritte 'Düşlerin Anahtarı' adlı resminde sözcüklerle
nesneler arasında her zaman var olan bu uçurumu yorumlamıştır."
Yalnızca
bu giriş ve kapakta da yer alan resim bile gerçek ve yalan, görünen
ve saklı olan, açıklanan ve çarpıtılan, tanımlanan ve
belirsizleştirilen gibi tartışmalarla ilgili ipuçları veriyor.
Sözcüklerle anlatılan arasındaki ilişkiyi, yazıyla resim
arasındakine benzetebiliriz. Sözcükler somut ya da soyut bir resim
yapar. Bu resim tek değildir. Sözcükleri seçenin tasarladığı
resim dinleyenlerin gözlerinde belirenden farklı olabilir. At
resminin altında kapı yazısını görünce yanlış buluruz. Oysa
bunun nedenini açıklamak kolay değildir. Bir başka dilde, ya da
görünenin ötesinde verilecek anlamıyla at bilinmeyen boyutlara
açılan bir kapı olabilir. Nesnelerden kavramlara geçtiğimizde iş
karmaşıklaşır. Aynı resmin altına "özgürlük"
yazdığımızda bu kez özgürlük kavramı at imgesiyle gelen
çağrışımlarla birleşir, yeni ve değişken anlamlar kazanır.
Günlük tartışmalarda kullanılan pek çok resim sözcüklerle
eşleşir. Aynı konuda hangi resmin kullanılacağı ve aynı
anlamdaki hangi sözcüğün seçileceği mesajın niteliğini
belirleyebilir.
Görme
konuşmadan önce olabilir ama düşünce de ancak sözcüklerden
sonra anlamını bulabilmiştir. Gösterileni derinlemesine anlamak
için arkasında saklı olanları görebilmek gerekir. Basit
kavramlar ve yalanlar görsellikle bir ölçüde gösterilebilir.
Karmaşık çarpıtmaları anlamak ve anlatmak aynı ölçüde kolay
değildir.
....
Rıza
Türmen bireysel yaşamın denetim altına alınmak istenmesiyle
ilgili yazısında, otoriter ve totaliter yönetimleri ayıran en
önemli ölçütün bireysel yaşamlar üzerinde iktidarın denetimi
olduğunu söylüyor. Tutucu bir ahlak anlayışının topluma kabul
ettirilmeye çalışıldığını, bu anlayışa uygun davranılmasını
sağlamak için kadın bedeninin kontrolünü amaçlayan bir denetim
mekanizması kurulduğunu söylüyor.
Ahlak
adına alındığı söylenen önlemlerin gerçekten etik bir
anlayışa dayandığını kabul etmek kolay değil. Kuşkusuz kadın
bedeni ve cinsellikle ilgili, toplumsal yapıdan ve pazar
ekonomisinden beslenen sorunlar var. Ama öğrenci evleriyle ilgili
girişimler daha çok gençlerin özgürlük alanlarını biraz daha
daraltmayı, sürekli gözetlendiklerini hissettirmeyi ve
sessizleştirmeyi amaçlıyor. Günümüz ahlak anlayışı erkek
cinselliğinin kışkırtılmasına, kadın cinselliğininse
bastırılmasına dayanıyor. Erkekler için açık büfe cinsellik
(6) hoş görülebiliyor. Kadınlarsa asılsız kuşkularla
ahlaksızlıkla suçlanıp cezalandırılabiliyorlar. (7)
....
Cinsellikle
ilgili sorunların büyüklüğü, kadını konu alan sanat
yapıtlarına estetik değerlerle bakılabilmesini zorlaştırıyor.
Öte yandan kadın cinayetleri, kadın bedeninin erkeğin cinsel
gereksinmelerini karşılamak için pazara sürülen bir ürün
olması gündem yaratmazken kız ve erkek öğrencilerin aynı evde
kalmasının önlenmesi birdenbire yeni muhafazakar demokrat yapının
öncelikli görevlerinden biri oluyor. (8)
Görsel
malzemelerin arasında oldukça yaygın olan kadın bedeni
görüntüleri pek de estetik kaygılarla kullanılmıyor. Cinsellik
ve hazla ilgili duyguların erkek bakış açısından yansıtıldığı
söylenebilir.
Haz
ve estetik birlikte düşünülebilir mi? Berger'e göre görüntüde
dokunma isteği uyandıracak bir doku varsa bu görsellik sanat
değildir. Öte yandan yaşamın önemli dürtülerinden birinin haz
olduğu düşünülünce, sanatta bunun da estetik bir yansımasının
olması beklenmez mi? Kadının bedeninde yeni bir canın ortaya
çıkmasından ve bir bebeği dünyaya getirmekten duyduğu mutluluk
gibi, bu sürecin önemli bir parçası olan cinsellik de saygıyı
hak etmiyor mu? Doğadan gelen içgüdülerin, cinselliğin, farklı
yaşam deneyimlerinin toplumsal kurallarla değerlendirilmesi,
yasalarla kontrol edilmesi ne ölçüde doğru olabilir? Kadınların
ve erkeklerin ilişkilerinin kontrolünün katılaştırılmasının,
pazarlanan kadın cinselliğinin piyasa değerinin yükselmesi ve her
iki cinsin sorunlarının artması dışında bir etkisi olur mu?
Toplum
kaynaklı cinsel sorunların büyüklüğü cinselliğin estetiğine
ulaşmanın kolay olmadığını gösteriyor. Estetik düzeyi korumak
için dokunma isteğinden uzak durmak bu koşullarda daha doğru
olabilir. Öte yandan estetik güzelliği gözle ve kulakla
algılamakla dokunarak, tadarak ve koklayarak algılamak, onu yaşamak
arasında sanıldığı kadar büyük bir fark olmayabilir. Bugün
'seni uzaktan sevmek ne güzel' diyen sanat, yarın cinsel sorunlar
geride kaldığında 'sana dokunmak, seninle tek bir bedene dönüşmek'
kavramlarında estetik bir boyut yakalayabilir. Ama cinselliğin
pazarlanmasının dışında kalmak için şimdilik dikkatli olması
da gerekebilir.
....
John
Berger imgeyi yeniden yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünüm
olarak tanımlıyor. Bu anlamıyla tüm imgelerin insan yapısı
olduğunu söylüyor. "İmge ilk kez ortaya çıktığı yerden
ve zamandan -birkaç dakika ya da birkaç yüzyıl için- kopmuş ve
saklanmış bir görünüm ya da görünümler düzenidir. Her imgede
bir görme biçimi yatar" diyor. Bunun sanıldığı gibi
mekanik kayıtlar olmayan fotoğraflarda bile geçerli olduğunu,
fotoğrafçının sınırsız görünüm olanakları arasından o
görünümü seçtiğini ekliyor. Eskiden kalan kutsal kalıt ya da
metinlerin hiçbirinin o zamanlarda yaşayan insanların dünyasının,
imgeler ölçüsünde doğrudan kanıtları olmadığı savını
getirerek "imgeler, edebiyattan daha kesin, daha zengindir"
diyor. İnsanların sanat yapıtındaki imgeye bakışının
edindikleri varsayımlar dizisinin etkisinde kaldığını söylüyor.
Sanata ve tarihe bakıştaki engellemelerden, geçmişin
bulandırılmasından örnekler veriyor. Yönetmen Dziga Vertov'un
1923'teki bir yazısından alıntı yapıyor. "Bir gözüm ben.
Mekanik bir göz. Ben, makina size ancak benim görebileceğim bir
dünyayı açıyorum. Kendimi bugün de, bundan sonra da insana özgü
o hareketsizlikten kurtarıyorum. Hiç durmadan hareket ediyorum.
Nesnelere yaklaşıp onlardan uzaklaşıyorum. Süzülüp altına
giriyorum onların. Koşan bir atın ağzı boyunca koşuyorum.
Düşen, yükselen nesnelerle birlikte düşüp kalkıyorum ben de.
Karmakarışık hareketler, en karmaşık bireşimler içinde
hareketleri sırayla kaydederek dönen benim: Makina." Her yeri
gören, zamanı hızlandırıp yavaşlatan, gerçeği çarpıtan,
yanlışları doğrultan, özel etkilerle olmayanın gerçekliğini
yaratan teknolojilerin henüz olmadığı bir dönemde sinemasal
anlatımla gelen gücü yorumlayarak sürdürüyor: "Zaman ve
yer sınırlamalarından kurtulmuşum; evrenin her bir noktasını,
bütün noktalarını, nerede olmalarını istiyorsam ona göre
düzenliyorum. Benim yolum, dünyanın yepyeni bir biçimde
algılanmasına giden yoldur. Böylece size hiç bilinmeyen bir
dünyayı açıyorum."
Berger,
fotoğraf makinasının insanın görüşünü değiştirdiğini,
görünen nesnelerin başka bir anlama gelmeye başladığını,
bunların resme de yansıdığını söylüyor. "Her resimin
biricikliği bir zamanlar bulunduğu yerin biricik olmasından
kaynaklanıyordu. Resim bir yerden başka bir yere taşınabilirdi.
Ama hiçbir zaman aynı anda iki yerde birden görünemezdi. Fotoğraf
makinası, resmin fotoğrafını çekerek resmin imgesinin taşıdığı
biricikliği ortadan kaldırmış oldu. Bunun sonucunda resmin anlamı
değişti. Daha kesin söylersek resmin anlamı çoğaldı, birçok
anlama bölündü" açıklamasını getiriyor. Televizyonda
görünerek her seyircinin evine giren ve milyonlarca evin her
birinde değişik bir bağlamda algılanan resmin kendi anlamını
onların anlamına kattığını söylüyor. "İmge artık
biricik, eşsiz olmasa bile sanat nesnesi denen o şey, gizemlilik
katılarak biricik ve eşsiz kılınmalıdır" saptamasını
yapıyor. Sanata duyulan ilgiyle mutlu azınlığın gördüğü
eğitim arasındaki ilişkiyi bir tabloyla gösteriyor. Bir resim
imgeleri film makinasıyla canlandırıldığında, resme bir söz
eklendiğinde yaşanan değişimleri anlatıyor. Ama özgün
resimlerin bilginin hiçbir zaman olamayacağı ölçüde sessiz ve
dingin olduğunu söylüyor.
"Geçmişin
sanatı, eskiden olduğu gibi değildir artık bugün. Yetkesini
yitirmiştir. Onun yerine bir imgeler dili oluşmuştur. Şimdi
önemli olan bu dili kimin, ne amaçla kullandığıdır." Bu
yorumla değerlendirmesini özetliyor. Walter Benjamin'in kırk yıl
önce yazdığı "Mekanik Yeniden Yaratma Çağında Sanat
Yapıtı" adlı denemesinden söz ediyor. Berger'in kitabının
tarihi 1972. Bir kırk yıl daha geçmiş. Daha fazlası da. Sanat
yapıtlarının üretilme ve tüketilme biçimlerinin bilgi çağıyla
yeni bir değişim sürecine girdiğine kuşku yok.
Artık
irdelenmeye başlasalar da henüz bir çözüme ulaşmamış uygulama
ve törelere göre kadının toplumdaki yerinin erkeğinkinden çok
başka olduğunu söylüyor. "Erkekler davrandıkları gibi,
kadınlarsa göründükleri gibidirler. Erkekler kadınları
seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Bu durum
yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri değil,
kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler" diyor. İlk
çıplaklar olarak Adem ve Havva'nın öyküsüne yer vererek kadının
suçlanışını ve erkeğe boyun eğmekle cezalandırılmasını
anlatıyor. Ortaçağ resim geleneğinden başlayarak bu öykünün
işlenişini, kadının ve çıplaklığın sanattaki gelişimini
irdeliyor. İdeal izleyicinin her zaman erkek olarak kabul
edildiğini, kadın imgesinin onun gururunu okşamak için
düzenlendiğini belirtiyor. Örneklerle Avrupa yağlıboya resmini
gözden geçiriyor. Bu türün kendine özgü nitelikleri nedeniyle
görülenin resme geçirilişinde özel bir töreler dizgesi
oluştuğunu, bunların toplamının yağlıboya resmin yarattığı
görme biçimi olduğunu söylüyor. Bu resmi dünyaya açılan
çerçeveli bir pencereden çok duvara gömülmüş bir kutuya,
görüntülerin içinde saklandığı bir kasaya benzetiyor.
Son
bölümde "Yaşadığımız kentlerde hepimiz her gün yüzlerce
reklam imgesi görürüz" diyerek tarihte başka hiç bir
toplumun böylesine kalabalık bir imgeler yığını, böylesine bir
mesaj yağmuru görmediğini ekliyor. Reklamı tüketici toplumun
yarattığı kültür olarak tanımlıyor. Yağlıboya resimle reklam
arasında dokunulabilirlik (imgelerdeki gerçek nesneyi ele
geçirebilme duygusu) açısından benzerlik olsa da reklamın
işlevinin çok başka olduğunu söylüyor. Yağlıboya resmin
sahibinin zaten içinde bulunduğu durumda onun kendi gözündeki
kendi imgesini güçlendirdiğini, reklamınsa izleyiciyi içinde
bulunduğu yaşamdan hoşnut olmadığı duygusuna kapılmaya
zorlayarak eksikliğini gidermek için sunulan nesneyi almaya
yönlendirdiğini belirtiyor. "Reklamın korkunç bir etkileme
gücü vardır, reklam aynı zamanda çok önemli bir siyasal
olgudur" saptamasını yapıyor.
....
Bakmasını
bilince neler görülebileceğine, bunların sözcüklere ve imgelere
nasıl yansıyabileceğine bir örnek olarak John Berger'in “O Ana
Adanmış” adlı kitabındaki "John Berger – Boğaz’da"
yazısı okunabilir.
....
Görme
biçimlerini tanımak, öğrenmek, yaşamı ve sanatı yorumlarken
kullanabilmek kolay değil. Görmeme biçimleriyse geleneksel eğitim
sisteminin önemli ve yeni politikalarla gittikçe etkinleşen bir
parçası olarak herkesçe bilinip uygulanıyor. Bakmasını ve
görmesini bilenlereyse mutsuzluk kalıyor, bir de güzel günlerin
geleceğine ilişkin tükenmeyen bir umut.
1.
Mehmet Arat, Bir Cahilin Sosyoekonomik Notları: Sosyal Bilimler İçin
Murphy Yasaları,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazarhane/817-mehmet-arat-kaleminden-bir-cahilin-sosyoekonomik-notlari.html
2.
Mehmet Arat, Yüreğinizdeki on bıçak,
http://blog.milliyet.com.tr/yureginizdeki-on-bicak/Blog/?BlogNo=429841
3.
Faruk Özsu, Cübbeniz sizin olsun artık!,
http://www.radikal.com.tr/radikal2/cubbeniz_sizin_olsun_artik-1147438
4.
John Berger, Görme Biçimleri,
http://www.idefix.com/kitap/gorme-bicimleri-john-berger/tanim.asp?sid=H83UU851TG0IGGF0MMSE
5.
Rıza Türmen, Gözetleme Kulesi ve Türkiye,
http://www.radikal.com.tr/radikal2/gozetleme_kulesi_ve_turkiye-1161009
6.
Mehmet Arat, Açık Büfe Cinsellik,
http://blog.milliyet.com.tr/acik-bufe-cinsellik/Blog/?BlogNo=386693
7.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2013 Ocak-Şubat-Mart
kadın cinayeti gerçekleri,
http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/332/2013-ocak-subat-mart-kadin-cinayeti-gercekleri
8.
Umay Aktaş Salman, Mesele kızlı erkekli öğrenci evi değil,
http://www.radikal.com.tr/turkiye/mesele_kizli_erkekli_ogrenci_evi_degil-1160406
9.
John Berger, John Berger – Boğaz’da,
http://www.sanatlog.com/sanat/john-berger-bogazda/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder