Bir
Ankara dizisi bitti. Büyük bir olay olmuştu. Ama üzerine fazla
gelindi. Alışılmadık yaklaşımı bazı kesimleri rahatsız
ediyordu. Yorganı gönderip kavgayı sonuçlandırdılar. Oysa
yaşamın içine en çok giren yayınlardan biriydi. "Yaşamın
Dizileri" başlığıyla düşüncelerimi yazmak istiyordum.
Taksim
Gezi Parkı'nda başlayarak kısa sürede dört bir yana yayılmakla
kalmayıp Türkiye'yi dünyanın gündemine oturtan (1) hareketi
görünce "Behzat Ç. buna bir bölüm ayırabilirdi" diye
düşündüm. Ekip belki de bu kez soruşturma için değil, yalnızca
destek olmak, gençleri korumak için oraya giderdi. Belki bölümde
bir cinayet ve katil olmaz, gençlerin coşkulu çıkışlarının
acımasızca bastırılmak istenmesinin nedenleri araştırılırdı.
Özgürlükler sınırlandığında, insanlar dar kalıpların içine
sıkıştırılıp genel düşünce ve yargıları kabul etmeye
zorlandığında toplumda yükselen basınç ekibin dikkatini
çekerdi. Kuşkusuz birçok konuda olduğu gibi bunda da çaresiz
kalırlardı. Çocukların üzerine sürülen Toma'ları, sessizce
duran insanlara böcek ilaçlar gibi sıkılan biber gazlarını
anlayamazlar, acımasızca bastırılmak istenen gruplara yardım
etmeye çalışırken kendileri de bunlarla karşılaşabilirlerdi.
Toma'ya karşı Poma düşüncesi ilgilerini çeker, Toplumsal
Olaylara Müdahale Araçları'nı Polis Olaylarına Müdahale
Araçları'nın nasıl durdurabileceğini çözmeye çalışırlardı.
....
Düşündüğüm
bir başka konu da İnternet'te gözüme çarpan bir kliple
ilgiliydi. Richard Vezina'nın "Dört Bölümde David Lynch"
(2) çalışması. David Lynch (3) 1980 yapımı "Fil Adam"
(4) filmini yönetmiş ve senaryosuna katkıda bulunmuştu. Vezina
David Lynch filmlerinden (Kullandığı filmler: Inland Empire,
Mulholland Dr., The Straight Story, Lost Highway, Fire Walk with Me,
Twin Peaks, Wild at Heart, Blue Velvet, Dune, The Elephant Man,
Eraserhead, The Grandmother, The Alphabet, Pretty as a Picture: The
Art of David Lynch, Blue Velvet - Mysteries of Love: Documentary
olarak belirtilmiş) sahneler alarak bir video hazırlamış. Günümüz
dünyasının ilginç olanaklarından biri. Geçmişte yönetmenler
bile kendi filmlerini sinema dışında göremezken artık herhangi
bir zaman ve yerde tüm ayrıntılara ulaşılabiliyor.
Behzat
Ç. sonlanınca yaşamın dizilerini düşünmüştüm. Son dönemde
izlenme oranları düşme eğiliminde ama diziler televizyonların
kitlelerle kurduğu en önemli bağlardan biri olmayı sürdürüyorlar.
Üstelik artık başka ülkelerde de gösteriliyorlar. Haftada birkaç
gün yapılan siyah beyaz yayından başlayarak televizyonun
Türkiye'deki gelişimi aklımdan geçti. Diziler hep önemli bir yer
tutmuştu. Günümüz koşullarında yine de önemli etkileri
olduğunu düşünüyorum. Yalnızların, yaşlıların yaşamına
insan sıcaklığı getirmeleri olumlu, gerçek yaşamdan, gerçek
sorun ve insanlardan uzaklaştırmaları da olumsuz etkilerine örnek
olarak verilebilir. Tarihsel gelişimi içerisinde sanatın
toplumdaki işlevi ve yeri epey değişti. Küçük topluluklara
seslenen bir zamanların seyirlik köylü oyunları, halk ozanları
artık eski biçimiyle yok. Ama kent konserleri, turneler, İnternet
üzerinden konser, etkileşimli tiyatro gibi örnekler var.
İşin
belki en acı yanı, sanata güzelliklerini paylaşmak ve gelişmek
için yaklaşmaya gerek duymayanların onu sınırlamak, üretenleri
karalamak ve yıldırmak için aşırı çaba göstermeleri. Meltem
Arıkan’ın yazdığı, Mehmet Ali Alabora’nın yönettiği "Mi
Minör" adlı oyun (5) birdenbire önemli bir gündem maddesi
oldu. Oyun Ustream sitesinden izlenebiliyor, yorum yapılabiliyor,
çekimler yüklenebiliyormuş. Yeni medya araçları ve tiyatronun bu
buluşmasının Taksim Gezi Parkı'ndaki özgürlük sesleriyle
ilişkilendirilmesi, sanırım komplo kuramcılarını bile
şaşırtacak bir yaklaşım olmalı.
Televizyon
yayınlarıyla birlikte başlayan ilk dizilerden beri dünya az
değişmedi. Bir zamanların Görevimiz Tehlike, Uzay Yolu, Komiser
Colombo, Kaygısızlar gibi yabancı dizileri, Atilla İlhan'ın
senaryosuyla çekilen Yarın Artık Bugündür (6) çalışmasını
şimdilerde pek hatırlayan olmayabilir. Yeni örneklerde
niteliksizlik ve bolluk nedeniyle izlenme oranları düşüyor. Tek
kanallı televizyon günlerinde ilgi gören bazı yapımların nasıl
tüm ülkeyi ekran başına topladığını anlamak bu yüzden biraz
zor gelebilir. Değişim her yeri etkiliyor.
....
Behzat
Ç. olmasa bile yazarı Emrah Serbes Taksim'deymiş. O da bu aykırı
komiserin orada olsa ne yapacağını düşünmüş.
"Behzat
Ç. Taksim’de görevli olsaydı ne yapardı?"
"Rozetini,
silahını bırakıp parka giderdi."
Dizinin
bitmiş olmasına sevinen takipçileri bile varmış. Haftalardır
süren Gezi Parkı eylemlerinden kendilerini alıkoyamadığı için!
Yukarıdan gelen emirleri umursamayan milyonlar taleplerinin kabul
edilmesini, polis şiddetinin sorumlularının cezalandırılmasını,
öldürülenlerin katillerinin bulunmasını bekliyormuş. Behzat'ın
yaratıcısı, yazarı Emrah Serbes de 31 Mayıs günü kendisini
eylemlerin içinde bulmuş. Sonunda Behzat'ın Ç’sini de
açıklamış. Çapulcu...
....
Taksim'de
yaşananlar "Beyoğlu ilçesinde bulunan Taksim Gezi Parkı'nın
Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında 28 Mayıs 2013 günü bir
duvarının yıkılmaya başlanması ve bazı ağaçların kesilmesi,
bu haberin sosyal medya üzerinden Topçu Kışlası inşaatına
başlandığı şeklinde yayılması sonucu bazı aktivistlerin
oturma eylemi yapmaya başlaması ve polisin eyleme orantısız
müdahalesi sonucu geniş bir protestoya dönüşmüştür"
sözleriyle tanımlanıyor. (8) "Bu maddenin tarafsızlığı
konusunda kuşkular bulunmaktadır" notuyla. Kuşkusuz bu kadar
yoğun yaşanan ve çıkarlar doğrultusunda çarpıtılmaya açık
böylesi bir olaylar zincirinde soyut bir yansızlık olamaz. Nereden
bakılacağını vicdanlar ve ilkeler belirler. Üstü nasıl
örtülürse örtülsün, tarih sıradan insanların üzerine
acımasızca gidilmesini bağışlamaz. Kapatılıp çürümeye
bırakılan bir yara gibi, er ya da geç patlar, yüzeye çıkar.
Toplumsal algıda yeni bir aşamaya varıldığı açıkça
görülmektedir. Kitleler gerçekleri ortak bir beyin duyusuyla (9)
görmekte, ölümlerin, binlerce kişinin yaralanmasının
sorumlusunun temel hakların kullanılmasına katlanamayan, hesap
vermekten korkan yöneticiler olduğunu bilmektedir.
Kimliklerinin
tanınmasını, isteklerine saygı gösterilmesini isteyerek alanları
dolduran insanlar değildir sorun. Verilen emirleri uygulayan,
belirlenen stratejileri risk alarak yaşama geçiren polis de
değildir yaşanan bu acıların nedeni. Aslında onlar da bu
acımasız oyunun kurbanlarıdır. İpek İzci Emniyet-Sen’in
kurucularından olan ve avukatlığını da yapan eski polis Emrullah
Aksakal’la görüşmüş. Aksakal, 12 Eylül sonrasında Çevik
Kuvvet’te yirmili yaşlardaki memurların görevlendirildiğini
anlatmış. “Meslekte ikbal bekleyen yeni memurlar, emir verenin
isteklerini fazlasıyla yapmak ister. Bunlar itaat etmezse aday
memurluktan asil memurluğa geçemezler” demiş. "Amirler
neden net bir şekilde görev tanımı yapmıyor, uygulamayı kontrol
etmiyor diye sorgulanmalı. Siyasi otorite belirlediği derecenin
aşılmaması için eğitim ve cezalandırma yapar. Sorun, eğitim ve
cezalandırmanın yapılıp yapılmadığındadır. Kolluğun siyasi
otoriteyle eylemci arasındaki rolüdür. Bir memur yanlış işler
yaptıysa bile siyasi otorite onu eğitmek için ne yaptı şimdiye
kadar? Hammaddeniz neyse, aldığınız ürün/hizmet de o olur.
Gariban polisin ne suçu var, İstanbul gibi yerde yaşam savaşı
veriyor" diye eklemiş. (10)
....
Yeni
bir çağa giriyoruz.
Gördüklerimizi
inanılmaz bir hızla paylaşabiliyoruz. Ama yine de yazının ayrı
bir yeri var. Görüntüler gerçeği gösterse bile arkasında neler
olduğunu ayrıntılandıramıyor.
Yazılanlar
nasıl yayılıyor? Hangileri belleklerde kalıyor, hangileri
siliniyor?
Son
dönemde basında da hızlı bir değişim var. Yazarlar çalıştıkları
kuruluşlardaki yerlerini koruyamıyor. Alternatif kanallarda
yazıyorlar. Ama dinlemek isteyen yoksa konuşmanın bir anlamı
olabilir mi? Farklı sesleri sanki tümüyle yok etmek isteyen bir
saldırı var. Oysa toplumsal beyin ölümü gerçekleştiğinde
yaşamın da sonu gelmiş demektir. (11)
Beni
kaygılandıran iki olaydan biri Hasan Cemal'in aynı gün içinde
birden fazla uyarı yazısı yazmak zorunda kalmasıydı. Bir sonuç
getirmeyeceğini bildiği halde. Diğeriyse Can Dündar'ın insanlık
uyarılarını dikkate almak bir yana, anlayabilecek bir yetkili bile
olmamasıydı.
Hasan
Cemal:
"Bir
günde ikinci yazımı yazıyorum.
Ve
uzatmak da istemiyorum.
Bu
bir uyarı mektubu size.
Farkındayım,
şu günlerde yazılarım hep size mektup şeklinde oluyor.
Nedeni
malum:
Türkiye’nin
bu son derece tehlikeli sürüklenmesini, bu ürkütücü cepheleşme
halini bugün ancak siz durdurabilirsiniz.
Frene
basabilecek olan sizsiniz.
Ama
eğer siz de, yüzde ellinin bayrağını sallayarak barikatlara
çıkarsanız, emin olun, yapacak bir şey kalmaz.
Yazık
olur Türkiye’ye"
demişti.
(12)
Can
Dündar:
"Savaşın
bile asgari bir ahlakı vardır. Hiçbir savaşta çocuklara gaz
sıkılmaz mesela...
Elinde
silahı olmayan, çadırı içinde oturan, barışçı bir gruba
böyle saldırılmaz.
Yaralıların
revire çevirdiği mekânlar gaza boğulmaz.
Bu
emri verenler olabilir, ama o emir uygulanmaz.
Uygulamak
zorunda kalanlar arasından vicdan sahibi birileri çıkar, istifa
eder.
Savaş
ahlakı bile çiğnendi dün"
diye
yazmıştı. (13)
Bir
konuda desteğin fazla olması doğruluk ve haklılık ölçüsü
müdür? Ortaçağda dünya dönmüyordu, sonra mı dönmeye başladı?
Hitler'in partisi seçilerek geldiği için dünyayı kana bulama
hakkını kazanmış mı oluyordu? 12 Eylül anayasası ezici
çoğunluk onaylandığı için sonsuza dek kalmalı mıydı?
Halka
karşı alınan tavırların, yaşanan ölümlerin, çok sayıda
yaralanmanın sorumlusu polisler değildir. Yönetimde bulunanlardır.
Partiler yasasının liderlerin kontrolsuz davranışlarına neden
olduğu gerçeği diğerlerinin de, eğer yapılanları aktif olarak
savunuyorlarsa birinci, sessiz kalıyorlarsa ikinci dereceden
yanlışların ortağı olduğu gerçeğini değiştirmez.
Yöneticilerin
Avrupa Parlamentosu'nun sivil kitle hareketlerinde oransız güç
kullanımıyla ilgili uyarılarını büyük bir aceleyle "yok
saymaları" ısrarla savunulmaya çalışılan kontrolsuz
başkanlık sisteminin sakıncalarını açıkça göstermektedir.
Cumhurbaşkanı, meclis başkanının öneri ve uyarıları yok
sayılmıştır. Sınırlı denetim mekanizmalarının bile
kullanılmasının engellendiği, sistemin kişisel yanlışları
kontrol etmekte yetersiz kaldığı koşullarda tüm yetkilerin tek
noktada toplanması hiçbir kesim için olumlu sonuç getirmez.
Veriler
Türkiye'nin demokrasi sınavından pek de başarıyla çıkmadığını
gösteriyor. Türk Tabipler Birliği ulaşabildikleri bilgilere göre
13 ilde yaralılar olduğunu, kamu hastanelerine, özel hastane ve
tıp merkezlerine ve çatışmaların yaşandığı alanlarda kurulan
revirlere toplam 8041 kişinin yaralı olarak başvurduğunu
bildirmiş. Yaralanmaların içeriğini biber gazına bağlı yüzeyel
yangı, yanık, solunum sıkıntıları, astım krizi, epilepsi
atakları, yakından atılan biber gazı kapsülleri, plastik
mermiler ve darpa bağlı kas-iskelet sistemi yaralanmaları (yumuşak
doku zedelenmeleri, kesiler, yanıklar, basit kırıklardan sekel
bırakacak ciddiyete sahip açık/kapalı kırıklar), kafa
travmaları, plastik mermilerden kaynaklı görme kayıplarına varan
göz problemleri ve karın içi organ yaralanmaları oluşturuyormuş.
Dört kişi yaşamını yitirmiş. Altmış ağır yaralı varmış.
Yüzü aşkın kafa travması olmuş. On bir kişi gözünü
kaybetmiş. Bir kişinin dalağı alınmış. Olaylar sırasında
içinde yaralıların ve doktorların olduğu revirlere bile gaz
bombasıyla müdahale edilmiş. (14)
Türkiye
Barolar Birliği de Sağlık Bakanlığı yetkilileri hakkında suç
duyurusunda bulunmuş. Yaşanan son olaylarda yaralananlara kanuni
görevleri gereği acil tıbbi müdahale yapan hekimlere yönelik ön
incelemeyi başlatan, toplumsal olayların meydana geldiği yerlerde
acil tıbbi müdahale birimleri kurmayan bakanlık yetkilileri
hakkında işlem yapılmasını istemiş. (15)
Susurluk'tan
sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. (16) İşler pek
umulduğu gibi gitmedi. Ama Taksim Gezi Parkı deneyiminden sonra
gerçekten yeni ve güzel bir geleceğin yolu açılabilir. Merkezi
egemenlik sisteminin yeni koşullara ve geniş kitlelerin
beklentilerine uygun duruma getirilmesi ve partilerin iç yapısında
demokratik işleyişin güvence altına alınması gibi konularda
genel bir uzlaşma sağlanması, sonuçların en kısa sürede tüm
kesimlerin seçimlerde eşit haklarla temsil edilmesini sağlayacak
bir seçim yasası değişikliğine yansıtılması, daha özgür ve
demokratik koşulları yaklaştırabilir.
1.
Mehmet Arat, Türkiye CNN'de,
http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/turkiye-cnnde-24247
2.
Richard Vezina, David Lynch in Four Movements - A Tribute,
http://vimeo.com/33993633
3.
Biography for David Lynch, http://www.imdb.com/name/nm0000186/bio
4.
David Lynch, "The Elephant Man",
http://www.imdb.com/title/tt0080678/
5.
Alabora'nın interaktif oyunu başlıyor,
http://www.milliyetsanat.com/haberler/sahne-sanatlari/alaboranin-interaktif-oyunu-basliyor/638/7#.Uc5j2ztSiAg
6.
Nejat Altınsoy, Yarın Artık Bugündür,
http://www.kentyazilari.com/yarin-artik-bugundur
7.
Devrim Acaroğlu / Çağdaş Günerbüyük, Behzat Ç. rozetini
bırakıp Gezi Parkı’na giderdi,
http://www.evrensel.net/news.php?id=59526
8.
2013 Taksim Gezi Parkı protestoları,
http://tr.wikipedia.org/wiki/2013_Taksim_Gezi_Parkı_protestoları
9.
Mehmet Arat, Beyin Duyusu,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazar-arsivi/183-mehmet-arat-kaleminden-beyin-duyusu.html
10.
İpek İzci, Çevik Kuvvet: Genç, muhafazakâr ve itaatkâr,
http://www.radikal.com.tr/turkiye/genc_muhafazakar_ve_itaatkar-1136152
11.
Mehmet Arat, Toplumsal beyin ölümü,
http://blog.milliyet.com.tr/toplumsal-beyin-olumu/Blog/?BlogNo=415657
12.
Hasan Cemal, Erdoğan'a uyarı mektubumdur,
http://t24.com.tr/yazi/erdogana-uyari-mektubumdur/6877
13.
Can Dündar, Revire Biber Gazı,
http://gundem.milliyet.com.tr/revire-biber-gazi/gundem/ydetay/1723563/default.htm
14.
Türk Tabipleri Birliği, Göstericilerin Sağlık Durumları,
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/veriler-3842.html)
15.
Türkiye Barolar Birliği'nden Sağlık Bakanlığı Yetkilileri
Hakkında Suç Duyurusu,
http://www.radikal.com.tr/turkiye/barolar_birliginden_saglik_bakanligi_hakkinda_suc_duyurusu-1139629
16.
Mehmet Arat, Güzel bir gelecek,
http://blog.milliyet.com.tr/guzel-bir-gelecek/Blog/?BlogNo=344774
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder