Yazmak,
nereye gideceğini bilmeden çıktığın olmayan bir yolda, hedefine
ulaşabilmek ve güzel bir yolculuk yapabilmek için yaşanan
olağanüstü ve sonu belirsiz bir serüvendir.
Bu
tanım yaşamı da anlatmıyor mu? Belirsizlikler içinde dünyaya
gelip, hele Türkiye gibi bilgi düşmanlığının ödüllendirildiği
bir yerde doğduysak geleceği tahmin bile edemeden yaşayıp günün
birinde geçmişimizi yapabileceklerimizin pek azını
tamamlayabilmiş olarak geride bırakıp gitmiyor muyuz? Yazmanın
güzelliği belki de sınırları yok saymasından kaynaklanıyor,
burada yaşam doğum ve ölümle, yaşadığımız yer gümrük
kapılarıyla, yaşayabileceklerimiz verilen buyruklarla
sınırlanmıyor. İstediğimizi düşünüp yazabiliyoruz. Düşünmek
gibi yazmak da serbest. İstediğimizi düşünüp yazabiliriz.
Düşündüğünü paylaşmaya ve yazdığını yayımlatmaya gelince
iş değişiyor. Geçmesi pek zor iki yol var. İlki kendi dünyanla
gerçek dünya arasında bir köprü kurup yazarının amacına uygun
ve alıcısı olabilecek bir ürün yaratmak, diğeriyse yayıncılık
sistemi içerisinde bir yer bulup okuyuculara ulaşabilmek. Bu
engeller başarıyla geçilse bile sorunlar bitmiyor. Özlenen yönde
gitmenin zorlukları çoğu kişiyi en kolay yürünebilecek yollara
sapmaya yöneltiyor.
Bütün
bu zorluklara karşın niçin yazmaktan vazgeçemiyoruz? Kuşkusuz
yazılanların başkalarına ulaşması, düşünce ve duygu
bulutlarının binlerce kişinin ortak bilinci olması büyük bir
mutluluk kaynağıdır. Ama bu, dışındaki ve içindeki dünyayı
anlama, evrenin sırlarını çözme, yaşanmışları öğrenip
yaşanacak ve yaşanabilecekleri görmeye çalışma çabalarının,
hele bu sırada bulunan küçük gerçeklerin büyük anlatımlarının
yarattığı sevincin yanında pek de önemli sayılmaz. Kişi önce
kendine, sonra topluma ve tarihe karşı sorumludur. Yaşamla
kurabileceği en anlamlı ve doğru bağı bulmak, bunu uygun alanda
kendine özgü bir biçimde gerçekleştirmek temel görevdir. Bu,
bir anlamda, kişinin içindeki madenin, cevherin çıkarılmasıdır.
Can madenciliğinin ilk aşamasıdır. (1) Tıpkı topraktakiler
gibi, insanlarda saklı değerler de çeşitlidir. Kimi kum gibi,
toprak gibi yüzeye çok yakındır. Hemen elde edilebilir ve
kullanılabilir. Kiminin üstü biraz örtülüdür, önce açılması
ve ulaşılması gerekir. Kimiyse iyice derinlerde ve gizlidir. Büyük
çabalar gerektirir, önce yerin kat kat altına inip cevherin
çıkarılmalı, sonra uzun süren ve zor uğraşlarla işlenip
saflaştırılmalı, gizli güzellikler ayrılmalıdır. Tonlarca
malzemeden birkaç gram değer bile zorlukla elde edilebilir. İşte
insanın ve yaşamın özünü sözcüklerde damıtabilmek de böyle
zor bir iştir. Yıllarca harcanan çabalar doğru bir süreçle
birleşmezse boşa gidebilir. Okunanlar meyve vermeden unutulabilir,
yazılan yüzlerce, binlerce sayfanın değeri topraktan çıkarılıp
işlenemediği için bir kenara yığılan işe yaramaz bir ham
cevher yığınına benzeyebilir. Yazar ilk aşamayı başarıyla
tamamlama mutluluğunu yaşayabilirse ilk adım bunun gerçekliğinin
sorgulanmasıdır. Işıltının kaynağı bir elmas mıdır, cam
parçası mıdır? Buna, gözleri yaratma sürecinin ışıltısıyla
kamaşmamış başkaları karar vermelidir.
Sonrası
elmasların ve camların, olağanüstünün ve sıradanın, umutların
ve korkuların, başarının ve yenilginin, mutluluğun ve acının
birbirine karıştığı, yazarların ve yapıtlarının içine
tıkıldıkları yayın dünyası kazanından çıkmak için sürekli
savaştığı katlanması zor bir aşamadır.
....
Bu
yazıda biraz bedavacılık yapacağım. Öykü Yağmuru'ndan söz
edeceğim. Geçen yılın öykülerini derleyen "2012 Öykü
Yıllığı" (2) içinden gözüme çarpan bazı noktaları
aktaracağım. Gelişmenin ve değişimin sürekliliği içinde
kapsamlı ve zamana direnebilecek bir seçki hazırlamak da kolay
değil. Her an, her yan değişiyor. Gökyüzü ve yeryüzü,
insanlar ve ağaçlar, hele de ne yapacağını, nereye gideceğini
bilemeyen toplumlar sürekli bir hareketin içinde. Bu akışın
belirli anlarını niteliksel sıçrama olarak adlandırsak da asıl
güç, değişimin tuğlaları sessizce üst üste koyarak duvarı
örmesi ve günün birinde çevredeki perde çekildiğinde dev bir
binanın karşımızda belirivermesidir.
2012
Öykü Yıllığı "öykü yağmuru" başlığıyla çıkmış.
Yıl içinde doğan Öyküler çok fazla olsa bile bu niteleme bana
doğru gelmedi. "Yağmur gibi yağmak" niteliksizlik yorumu
sanılabilir. Nicel büyümenin yol açtığı sorunlara ilişkin
somut değerlendirmelerden ayrıldıklarında kapaktaki bu sözcükler
yanlış anlamalara yol açabilir. Kemal Gündüzalp'in özenli
çalışmasının sonuçlarını okudukça benim kafamın içinde
dönen düşünce "Dünyanın öyküsü bir kitaba sığmış"
oldu. Öyküyü, dergiyi, kitabı, yazarı, eleştirmeni, okuru,
düşüncenin ve yaratıcılığın arayışının dallarını bir
anda görüvermek ayrıcalık duygusu veriyor. Yansımalarını
gördüğün öykü dünyasının derinliklerine girip hepsini okumak
için karşı konulmaz bir isteğin ve gücün kaynağı oluyor.
Arka
kapakta kitabın "canlı öykü edebiyatı ortamında iz bırakan
çalışmalardan oluşan bir ilk", aralarında Doğan Hızlan,
Adnan Binyazar, Semih Gümüş, Ahmet Telli, Ayşegül Tözeren,
Özcan Karabulut, Gonca Özmen, Hüseyin Su, İnci Aral, M. Sadık
Arslankara, Kadir Yüksel, Yakop Tilermeni, Ahmet Büke gibi
çevirmen, editör, eleştirmen, şair, öykü yazarı ve yayın
yönetmenlerinin de bulunduğu, öyküye emek veren isimlerin
katkılarıyla gerçekleştirilen ortak bir çabanın ürünü olduğu
belirtiliyor.
Kemal
Gündüzalp girişte kısa bir özgeçmişle tanıtılıyor. "1953
yılında Urfa'da doğdu. İlk ve ortaokulu Ceylanpınar'da okudu.
Ankara Bahçelievler Cumhuriyet Lisesi'ni, Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi'ni bitirdi. İlk şiiri 1971, ilk yazısı
1972, ilk öyküsü ise 1973 yılında yayınlandı. Daha sonra
1976-2012 yılları arasında toplam yüz sekiz dergide beş yüz
sekseni aşkın şiir, öykü, eleştiri, deneme, tanıtma ve
inceleme yazıları yayımladı. Bazı şiirleri Farsça'ya
çevrildi." Aldığı bazı ödüllerin, şiir, öykü, çocuk
öyküsü, roman ve eleştiri kitaplarının listeleri veriliyor.
Önce
biraz seçkinin yapısından söz etmek gerek. Kitap Kemal
Gündüzalp'in teşekkürü, sunumu, "Eleştiri Yokluğunda Öykü
Yağmuru" başlıklı genel değerlendirmesiyle ve İnci Aral'ın
"Öykü Işıktır" dediği Dünya Öykü Günü
Bildirisi'yle başlıyor, soruşturmalarla sürüyor.
İlk
soruşturmayı yanıtlayanlar Adnan Binyazar, Aslı Solakoğlu,
Feridun Andaç, M. Sadık Aslankara, Nazlı Karabıyıkoğlu, Özcan
Karabulut, Semih Gümüş, Şükran Farmaz, Zafer Doruk ve Zeynep
Sönmez. Yaqop Tilermeni'nin "2012'de Kürtçe Öykü"
başlıklı bir değerlendirmesi var.
İkinci
grup sorular dergilerin yayın Yönetmenlerine, editörlere
yöneltilmiş. Abdülkadir Budak (Sincan İstasyonu), Ahmet Miskioğlu
(Türk Dili Dergisi), Ali Günay (Deliler Teknesi, Öykü
Teknesi-Filika), Burcu Yılmaz (Sözcükler), Fulya Bayraktar
(Lacivert), Günay Güner (Çağdaş Türk Dili), Hüseyin Su
(Heceöykü), İbrahim Tığ (Şehir), İnan Çetin (Sarnıç Öykü),
Mine Ömer (Kurşun Kalem), Özgen Kılıçarslan Danyal (Hayal),
Suna Dündar (Kum) ve Talat Avcı (Beşparmak) katılıyor.
Üçüncü
soruşturma "Ozanların Öyküye Bakışı" başlığını
taşıyor. Ahmet Telli, Aydın Şimşek, Fergun Özelli, Gonca Özmen,
Hüseyin Alemdar, Kadir Aydemir, Melek Özlem Sezer, Salih Bolat,
Veysel Çolak ve Yelda Karataş yanıtlamış.
Sonra
Kemal Gündüzalp "Soruşturmalardan Çıkan Sonuçlar"
değerlendirmesiyle en çok anılan kitap ve dergilerde yayımlanmış
öyküleri belirtiyor. Yazarlar seçkin birer okur olarak ele
alındığında kimsenin gözünden bir şey kaçmadığının
görüldüğünü söylüyor.
"2012'de
Dergilerde Öykü" bölümünde Kadir Yüksel'in "Dergilerde
Öykü", Yaqop Tilermeni'nin "Dergilerde Kürtçe Öykü",
Ayşegül Tözeren'in "Fanzin ve Bazı Dergilerde
Öykü-Edebiyatın Sokaklarında Öykü", Kemal Gündüzalp'ın
"Sayılarla Dergilerde Öykü" başlıklı yazıları yer
alıyor.
Ardından
yılın içinden esintilerle en keyifli bölüm geliyor. "Kitaplardan
Seçilmiş Öyküler" başlığıyla Ahmet Büke ve Cemil
Kavukçu, "Dergilerden Seçilmiş Öyküler" ile Ayşegül
Ünal, Birgül Oğuz, Ferda İzbudak Akıncı, Gökçe Parlakyıldız,
Mehmet Fırat Pürselimoğlu, Melike Uzun, Merve Koçak, Nazmi Bayrı,
Pelin Buzluk, Semih Erelvanlı, Semra Bülgin, Serap Işık, Tülay
Güzeler, Türker Ayyıldız, Yalçın Tosun ve Zeynep Sönmez, "2012
Öykü Ödülleri" altında Yalçın Tosun, "2012'de
Yitirilen Öykücüler" altında Burhan Günel ve Celal
Hafifbilek, "Fantastik Bir Öykü" ile Barış
Müstecaplıoğlu, "Çeviri Öyküler" altında D. H.
Lawrence ve Salih Badili yer alıyor.
"Öykü
Üzerine Seçilmiş Yazılar" bölümünde Ayşegül Tözören,
Cemil Kavukçu, Doğan Hızlan, M.Sadık Arslankara ve Semih Gümüş'ün
yazıları var. Yıllık, "2012 Yılında Yayımlanan Kitaplar"
başlığında ilk, yeni, çeviri, seçme, toplu, kolektif, çizgi(li)
öykü kitaplarının, içinde öykü olan kitapların, öykü ve
öykücüler üzerine kitapların, tek öykü yarışmaları ve
ödüllerin ve taranan dergilerin listeleriyle sonlanıyor.
....
Cemil
Kavukçu'nun yazısı "2012'nin Yükselen Yıldızları;
Öykücüler" başlığını taşıyor. Öykücülüğümüzün
son otuz yılda inişli çıkışlı bir yol izlediğine değinen
Kavukçu 1980'li yıllardan 1990'ların ortalarına süren
sessizliğin hemen ardından gelen bir canlanmadan, 2000'lerin
başındaki geri çekilmeden, 2012'nin öykünün yeniden
hareketlendiği bir yıl olmasından söz ediyor. "Kitaplarda,
dergilerde yayımlanmış öyküler, dilde, biçimde yeni arayışların
haberini veriyor" diyor.
Okumakta
olduğunuz yazının başlığı "21.Yüzyılın Yükselen Sesi:
Öykü" biraz Kavukçu'nun yükselen yıldızlarından, biraz
"2012 Öykü Yıllığı" içindeki zengin içeriğin
çağrışımlarından kaynaklanmış olmalı. Ama öykünün 21.
yüzyılda yeni anlamlar kazanabileceği öngörüsünü
destekleyebilecek başka nedenler de var. Ekonomik ve toplumsal
koşullardaki, insan ilişkileri ve yaşam biçimindeki değişimler
kaçınılmaz olarak sanata da yansıyor. Öykü ve roman da yeni
biçimlere evrilebilirler. Işık hızıyla bağlanan milyarlarca
insanın yazma ve okuma deneyimi değişmeden kalamaz. Eski Yunan
heykellerinin günümüz dünyasında yeniden yaratılamaması gibi,
sanayi devrimi sonrasında uzun dönemlerin bireyler ve düşünceleri
üzerindeki etkilerini araştırarak gelişen roman da işlevsiz
kalabilir. Pazar ekonomilerinin çok satan ürünleri tüketme modası
geçtiğinde, yaşamdan tek bir kişinin kafasından çıkmış
yüzlerce sayfalık bir kitap için uzun süre ayrılmak okuyucuya
anlamlı gelmeyebilir. Yaşamın hızından süzülen öykülerse
kısa, duru izler taşıyarak yazanları ve okuyanları birbirine
bağlayabilir. Yaşamla öyküler arasındaki uzaklık azalabilir.
Roman
burjuvaziyle gelişmişti. Aristokrasinin yerleşmiş değerlerine
yeni bir sistemle, rekabet, kazanma, gelişme, pazar ekonomisi gibi
kavramlarla tanımlanan yapılanmasıyla karşı çıkmış, geçmişin
çürümüşlüğünü ve yeni sistemin dinamizmini yansıtmıştı.
Günümüzdeki hızlı değişime romanın ayak uydurması hem yazar,
hem okur açısından zor görünüyor. Yeninin öyküsünü hemen
yakalayıp anında dünyaya yayılan şiir gibi, roman gibi, destan
gibi, şarkı gibi, film gibi öyküler gerçekten yükselebilir.
"Gideni ve gelmekte olanı" anlayıp iyi anlatan,
zenginleştiren öyküler bir anda dünyayı kaplayabilir.
Roman,
tarihi ve bugünü belirli kalıplarla yorumlayıp dayatan bir türe
dönüşürken öykü bireysel özgürlüğün sesi olabilir mi? Tek
başına güçsüz bireylerin yazdığı küçük yaşam parçaları
birleşip merkezi güçlere meydan okuyan boyutlara varabilir mi?
Yoksullar, azınlıklar ve diğer dışlananların, farklı
nedenlerle ezilenlerin yalın öyküleri yaşamın kendisine
dönüşebilir mi? Kadın öykücüler yepyeni bir soluk olabilir mi?
Geleceği kadınlar kurtarabilir, her alandaki acımasız sertliği
yumuşatabilir mi? Uygarlık yeniden kadına dönebilir, insanlar
eşitliğin sıcaklığıyla birbirlerine yeniden sarılabilir mi?
Gelecek
kadınların ve kadın gibi davranarak sertlikten uzak duran
erkeklerin olacaksa kuşkusuz bunlar yaşanabilir. Dünyayı güzellik
kurtarabilir mi? Belki güzellik kadınlarla gelecek, dünyayı
kadınlar kurtaracak, bir kadını anlamakla başlayacak her şey.
Belki
de "Kadınlar Nerde?" (3) sorusuna "Sessizce geleceğin
öykülerini yazıyorlar" denebilir.
....
Her
yazar önce okurdur. Her okur, eğer açık bir ürün vermediyse,
gizli bir yazardır. Okudukça öyküleri yeni biçimlerle kafasında
yazar, tekrar okur, yeniden yazar. Okudukça daha iyi yazar, yazdıkça
daha farklı okur. Yazar, okur...
....
Kemal
Gündüzalp'in hazırladığı "2012 Öykü Yıllığı"
kapsamlı ve özenli bir çalışmanın ürünü. Geniş bir
katılımla anlamlı bir bütün ortaya konabilmiş. Öykü dünyası
için değerli bir kaynak oluşmuş.
Sunuş
yazısında yıllığın eksiği dergi ve dergilerdeki öykülerin
değerlendirilmesinin ağırlıklı olması, kitaplara neredeyse hiç
değinilmemesi olarak belirtiliyor. Bir yılı, hele dergi ve kitap
sayısının epey artmış olduğu bir dönemde, anlatmak pek kolay
değil. Yayımlanan kitaplar zaten kalıcılaştığı için bir
öncelik olacaksa bunun dergilere verilmesi doğru bir seçim olmalı.
"2012 Yılında Yayımlanan Öykü Kitapları" başlığıyla
verilen "İlk Öykü Kitapları", "Yeni Öykü
Kitapları", "Çeviri Öykü Kitapları", "Seçme
Öykü Kitapları", "Toplu Öykü Kitapları",
"Kolektif Öykü Kitapları", "Çizgi(li) Öykü
Kitapları", "İçinde Öykü Olan Kitaplar", "Öykü
ve Öykücüler Üzerine Kitaplar" listeleri, bu kitaplara
ulaşmak isteyenler için bir kaynak oluşturuyor. Ayrıca "Tek
Öykü Yarışmaları ve Ödülleri" ve taranan 60 derginin
listeleri yer alıyor.
Genel
değerlendirme "Eleştiri Yokluğunda Öykü Yağmuru"
başlığını taşıyor. Kemal Gündüzalp eleştiriye alanın boş
kalmasından dolayı zorunluluktan başladığını, bunca öykünün
yazıldığı bir ortamda eleştiride bir kıpırdanma olmadığını,
Sadık Aslankara ve Semih Gümüş de olmasa yeni kuşak için
ortalıkta çıt yok diyebileceğini, ancak Necip Tosun'la Ayşegül
Tözören'in çeşitli dergilerdeki eleştirel çalışmalarının
ilgiyi hak ettiğini söylüyor. 2009 ile 2012 arasındaki yıllarda
yayımlanan ilk ve yeni öykü kitabı toplamlarını 142, 129, 144
ve 219 olarak veriyor. Seçme, toplu, derleme ve çeviri gibi
kitaplar eklenince sayılar 218, 200,217 ve 304 oluyor. Öykü kitabı
yayımlayan yayınevlerine ve öykü kitaplarına değiniyor. 2012
yılında yitirilen, öykü de yazmış dört yazarı, Burhan Günel,
Celal Hafifbilek, Güngör Gençay ve Tuna Baltacıoğlu'nu anıyor.
Soruşturmalara
verilen yanıtlarda Adnan Binyazar "Değersizlik daha çok
romanda gözlemleniyor. Pop şarkıcıların söylediğine benzer
eserler saman alevi gibi, parlamasıyla sönmesi bir oluyor. Adı
sanı olan romancıların kitabını okuyanların bile düş
kırıklığına uğradığı görülüyor. Bilinçsiz okurları bile
şaşırtan bu durum, kuşkusuz toplumdaki öbür bozulmaların da
ürünü. Yine de en çok bu romanlar okur buluyor" diyor. M.
Sadık Arslankara "öykü yazmayı değil öykü okumayı
önemseyen bir toplum özlüyorum", Nazlı Karabıyıkoğlu
"öykülerin çoğunda ağız birliği etmişcesine, cümleler
ince hüzünlerle işlenmiş", Özcan Karabulut “Çünkü
insan öyküsüyle var. Öyleyse öykü insanın, edebiyatın
gündeminde hep var, hep var olacak", Semih Gümüş "Öykü,
hayatın anları, küçük kesitleri, ayrıntıları üstüne
kurulduğu için, romandan daha önemli" yorumlarını yapıyor.
Yaqop
Tilermeni "2012'de Kürtçe Öykü" değerlendirmesine Dört
Dilimli Dilin Öyküsü'nü anlatarak başlıyor. Ulaşabildiği
dergilerdeki öykülerle ilk Kürtçe Öykü Yıllığı'na ulaşma
çabasından söz ediyor. Yayımlanan Kürtçe öykü kitaplarının
listesini veriyor.
2012
Öykü Yıllığı'nı, Kürtçe öyküye yer vermesi nedeniyle,
yalnız öyküler ve yazarlar üzerine değil, ülkenin ve dünyanın
koşulları üzerinde de bir değerlendirme, bir öykü olarak
okuyabiliriz. Tilermeni genç edebiyatseverlerin farklı bölge ve
şehirlerde çıkardıkları dergilere ulaşmanın çok zor olduğunu
söylüyor. Postayla gönderilen dergilerin ulaşmayabildiğini, ya
da bir hafta sonra komşusunun elinden anlamlı bir bakışıyla
alınabildiğini anlatıyor.
Dergi
yayın yönetmenleri ve editörlerin katıldığı soruşturmada
Fulya Bayraktar (Lacivert Öykü ve Şiir Dergisi) öykülerin
yayımlanması için çok farklı yaratıcılık izleri, çok temiz
bir Türkçe, didaktik olmayan bir yazım tarzı, fazlalık
barındırmayan cümleler aradıklarını, Günay Güner (Çağdaş
Türk Dili) Türkiye, dünya yangın yeriyken öykünün başka bir
gezegende yaşadığını, ayrıca öykülerin dilinin Türkçe'nin
işlenmesi yönünden bozuk olduğunu, Hüseyin Su (Heceöykü) her
sayıyı hazırladıktan sonra ellerinde iki sayı daha çıkarabilecek
ürün kaldığını, Mine Ömer (Kurşun Kalem) dergilerde
yayımlanan azımsanmayacak sayıda öyküden pek azının onu
heyecanlandırıp etkilediğini, Suna Dündar (Kum) öykülerin yeni
olma çabasıyla yapaylaşıp imge boğulmasına kapıldığını,
Talat Avcı (Beşparmak) kadın yazarların öyküye niceliksel ve
niteliksel bir zenginlik kattığını söylüyor.
Ozanların
öyküye bakışına yönelen soruşturmada Ahmet Telli şiirsel olma
halinin ölçülerinin belirsizliğine, Aydın Şimşek şairlerin ve
öykücülerin birbirlerini okumamasına, Fergun Özelli Octavia
Paz'ın "Büyük bir düzyazı ustası ortaya çıktığında
dil yeniden doğar, onunla birlikte yeni bir gelenek başlar. Bu
yüzden düzyazı şiirle iç içedir ve şiir olmak ister"
sözüne, Gonca Özmen iki türün de öncelikle özenli bir dil
işçiliği ve anlatımda yoğunluk istediğine, Hüseyin Alemdar
Behçet Necatigil'in "Bir şairin yakındığımız yanı ya
dilidir, ya dilsizliğidir" demesine, Melek Özlem Sezer bu iki
türün Homeros Destanları'nda aynı bedende ne kadar uzun
yaşayabileceğini gösterdiğine, Salih Bolat şiir olmayan
şiirselliğin bir metinde bolca yer almasının o metni ne şiir ne
de öykü yaptığına, Veysel Çolak herkes şiire öncelik tanısa
da başlangıçta öykünün var olduğuna ve her ikisinin de
malzemesi insan olduğu için bir arakesit oluşturabileceklerine,
Yelda Karataş şiirle roman ve öykünün düzyazısı arasındaki
ayrıma değiniyor.
Soruşturmalardan
çıkan sonuçları Kemal Gündüzalp soruşturmalara katılan yazar,
ozan, dergi yayın yönetmen ve editörlerini seçici olarak kabul
ederek değerlendiriyor. En çok anılma oy kabul edilirse yılın
öykü kitabının Cemil Kavukçu'nun Aynadaki Zaman'ı olabileceğini
söylüyor. Onu Ahmet Büke'nin Cazibe İstasyonu ve Murat Yalçın'ın
Karga Zarif kitapları izliyor. Dergilerden en çok anılansa Melike
Uzun'un Sığ adlı öyküsü oluyor.
2012'de
Dergilerde Öykü bölümünde Kadir Yüksel Dünyanın Öyküsü,
Hece Öykü, Notos, Öykü Teknesi, Sarnıç Öykü, Semaver Öykü
ve öyküye yer veren dergilere değiniyor. Yaqop Tilermeni
Dergilerde Kürtçe Öykü, Ayşegül Tözeren "Edebiyatın
Sokaklarında Öykü" ile fanzin ve bazı dergilerde öykü
konularını anlatıyor.
Kemal
Gündüzalp “Sayılarla Dergilerde Öykü” yazısıyla dergilerin
ve yazarların yayımladıkları öykü sayılarını listeliyor.
Kitaplardan
Seçilmiş Öyküler Ahmet Büke'nin "Cazibe İstasyonu"
kitabından "Gelen Evrak: 28.02.2012. TEM: 1245/89"
öyküsüyle başlıyor, Cemil Kavukçu'dan "Aynadaki Zaman"
/ "Mindos Kayalıkları" ve dergilerden seçilmiş
öykülerle sürüyor.
2012'de
verilen öykü ödüllerinin listesinin ardından ödüllü
kitaplardan seçilen bir öykü, Yalçın Tosun'dan "Muzaffer ve
Muz" yer alıyor. Kitapta yitirilen yazarlardan iki öykü de
var. Burhan Günel'den "Yorgunum Aşktan" ve Celal
Hafifbilek'ten "Küçük Bir Aşk Öyküsü".
Salih
Badili'nin "Ayna Kırılmasın" öyküsünü Yaqop
Tilermeni Kürtçe'den çevirmiş. "Öykü Üzerine Seçilmiş
Yazılar" bölümünde Ayşegül Tözören "Eleştirinin
özeleştirisi mümkün mü?" diye soruyor ve dil eleştirisinin
yapıt eleştirisinin önüne geçtiğini söylüyor. Cemil Kavukçu
"2012'nin Yükselen Yıldızları; Öykücüler" başlığıyla
kitaplarda ve dergilerde yayımlanmış öykülerin dilde, biçimde
yeni arayışların haberini verdiğini müjdeliyor. Doğan Hızlan
"Bekir Yıldız'sız Göç ve Uludere Anlaşılamaz" diyor.
M.Sadık Arslankara "Öykünün İçinde, Öykücülüğün
Dışında" bir arayışa giriyor ve "içimizdeki yazma
dürtüsüyle nasıl başa çıkacağız?" diye soruyor. Semih
Gümüş "Öykünün Bu Gelişmesi Şaşırtıcı" diyor.
Yeni biçim arayışlarının olağan bir beklentiye dönüştüğünü,
Vüs'at O. Bener, Ferit Edgü ya da Leyla Erbil gibi öykü
yazarlarının kolay bulunamamasının olağan olduğunu söylüyor.
....
Gökten
üç öykü düştü. Yazı bu üç öyküden üç kısa alıntıyla
bitiyor.
Niçin
üç? Masallardaki elmanın çağrışımından mı? Tek olmadan, iki
ucun karşıtlığına düşmeden alınabilecek en küçük örnek
olduğu için mi?
İnci
Aral "Öykü ışıktır" diyor. "İlk günden bu yana
insan, kendi serüvenini kaydetme ve geleceğe bırakma arzusu duydu.
Sesleri, işaretleri müziğe, büyüyü oyuna, tanrıları yontuya,
renk ve biçimleri nakışa, deneyimini yaratıcılığıyla sanata
dönüştürdü."
Öykünün
ışığını, bu ışığı görüp yakalayanların yaktığı başka
ışıkları tek bir kitapta buluvermek çok güzel. Öykünün
büyülü dünyasını anlatan, içine dalıp tadını çıkararak
doyasıya gezme isteği uyandıran bir Öykü Yağmuru'yla
karşılaşıvermek.
Öykü
dünyasında en iyi, en güzel, tüm geçmişi reddeden ve gücüyle
geleceği yok edecek tek bir ışık yoktur. Uygun anda yaşamımıza
girdiğinde bizi yakalayan değişken renkler vardır. Aşağıdaki
bölümler öykü seçkisindeki ışımalardan üç örnek yalnızca.
"Sonrasında
dayanamadı artık denizde olmaya. Denizde olmak, karşı kıyıya
uzanan bir köprüde olmak gibiydi. Ayırmak da denizin işiydi
sanki, kavuşturmak da. Kısacası olmazdı. Aklım geçmişimde,
karşı kıyıda, evim, çoluk çocuğum, bu günüm bu kıyıda, ben
denizde..." Ferda İzbudak Akıncı, Karşı Kıyı, Kum
Dergisi, sayı: 67, Mayıs 2012
"Bu
kez varsayalım Dilan tüm köy halkı gibidir, ne sağırdır, ne
dilsiz... Anlatabilir miydi derdini? Sorarlar mıydı ki isteğini?
Farklı olur muydu bu iki Dilan'ın sonu?" Gökçe Parlakyıldız,
Aybastı Efsanesi, Varlık Dergisi, sayı: 1258, Temmuz 2012
"Aklımda
sana dair birçok anı var. Şu an köyde içinde birlikte
çocukluğumuzu yaşadığımız küçük ev geliyor aklıma. Anamın
ortadan bir bezle ayırdığı bağırış ve haykırışlarının
yükseldiği odada, seni yıkadığı, senin çocuk bedenine su
döktüğü, saçına onlarca belik attığı ve kırmızı iplerle
bağladığı, senin dört erkek kardeşin tek kız kardeşi olma
gururunu, şu anki gibi hatırlıyorum." Salih Badili, Ayna
Kırılmasın (Kürtçe), W Dergisi, sayı: 42, Mayıs-Haziran 2012,
Çeviren: Yaqop Tilermeni
2.
Kemal Gündüzalp, "Öykü Yağmuru" 2012 Öykü Yıllığı,
Dünyanın Öyküsü Yayınları, 2012.
3.
Mehmet Arat, Kadınlar Nerde?,
http://www.sanatlog.com/sanat/kadinlar-nerde/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder