Zamanı
yönetmek her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Kişisel gelişim
uzmanlarının, proje yönetimi eğitimi verenlerin, bilimin ve
pratik bilgi birikiminin tüm gücünü değerlendirerek
geliştirilmiş bilinen ya da henüz duyulmamış yöntem ve
modellerin varlığına karşın, günümüz insanının zaman
karşısında kazanma şansı yok. Yeniliyor, eziliyor. Bir işi
başardığı anda daha kısa sürede bitirmesi gereken bir başka iş
karşısında beliriveriyor.
Sanat
da bu genel hız düzeninin dışında değil. Sanata üreterek,
sergileyerek ve yayımlayarak, eleştirerek ve tüketerek katkıda
bulunanlar da aynı yarışın içinde.
"Yazı
Mühendisliği" diye bir kavram var mıdır, bilmiyorum, ama
varsa bile ne yazarların, ne de mühendislerin bundan hoşlanacağını
sanmıyorum. Toplumsal bilimler ve doğa bilimleri arasındaki
farklılıktan kaynaklanan çelişkilerin, birçok alanda etkili
olduğu söylenebilir. Bir ara, sosyal bilimlerle doğa yasalarının
hiç değilse bilinemezliğe dayananları arasında bir ilişki
kurmaya çalışmış, kültürel yapının toplumla ve onun ekonomik
temeliyle ilişkisi üzerine birkaç söz etmiştim:
"Doğa
bilimlerinde formüller neyse, toplumsal bilimlerde de imgeler odur.
Bir ya da birkaç sözcükle kurulan basit görünümlü imgeler
bazen toplumların ve tarihin tümünü anlatacak güçte olabilir."
(1)
Açıkça
söylemem gerekirse, "Yazı Mühendisliği" diyerek bu
başlık altında yazmamın nedeni, “güzel
bir içerik deposu”
olarak tanımlanan Sanatlog
için yazmayı planladığım son yazıyı, aylar geçtiği halde bir
türlü bitirememiş olmam. Üstelik bu durumun, Hakan
Bilge'nin
daha sık yazabileceğimi belirttiği bir mesajından sonra olması.
"Yeni
yazınız için teşekkür ederim. bu yıldan itibaren dilerseniz
daha sık yazı yollayabilirsiniz. yani her ay bir yazı yerine
dilediğiniz aralıklarla gönderin, yayımlayalım."
Beni
sevindiren bu isteğe olumlu yanıt verememiş, ancak bir hızlı
yazı denemesi yapabildiğimi bildirmiştim:
"
'Işıktan Düşen Notlar'
başlangıçta izlediğim paylaşımlardan seçerek oluşturmayı
düşündüğüm bir blogdu. İnternet'in hızına yetişemeyince
beklemeye girdi. Sizin mesaj üzerine 'Kaçan
Zaman'
diye bir taslak ekledim. Bu bile ummadığım kadar çok zamanımı
aldı. Bu haliyle bir yazı olabileceğini düşünürseniz
değerlendirebilirsiniz. İlgilenip orada geçen başlıkları
geliştirerek yazmak isteyenler çıkarsa çok daha iyi olur
kuşkusuz." (2)
Galiba,
artık birçok alanda iş yapma ve üretim biçimlerinin eskisinden
çok farklı olması ve değişmeyi sürdürmesi gibi, yazma
etkinliği de yeni yollar bulmak zorunda. Hız çağında, gerçek
silinmeden onu yakalayıp süzmeyi, yeniden yaratmanın ve ışığın
yeni biçimleriyle ortak bilinçte yaşayan bir ize dönüştürmeyi,
akıl almaz yöntemler geliştirerek geçmiş ve gelecek arasında
görkemli bir köprü olmayı öğrenmesi gerekiyor.
....
Zaman
olmasa yaşam çok kolay olurdu, çünkü hiç olmazdı. Yaşam
değişimdir, zaman değişimi ölçer, değişim olmasa yaşam
olmazdı. Ölüm de olmazdı. Sanat, mühürlenmiş zamanlar olmazdı.
Tarkovski, peşinden gittikleri ve arkasından gelenler zamanın
heykellerini yapamazdı. (3) Yalnızca, yeni bir mucizeye kadar
içinde evrenin karanlığa gömülmüş olduğu dev bir kara delik
kalırdı. Bazılarının kendilerini, ülkelerini, hatta dünyayı
içine gömmek istedikleri karanlık gibi, dev bir kara delik. Sonsuz
karanlık. Tüm ışıkları çekip yutan, kendi karanlığına
hapseden dev bir kara delik.
Ama
zaman var. Yaşam zor ve hızlandıkça zorlaşıyor. Doğanın doğal
yarışı, insanın korkunç bencilliğine yenilmiş toplumlardaki
eşitsizliğe yeniliyor. Dünyanın geleceği kararıyor, doğanın
en büyük yanlışı insanın gücü ve mutsuzluğu artıyor. (4)
Yazı
da hızın ve bencilliğin baskısı altında. Yazının bir
mühendisliği yapılacaksa, işe zaman yönetimi ve optimizasyon ile
başlanması gerekebilir. Daha öncesinde, belirlenmiş olduğunu
varsaydığımız amaçlar, ortaklık ve ayrılık noktaları vardır.
Örneğin yazarın zihninde bir öykü, anlatacaklarını kabul
ederek karşı çıkarak veya yorumsuz dinlemeye hazır okuyucular
olabilir. Öykünün serüvenine bir süreç olarak bakacak olursak,
yazar tanımladığı ya da tanımlayamadığı bir topluluk için
yazar, istediklerini söyleyebilmeyi ve anlattıklarının başkaları
için de değerli olmasını ister. Her iki taraf da onaylandıkları
zaman mutlu olur, çatıştıklarındaysa farklı derecelerde yıkıma
uğrarlar. Yazarın sorunu sesini okuyucusuna ulaştırabilmekse,
okuyucunun beklentisi de kendi dünyasına uygun yazarı
bulabilmektir. İletişim çağının getirdiği olanaklarla bu
sürecin çok kolay ve başarıyla yönetilebiliyor olması beklenir.
Ne yazık ki, toplumsal sorunlar nedeniyle her alanda karşılaşılan
zorluklar burada da kendisini göstermektedir. Tüm değerlerin
ölçülebilir olmasının istendiği, yaşamların başından sonuna
dek başkalarıyla karşılaştırılarak sürdüğü koşullarda,
yazı ve yayıncılık süreçleri sorgulanmalıdır:
"Karşılaştırmalı
yaşamlar sürdüğümüz bugünün dünyasında, hiç değilse
sanatın ve edebiyatın çağının ilerisinde kurallarla
yönetilmesini sağlayabilir miyiz?" (5)
Yazı
dünyasının ürünlerini bütünleşmiş üç grupta
değerlendirebiliriz. Yazılanlar, paylaşılanlar ve yayımlananlar.
Yöntemler ve ortam değişse de öz ve biçim açısından,
günümüzün hızlı iletişim koşullarının geçmişe göre çok
da farklı bir sonuç getirmediğini söylemek gerek. En önemli iki
değişimden birinin bilgiye ve iyi örneklere daha kolay
ulaşılabildiği için yazılanların ortalama niteliğinin
yükselmesi, diğerininse paylaşımların yakın çevreyle sınırlı
olmayarak daha geniş topluluklara kolayca ulaşabilmesi olduğu
söylenebilir. Nitelikli ürünlerin çoğalmasının, okuyucuya
ulaşmasının ve genel bir yükselişin ne ölçüde
gerçekleşebildiğiyse araştırılması ve izlenmesi gereken bir
durumdur.
Kuşkusuz
artık çok daha az kağıt kullanılarak çok daha fazla yazılıyor.
Günümüzün şanslı şanssızları nasıl telefonlarına saklanmış
kameraları ve küçülmüş ya da eski makineleri andıran
büyüklükteki özel fotoğraf
makineleriyle özresimlerini
çekebiliyor, yaşamlarının ve tanık oldukları her anın kaydını
tutabiliyorsa; akıllarından geçen her düşünceyi, yaşadıkları
ve tanık oldukları her ayrıntıyı da söze dökebiliyor.
Görüntüler, sesler ve yazı parçacıkları inanılmaz bir hız,
yoğunluk ve yaygınlıkla yayılıyor, ilgili ilgisiz insanlara
ulaşıyor.
İnsanlık
tarihinde yazının bulunması
çok önemli bir aşamanın başlangıcı olmuştu. Matbaanın
bulunması, sanayi devrimi, fotoğraf makinesi, sinema, televizyon
yeni aşamalar başlatmıştı.
"Sanayi
devrimiyle emekte bir yabancılaşma olmuştu. El emeği, göz
nuruyla üretip eserine gururla bakan ustalar fabrikadaki makinelerin
arasında üretim hattının bir parçasına dönüşmüş,
mutsuzlaşmışlardı.
Günümüzde
de bilginin yabancılaşmasından
söz edilebilir. Düşüncelerin, geçmiş ve güncel tüm
kaynaklardan çıkarılan verilerin, süzülmüş ya da henüz
işlenmemiş bilgilerin anlık olarak tüm dünyaya dağılıp
paylaşıldığı bir ortamda bunların eski değerini taşıması
beklenebilir mi?
Bilginin
kullanımındaki ve paylaşımındaki değişimleri inceleyenler
beşinci aşamada
olduğumuzu söylüyorlar. Bunun sonuçlarının henüz toplumsal iş
biçimlerine ve yaşamlara yeterince yansımadığını
belirtiyorlar." (6, 7)
Bilgiye
erişim kolaylaştıkça bilginin kullanımı zorlaşıyor. Önceleri
akıldan ve kağıda alınan küçük notlarla kontrol edilebilen
verilerle başa çıkmak için, artık kişisel süreç ve zaman
yönetimi programlarının önerdiği yöntemler ve bilgi
teknolojilerinin gelişmiş araçları bile yetersiz kalıyor.
İşte
yazı mühendisliği böyle bir geçmişle aklıma geldi. Biliyorum
ne mühendisler, ne yazarlar, ne sosyal bilimciler, ne de doğa
bilimcileri hoşlanmayacaklar bu kavramdan. Herkes yaşamın
belirsizliklerinin mühendisliğin sonuç odaklı basitleştirilmiş
yaklaşımlarına indirgenemeyeceğini söyleyecek.
İnsan,
çözebileceği sorunlarla ilgilenir. Zorluklarla karşılaştığında
yeni çözüm yolları araştırır ve bulur.
Ses,
görüntü ve söz. Yaygın olarak paylaşılabilen üç önemli
iletme biçimi. Sanat alanındaki yansımalarına baktığımızda
ses için müziği, görüntü için resim, fotoğraf ve sinemayı,
yazılı söz için deneme, şiir, öykü ve romanı romanı
düşünebiliriz.
Bu
alanlara ve ötesine baktığımızda, sanatın
ve edebiyatın çağının ilerisinde kurallarla yönetildiğini
söyleyebilir miyiz?
....
Zaman yönetimi,
optimizasyon ve amaçlar.
Teknik
bir bakış açısıyla, çözümlenmesi gereken ilk konuların
amaçların belirlenmesi, bunların gerçekleştirilmesi için
yapılacak işlemlerin planlanması ve uygulanması için zamanın
yönetilmesi ve bu süreçlerin en iyiye doğru gelişebilmesi için
optimize edilmesi olduğu söylenebilir.
Eski
Mısır piramitlerinin yapılışından beri insan tek başına
yapamayacaklarını belirli ilişki biçimlerine girerek ortaklaşa
gerçekleştirebilmiştir. Günümüzün gelişmiş iletişim
biçimleri de yepyeni ortak iş yapma seçenekleri sunmaktadır.
"Işıktan
düşen notlar"
artık her yerdedir. (8) Bazıları yalnızca bir kişinin
bilgisayarında, telefonunda ve tabletindedir. Bazıları İnternet
sayfalarında, sosyal iletişim ağlarında ve bloglardadır.
İnanılmaz bir veri yığını hızla büyümektedir. Bunlar bilgi,
düşünce ve kuram parçaları da taşımaktadırlar. Bazıları
bilgiye ve düşünceye dönüşmekte, kuramlar oluşturmakta, yeni
bakış açıları getirmektedirler.
İnternet
olanaklarının en iyi kullanımı, ortaklıkların ve ayrılıkların
belirlenmesi ve üretken iletişim grupları kurulmasıyla
gerçekleşebilir. Birbirini anlayan, konuşabilen, tartışabilen,
doğaya ve topluma benzer yorumlar getiren kişilerin söylemlerini
geliştirmesini sağlayabilir. Farklı gruplar arasında bilgiye ve
düşünceye dayalı yeni bir iletişim dili gelişebilir. Şu an
yaygın gibi görünen kutuplaşmaların
basitliğine
ve öfkelerine dayalı korkunç, insanlık dışı söylemler
gerileyebilir. Yeni bir dil, yeni insanlar, yeni umutlar, yeni bir
barış, yeni bir gelecek gelişebilir.
Kuşkusuz
her yapı, öncelikle kendi tutarlılığını korumayı ve kendisini
geliştirmeyi başarmalıdır.
....
Basılı dergiler
de, İnternet ortamında yayımlananlar da sürekli
olamayabiliyorlar. Sarnıç
Öykü'nün
yayımına son vermesine üzülmüştüm:
"Galiba
yaşamda da başımıza gelen hep bu. Elimizdekinin değerini ancak
yitirince anlıyoruz. 1 Temmuz'da Sarnıç Öykünün Facebook
sayfasına buruk bir veda mesajı konmuş."
Neslihan
Önderoğlu
ve Faruk Duman'ın
7 Temmuz 2015'te aktardığım açıklaması konuyu şöyle
özetliyordu:
"Ancak,
özellikle renkli baskıyla artan maliyetler, dağıtım sorunları,
bakanlığın kestiği abonelik vs. gibi bu ülkede her edebiyat
dergisinin makûs talihi haline gelen sıkıntılar bizim de belimizi
büktü. Bu nedenle artık Sarnıç Öykü’yü yayınlayamayacağız."
(9)
29
Haziran 2015'te bir mesaj almıştım:
"Ben
YM Dergi'nin
(Yalnızlar Mektebi) genel yayın yönetmeniyim. Dergimiz iki ayda
bir çıkan bağımsız bir edebiyat/kültür sanat dergisidir.
Bugüne kadar tüm zorluklara rağmen 13 sayı çıkardık ve
çıkarmaya da devam etmek istiyoruz. Her sayı belirli bir
konseptimiz oluyor ve onun üzerinden ilerliyoruz. Sizin de
yazılarınızı Sanatlog'ta ara ara okuyordum. 14. sayımızın
konusunu seveceğinizi tahmin ettim, bu sayıya bir inceleme
yazmanızı çok isterim doğrusu. 14. sayımızın teması:
Tarkovski ve Edebiyat ile Sinema
bağlantısı.
Eylül-Ekim sayısı olacak bu sayımızda sizi de görmek isteriz.
Bir
edebiyat, kültür ve sanat dergisinde, üstelikle de Tarkovski özel
sayısında yazmak. Sevinerek kabul edip yazıyı Devran
Bostancıoğlu'na
göndermiştim.
Ama
uzun süre ses çıkmadı. Sonra YM Dergi'nin de güçlükler
yaşadığını, yayınına son verdiğini duydum. Ardından
sevindirici bir gelişme oldu.
"Sevgili
YM okurları. Size söz verdiğimiz gibi, Ekim-Kasım-Aralık
sayımızı PDF olarak sunuyoruz. İster buradan okuyabilir,
isterseniz indirebilirsiniz. Okumanız, paylaşmanız ve
eleştirileriniz bizim için çok önemli. Kim bilir, belki de
Ocak-Şubat-Mart sayımızı gidip kitabevinden alırsınız."
(10)
Bu da
gerçekleşti. YM Dergi'nin "Masal" temalı Ocak-Şubat-Mart
(15.) sayısı basılı olarak yayımlandı. (11)
Ama
ne yazık ki, basılı yayına yeniden son verildi. Devran
Bostancıoğlu'nun ardından görevi alan Miraç
Ağca
veda açıklamasında şöyle dedi:
"Bizim
bin bir telefonla ulaştırmaya çalıştığımız yerlere, parası
olan dergiler dağıtımcılar vasıtasıyla el bebek gül bebek
dağıtıldı, ödemeleri şıp diye yapıldı ama bizim 10 sayı
gönderdiğimiz ama parasını alamadığımız birçok yer vardı.
Lafı daha fazla uzatmanın ve gereksiz tartışmalara mahal vermenin
bir anlamı yok. YMdergi geldiği gibi sessizce aranızdan
ayrılıyor." (12)
Ocak
2016'daysa, Edebiyatist'in
ilk sayısı yayımlandı. Derginin çıkmasına çok az zaman kala
yaptıkları son toplantıda Fatih
Ayan, İrem Yerlikaya, Neslihan Karaalioğlu Alpagut, Nurdane Öz,
Safiye Elber, Selma Hangül
ve Süleyman Yakutlu
Biz Kimiz?” diye sormuşlar. Sonra "biz hepimiz bu derginin
bambaşka renkleriyiz" diye yanıtlamışlar. "Bu renkleri
soldurmamak adına da herkesin kendi rengini, istediği biçimde
kelimelere dökmesi kararını aldık. İşte Manifestomuz böyle
oluştu" demişler.
YM
Dergi ve Edebiyatist. Kapanan ve yeni başlayan dergiler. Kapanan
dergiler yeni başlayanlara güç verebilir mi? Yeni başlayanlar
önceki birikimlerden yararlanabilir mi? Güçler birleştirilebilir,
farklılıklar daha iyiyi bulmak için kullanılabilir, düşünceyle
söz, sözle yazı, İnternet'teki ışıkla kağıttaki mürekkep
arasında akılcı, geliştirici bir denge kurulabilir mi?
Farklılıklar
yeni dergiler mi çıkarmalıdır, eskilere destek mi vermelidir?
"Kağıt
kalıcıdır" diye basılı yayının güçlükleri mi
göğüslenmelidir, "Işık hızlı, sonsuz ve güçlüdür"
diyerek İnternet dergiciliği mi öne çıkarılmalıdır?
Yoksa
öncelikle İnternet'te ya da basılı, belirli ilkelere ve ölçütlere
uyan tüm yayın ve dergilerin ortak bir akılla yönetilmesini
sağlamak mı gerekmektedir? Ya da "basılı
anakapı (portal)"
gibi bir tür düşünülebilir mi? Basılı ya da elektronik
dergilere ulaşmanın yollarını
gösteren
ve özlerinin başlıklarını bir ölçüde yansıtabilen ortak
bir yayın.
Basılı
gazetelerin bile azaldığı koşullarda, henüz yayımını sürdüren
kitap ekleri ve dergilerin yeni ilişkiler kurması umulabilir mi?
Hiç
değilse sanatın farklı yönetilmesini sağlayabilir miyiz?
....
İnternet'te
yazılıp sonsuz görünen bir sessizlikte bekleyen güzellikleri
görünce can madenciliğinden
(13) söz etmiştim.
Galiba
yalnız İnternet ortamındakilere değil, basılı kitaplara bile
ulaşmak bir süre sonra ancak bu tür zorlu bir arayışla
gerçekleşebilecek. Sonsuz kitap denizinde iyi bir kitabı bulmak
için "Kitap Madenciliği"
yapmak gerekecek.
"Kitap
Madenciliği" yakıştırması, Radikal
Kitap'ın
kitap fuarıyla ilgili kabarık sayısına bakarken aklıma gelmişti.
Geçen yılki sayıyla bu yılki arasındaki farklara bakarak öznel
değerlendirmeler yapılabileceğini düşünmüştüm.
Eski
dergiler, kitap ekleri, yeni dergiler, İnternet'te sürekli büyüyen
içerik, ilgilenilen alanlardaki gelişmelerin bile izlenmesinin
zorlaşması. Bu koşullarda yaşamanın ve okumanın dengesi nasıl
kurulur, bugünün ve geleceğin öyküleri nasıl yazılabilir?
Kuşkusuz
ben öykücü filan değilim. Kentlerin dar sokaklarından, köylerin
doğada kaybolmuşluğundan çok uzağım. Caddelerin, bulvarların,
otoyolların insanıyım.
Bunu
Aslı Tohumcu'nun
Radikal Kitap'taki bir yazısını okurken düşünmüştüm:
"Birol
Tezcan
hayatı tarlalarda pamuk seyrelterek, çapa yaparak, pamuk toplayarak
ya da fırın işçiliğinde, inşaat ameleliğinde, drenaj
işçiliğinde, makina puantörlüğünde geçmiş biri. Ot Dergi’den
de tanıdığımız Tezcan’ın yeni hikâyeleri Biyopsinin
Dondurma Üzerindeki Etkisi,
yazarı bunca içerden yazdığı için de olsa gerek, filanca ya da
falanca ilaç gibi kafa yapmıyor ne yazık ki. Bu öykülerin etkisi
ve tesiri olsa olsa yürek ağrısı olabilir, başka bir şey değil.
Rewhat Arslan’ın
hikâyelere eşlik eden çizimleri de bu yürek ağrısının orta
yerine saplanıyor; o derece vurucu." (14)
....
Radikal
Kitap sürüyor ama Radikal
Gazetesi,
İnternet yayınına da son verdi.
"Kitapların,
dergilerin, insanların, toplumların, yaşamın, dünyanın ve
evrenin; daha güzel günlerde sürmesini dilemek ve bunun yollarını
arayarak ulaşmaya çalışmak dışında elimizden ne gelir?"
(15)
Öykücü
olmak için yaşamak mı gerekir, iyi bir öykü atölyesine katılmak
mı? (16)
Dergiler
gibi, öykü atölyelerinin de sayısı artıyor. 8 Mayıs 2016 günü
saat 8:03'te yapılan arama, içlerinde Sarnıç
Öykü, Galapera, Nalan Barbarosoğlu, Gümüşlük Akademisi
gibi tanıdık adların, partilerin ve belediyelerin de yer aldığı
458.000 sonuç getirdi.
Öykülerin
gelişmesi düşünce yazarının aklına düştüğü anda başlayıp
son noktayı koyduğu anda biter mi, yoksa yayımlandıktan sonra mı
başlar?
Değişik
konularda katıldığım toplantıların genelinde gözlediğim bir
sorun, tüm seslerin asla duyulamaması, çoğunlukla da yalnızca
belirli kişilerin sözlerinin yansıması. Onlar sustuğunda bir
sessizlik olması. Gerçek bir katılımın, ortaklaşalığın
güçlüğü.
İnternet
dünyasında öykü yazmayı planlamamıştım. Yaşamın kendisi
gibi, öyküler de bir alan bulduklarında kendiliklerinden
gelebiliyorlar. İnternet'teki yeni dostlarım benim için özel bir
öykü atölyesinin eğitmenleri oldu. Yalnız değiştiğimi değil,
bazı açılardan yeniden doğduğumu hissettim. Henüz tamamlanmamış
Selim ile Sima, Dağ Keçisi ve Met ile Meri gibi İnternet doğumlu
öykülerim oldu. İnternet'in geleceğin öykülerinin oluşması,
değerlendirilmesi ve gelişmesi için bugün bilinmeyen yepyeni
olanaklar getirebileceğine inanıyorum.
Yaşamla
bağ yalnızca ışıkla kurulamıyor. Yaşama dokunmak, gerçek
bağlar kurmak için "Özgürlük
Otobüsleri"
olabileceğini düşünmüştüm. "Bütün
ideolojilerin aydınlık, iyi, güzel insanları"
hiç değilse insanı korumak ve ona yardım etmek için bir araya
gelebilmeliydiler.
Ne
yapacaklarını bilemedikleri, kararsız kaldıkları durumlarda
ortak bir akıldan destek
alabilmeliydiler.
Öykülerin hangisinin kurmaca, hangisinin gerçek olduğunu
sorabilmeliydiler.
Sürekli
"Kuluçkada Öyküler"
olabilir mi? Bir yazarın işi bittiğinde yeni bir süreç başlayıp
aynı öykü yeni biçimlerde yaratılıp diğerleriyle konuşabilir
mi?
Bir
öykü, en iyi koşullarda bile, doğduğu anda yalnızca kuluçkaya
bırakılmış bir yumurta mıdır? Onu değerlendirecek,
geliştirecek, insanlara ulaşmasını sağlayacak önce yazarı,
sonra edebiyata gönül veren dostları, yayıncısı, bu zorlu
süreçlerden geçebilirse de, yazdığı ve yaşadığı yıllardaki,
hatta çok daha ileri zamanlardaki, kendi çevresindeki, dünyanın
herhangi bir yerindeki okuyucuları mıdır?
Yazılan
öyküler, yazılar, yapılan ve yapılmayan yorumlar, getirilen
öneri ve eleştiriler, İnternet denizinin dalgaları arasında
nasıl bir yerdedir?
....
Diller,
deliler. Diller ve deliler. Söz
akıl mıdır?
Sözcükler
gerçekleri mi anlatır, hiç kimsenin düşünmeye, duymaya,
söylemeye katlanamadığı yalanları mı?
....
Bu
yazıya başlayışım epey öncelere gitse de, bitirdiğim zaman
annelerin günü denilen bir ikinci pazar oldu.
Bu
yıl 23 Nisan törenleri de tartışma konusu oldu. Son dönemde
tartışma ve kavga, üstünlük ve güç kazanma yarışına
katılmayan pek az alan kaldı.
Çankaya
Belediyesi'nin 1000 Çocuk
Korosu'nu
(17) duymuş muydunuz?
Bin
çocuktan söz edilmesi, bana çeşitliliği ve birleştirici olmanın
önemini düşündürdü. "Derin Devlet Nasıl Kurulur",
hâlâ bilmiyordum ama bu koro için "Bin
Çocuk Bir Özlem"
başlığı aklıma geldi.
"Derin
devlet nasıl kurulur, bilmiyorum. Ama en iyi devlet önce
çocukların, sonra tüm masum insanların ve doğanın tümünün
yaşamını her türlü çıkar kaygısının üstünde görerek
koruyabilen bir devlettir. Bu mümkün olduğu zaman, insanlar
öylesine değişmiş olacaktır ki, derin ya da sığ belki hiçbir
devlete gerek kalmayacaktır."
....
Bu
yazıya bir de kısa öykü koymalı mıyım?
....
ARI.
"Cebindeki
küçük poşetin içinden teli çıkarıp büktü. Diğer cebinden
sapanı aldı. Teli yerleştirdi ve bıraktı. Güldü. Hiç
sevmediği adamın öfkeli konuşması birden kesilmişti. İşte
gönderdiği arı, bir kez daha bir düşmanını sokmuştu. Adamın
yüzü acıyla buruşmuş, sendelemişti. Çocuk, uzaklaşmak
üzereyken alışılmadık bir telaş gördü. Koruma görevlileri
hızla adamı uzaklaştırmaya çalışıyordu. İçlerinden biriyse
kanlar içinde yere düşmüştü. Konuşmacının parçalanmış
mikrofonunun arkasında duran uzun boylu, sert yüzlü koruma
görevlisiydi yerdeki."
....
Öykülerin sesi
doğayı, dünyayı ve evreni, insanı, yaşamı, geçmişi ve
geleceği anlatır.
Devletlerin
görevi dilleri kesmek, gerçeği saklamak mıdır?
Peki
yazı mühendisliği olabiliyorsa, sanat bilim ve teknolojileri
uzmanlığı da olabilir mi? Olmalı mıdır?
1.
Mehmet Arat, Bir Cahilin Sosyoekonomik Notları: Sosyal Bilimler İçin
Murphy Yasaları,
http://lalabeyoykuleri.blogspot.com.tr/2015/09/bir-cahilin-sosyoekonomik-notlar-sosyal.html
2.
Mehmet Arat, Kaçan Zaman (Işıktan Düşemeyen Notlar),
http://mehmetarat.blogspot.com.tr/2016/03/kacan-zaman-isktan-dusemeyen-notlar.html
3.
Mehmet Arat, Recep İvedik ve Nuri Bilge Ceylan Filmlerinde Tarkovski
Etkisi,
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.1699836773463930/2253663661414569/?type=3&theater, http://www.sanatlog.com/manset/recep-ivedik-ve-nuri-bilge-ceylan-filmlerinde-tarkovski-etkisi/
4.
Mehmet Arat, Doğa'nın En Büyük Yanlışı: İnsan,
http://blog.milliyet.com.tr/doga-nin-en-buyuk-yanlisi--insan/Blog/?BlogNo=352989
5.
Mehmet Arat, Karşılaştırmalı Yaşam Taslakları Yarismak ve
Kazanmak,
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.1699836773463930/2282957985151803/?type=3&theater, http://www.sanatlog.com/manset/karsilastirmali-yasam-taslaklari-yarismak-ve-kazanmak/
6.
Mehmet Arat, Bilginin yabancılaşması,
http://blog.milliyet.com.tr/bilginin-yabancilasmasi/Blog/?BlogNo=356091
7.
Mehmet Arat, Bilgisayar İcat Oldu... Google'ın Çaresizliği...,
http://lalabeyoykuleri.blogspot.com.tr/2015/09/bilgisayar-icat-oldu-googlen-caresizligi.html
9.
Mehmet Arat, Sarnıç Öykü'ye veda mı, yeni bir başlangıç mı?,
http://mehmetarat.blogspot.com.tr/2015/07/sarnc-oykuye-veda-m-yeni-bir-baslangc-m.html
10.
YM Dergi 14. Sayı (PDF),
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.477211175726502.1073741828.355649547882666/1236957613085184/?type=3&theater, http://www.yalnizlarmektebi.com/ym-dergi-14-sayi-pdf/
11.
YM Dergi Ocak-Şubat-Mart (15.) sayısı çıktı!,
http://www.yalnizlarmektebi.com/ym-dergi-satis-noktalari/
12.
K. Miraç Ağca (YMdergi Yazı Kurulu adına), Zorunlu Açıklama,
http://www.yalnizlarmektebi.com/zorunlu-aciklama/
14.
Aslı Tohumcu, Tesiri yürek ağrısı,
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/tesiri-yurek-agrisi-431468
15.
Mehmet Arat, Işıktan Düşen Notlar, Radikal'in Vedası,
http://mehmetarat.blogspot.com.tr/2016/04/radikalin-vedas.html
16.
GALAPERA Yaratıcı Yazarlık ve Öykü Atölyesi kayıtları
sürüyor!,
http://www.edebiyathaber.net/galapera-yaratici-yazarlik-ve-oyku-atolyesi-kayitlari-suruyor/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder