Epey
uzun zaman önce, yeni olmayan ama daha çok uzun süre güncelliğini
koruyabilecek bir kitapla ilgili yazmak üzere bir not almıştım.
16
Mayıs 2015'te "Gerçeğin Yalanı" diyen bir yazım da
şöyle bitiyordu:
"Gerçeğin
adı hangi dildedir? Peki gülün adı?" (1)
Yanıtı
o kitapla ilgili yazacağım yazının girişinde vermeyi
planlamıştım. En azından benim için ve şimdilik, gülün adının
İtalyanca olduğunu söyleyecektim.
Ne
yazık ki zaman yine benden hızlı davrandı. Ben henüz notlarımı
bile toparlayamadan "Gülün Adı" aramızdan ayrıldı.
Umberto Eco
artık yok.
....
Bir
zamanlar yazları canım sıkılırdı. Uzun tatil ayları boyunca,
oynanacak oyunlar, okunacak kitaplar bittiğinde yapacak bir şey
bulamaz, "Canım sıkılıyor" diye sızlanmaya başlardım.
Radyo yayını bile kesintisiz değildi. Televizyonu olanların
sayısı, siyah beyaz yapılan görüntülü yayınların eriştiği
yerler çok azdı, yayınların süresi kısaydı. Sonra televizyon
yayınları gelişmeye başladı. 1972 Münih Olimpiyatları, 1974
Dünya Kupası canlı yayınlandı. Herkesi ekran başına toplayan
Görevimiz Tehlike, Uzay Yolu ve Kaçak gibi diziler başladı.
Bir
gün canım sıkıldığı için sızlandığım o dönemleri
özleyebileceğim hiç aklıma gelmezdi. Ben büyüdüğüm için mi,
dünya değiştiği için mi bilmiyorum, yaşam sürekli hızlandı.
Sorumluluklar ve yapılması gereken işler hep çoğaldı. Riskler,
belirsizlikler, korkular büyüdü. Yalnızca son üç yıla bakınca
bile yaşananların ne kadar dengesiz aktığı görülüyor.
6
Haziran 2014'te "Acı Kayıt" diyerek bu dönemin ilk
yılında yaşananlardan söz etmiştim. Yaşananlar daha sonra da
ister istemez yazılarıma yansıdı. Yakınlarda ölüm acısı
yaşayan birisi başka konulardan söz etse bile gözlerindeki kederi
gizleyebilir mi? Ne yazık ki son yıllarımız hep büyüyen
acılarla geçti.
"Soma’da
yaşananlar tarihte acı kayıtlar olarak yerini alacak. Olayın
gerçekleri ve sorumlular şimdilik kayıtsız olsa bile, olup
bitenler önce o çağdışı karanlık çukurdan kurtulabilenlerin,
sonra yakınlarının, sonra ışık hızıyla dağılıp yayılan
bilgiyle tüm dünyanın bilincine kazındı. Kişisel ve toplumsal
belleklerin silinmez bir kaydı oldu."
"Ne
yazık ki yaşamlarımızdan acı kayıtlar eksik olmuyor. Soma acısı
sürerken Gezi Parkı olaylarının yıldönümü geldi. Başta
Taksim, Türkiye yeniden toz bulutlarına büründü. Temel haklarını
kullanarak yürüyüp açıklama yapmak isteyenler engellendi. Yeni
acılar yaşanma korkusu arttı."
“Taksim’deki
bir park, toprağa ve yaşama sarılmanın, ayağa kalkmanın simgesi
oldu. İnsanların birbirini anlayıp kucaklaması, öfkeli
saldırıları sevgiyle püskürtebilmesi, doğanın uyumlu parçaları
olup yaşama sarılabilmeleri için güç verdi, umut ışıkları
yaktı, kentlerin boğulduğu gaz bulutlarının içinde ‘Bağzı
Şeylere Öyküler’ yazıldı.”
"Türkiye
geneline yayılan ve büyüdükçe akıl almaz bir saldırıyla
karşılaşan Gezi direnişi, 27 Mayıs 2013’te parka ilk giden 30
kişilik grubun nöbetiyle başlamıştı. Büyük acılar yaşandı.
Uluslararası Af Örgütü’nün Ekim 2013 tarihli raporunda Türkiye
yetkililerinin Gezi Parkı eylemlerine gösterdiği aşırı tepkinin
hem Türkiye içinde hem de ülke dışındaki birçok kişiyi şoka
uğrattığı belirtiliyor." (2)
"21
Mart 2013’te Diyarbakır’da yeni bir resim çizildi. Uzak gibi
görünen çözümlerin çok yakına gelebileceği, barışın,
kardeşliğin, anlayışın, dostluğun, sevginin gücünün
yükselebileceği düşünüldü. Derin devlet yüzeye çıkabilir,
barışa, insana, halklarına dost olabilir miydi?"
"Mayısta
rüzgârın yönü döndü. Taksim yine bir barış alanı
olabilecekken, anlaşılmayan bir nedenle kent yaşamını durduran
ve her yanı gaza boğan engellemeyle gözyaşı ve acı içinde
kalmıştı."
"7
Haziran 2015 seçimleri toplumsal bir uzlaşma, tüm kesimleri
kucaklama, daha iyi bir yolda hep birlikte yürüyebilme için tarihi
bir barış fırsatı vermişti. Bunun değerlendirilmesi bir yana,
acımasız bir çatışma ortamı adım adım getirildi."
Gelişmeler
daha iyi günler getirmedi. 10 Ekim 2015’te Ankara’da gerçekleşen
patlamayla korkunç bir katliam yaşandı. Gerçeğin katledilmesi
yaraları derinleştirdi.
"Bu
toprakların en güzel, en üretken, insana ve yaşama en çok sahip
çıkan insanları daha kötüye gidilmemesi, barışa güçlü bir
destek verilmesi için 10 Ekim 2015’te Ankara’da yapılacak
mitingi düzenlediler."
"Sonra…
Sonra hiçbir şey olmadı. İki canlı bomba ellerini kollarını
sallayarak buluşma alanına ulaşmadı, binlerce kişinin arasında,
ölüm saçmadı. Kimse ölmedi. Onlar yaşıyor." (3)
Ne
yazık ki savaş çığlıkları daha da yükseldi.
"Savaşın
çığlıklarını duyabilenler zaten duyuyor. Kulakları sağır
olurcasına, yürekleri parçalanırcasına, tüm bedenleri yiten her
canla biraz daha soğurcasına, yaralanıyor, tükeniyor, yaşarken
ölümle doluyorlar."
“Savaşın
çığlıklarına uzak olanlar ölenlerin gerçek insanlar olduğunu,
her birinin yıkılmış anneleri, babaları, kardeşleri, eşleri,
çocukları, dostları, sevdikleri ve sevenleri olduğunu anlayabildi
mi? Bir ölümün binlerce acı yarattığını, bir yaranın
binlerce başka yara açtığını?” (4)
Tüm
bunlar yetmiyormuş gibi, 2016 yazında artık asla olmayacağı
sanılan bir kalkışma yaşandı. Darbe girişimi oldu. 15-16 Temmuz
arasında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini “Yurtta
Sulh Konseyi” olarak tanımlayan bir grup asker, bir askerî darbe
girişimi gerçekleştirdi.
Bu
yazıyı yazdığım sıralarda "15 Temmuz darbe direnişi film
oluyor" başlıklı bir haber gördüm. Bir gazetenin magazin
haberleri bölümünde, "Keyif Haberleri" başlığı
altında verilmişti:
"15
Temmuz darbe direnişi film oluyor. Yeşim Salkım, Orhan Kılıç,
Orhan Milli, Gizem Salkım gibi oyuncuların rol alacağı "Bordo
Bereliler 15 Temmuz Kan Uykusu" filminde bordo berelilerin darbe
girişimine direnişi anlatılacak." (5)
Şarkıcı
ve oyuncu Yeşim Salkım, Anadolu Ajansı muhabirine yaptığı
açıklamada, "Bordo Bereliler 15 Temmuz Kan Uykusu"
filminde, yakın arkadaşı Orhan Kılıç ve kızı Gizem Salkım'la
oynamaktan büyük mutluluk duyduğunu, rolü heyecanla kabul
ettiğini söylemiş. "Ülkede çok karışık şeyler oluyor,
güneydoğuda, doğuda, kuzeyde, Irak, Suriye gibi yerlerde çok acı
şeyler yaşanıyor. Askerlerimizi bekleyen eşleri, anneleri,
yavukluları, sevdikleri, yetim kalan çocukları var, o kadınlardan
birini oynamayı çok istedim. Bu yüzden rolü kabul ettim"
demiş.
Türkiye'de
gerçekten karışık, anlaşılması zor, ürkütücü, umut kırıcı
gelişmeler yaşanıyor. Toplumsal sistemi bir otobüse benzetecek
olursak, bu aracın gidebilmesi ve içindekileri bir yere
götürebilmesi için dört tekerleğinin üzerinde yol alması
gerekir. Bu dört ana dayanak ister yasama, yürütme, yargı ve
basın olarak düşünülsün, ister mecliste grubu olan dört
partinin temsil ettiği güçler olarak ele alınsın; sağlıklı
bir yön bularak gerekli adımların atılabilmesi için öncelikle
otobüsün tekerleklerinin yere sağlam basması gerektiği
görülüyor.
Antonio
Salieri'nin Yunan mitolojisine ve karakterlerine dayanan operası Les
Danaïdes'de, Danaus'un kızlarının Hades'in yeraltı dünyasından
kurtulmak için su getirip yıkanmaları gerekiyormuş. Ama suyu
taşıyacakları kap delik deşikmiş. Böylece Danaidler ve babaları
Danaus bu sonsuz döngüden kurtulamayor, acılar içinde hep orada
kalıyorlarmuş. (6)
Otobüsün
gidebilmesi, geminin yüzebilmesi için ne yapılabilir? Tekerlekler
sökülüyorsa, gemi su alırken içeriye dolan suyu boşaltacak
kovalar da delik deşik ediliyorsa; yine de bir çözüm bulunabilir
mi?
....
Umberto Eco'ya
Gülün Adı'nı
yazdığı için bir gül veren kaç kişi olmuştur?
Artık
bir başkasına gül vermek çok kolay. İnternet üzerinden bir
çiçekçiye ulaştığınız anda dünyanın herhangi bir yerine,
gerçek bir gül gönderebiliyorsunuz. Bilgisayar dünyasında
yaşayan bir gülü bulup göndermekse çok daha kolay. Sonsuz
seçenek arasından sizi ve göndereceğiniz kişiyi en çok
birbirine bağlayacağını düşündüğünüz düzenlemeyi seçip
kısa bir not yazınca gül canlanıyor, tatlı bir müzikle dans
etmeye başlıyor, ekranları okyanusları aşıp dünyayı kaç kez
dolaşıp sizin için çok özel o kişinin ekranından yüreğine
düşüyor.
Umberto
Eco'ya Gülün Adı'nda diken gördüğü için kaç kişi kızıp
eleştirisini bildirmiştir?
Artık
tepki göstermek kolay. Mesajlarla, imza kampanyalarıyla eleştiriler
iletilebiliyor.
Peki
Umberto Eco'ya Gülün Adı'nı yazdığı için, bununla yetinmeyip
öfkeyle saldıranlar da olmuş mudur?
Bilgi
cehaleti yenebilir, düşünceyi ve tartışmayı kendi düzeyine
çıkarabilir mi?
Yoksa
kör inançlar vahşi çıkarları beslediği sürece; bir güçle
desteklenmeyen bilgi hep korunmasız, bıçak sırtında mı
olacaktır?
....
Adso'yu okuyan
Daso'nun öyküsü.
"Efendimizin,
bilginin ve erkin evrensel diliyle kendilerini dile getirme yeteneği
bağışlamadığı basit insanların kaba sözcükleri" neyi
tanımlar? (7)
Daso,
yaşadığı çağdan yüzlerce yıl önce geçen öyküden çok
etkilenmişti. Adı olmayan bir kıza, geleceği olmayan bir aşkla
bağlanıyor, inanılmaz bir haz alıyor, akıl almaz bir acı
çekiyordu Adso.
21.
yüzyılda da var mıydı büyücüler? Ya da insanlıkla yaşam
arasında duvarlar ve cehennmem ateşleriyle korunmuş uçurumlar?
Yaşamlarını bu sistemi ölümsüzleştirmeye adayan Ubertino'lar?
"Eğer
ona bakıyor ve istek duyuyorsan, bu bile yeter onun büyücü
olmasına."
"Bedenin
güzelliği deriyle sınırlıdır."
"Bütün
bu güzellik, balgam, kan, sıvı ve safradan oluşur."
"O
gübreyle dolu çuvalı nasıl kucaklamak isteyebiliriz?"
Daso'nun
içinden de en az Adso kadar kusmak geliyordu. Adı olmayan kızlar
daha kaç kez yakılacaktı? 21. yüzyılın korunmasız gençlerini
büyücülükle suçlayan saldırganlar, güçlerini daha ne kadar
koruyacaklardı? Güzellik ve toplum daha ne kadar birbirinden böyle
uzak tutulacaktı?
Daso
yeni bir öykü yazdı.
Adso
kızı elinden tuttu. Koşmaya, kaçmaya başladılar. Ubertino'nun
sözlerinin iğrenç kokusu geride kaldı.
William
artık yoktu. Tüm bildiklerini aktarmış ve dingin bir huzurla
gitmişti. "Az sonra o kıza işkence yapılacak, sonra da
yakılacak" dememişti. Geride yeni bir Adso kalmıştı.
Geleceği
Adso'nun sözleri çiziyor.
"O
sabah kızdan hiçbir şey istemiyordum, yalnızca onun iyiliğini
istiyordum ve onun, bir parça yiyecek karşılığında kendini
vermeye iten acımasız zorunluluktan kurtulup mutlu olmasını
diliyordum."
Bir
mucize oluyor. Adso "yaşamının biricik dünyasal aşkının
adını" öğreniyor. Adı gülden güzel olan kız yakılmıyor.
Kızın
göğüsleri iki geyiğe, zambakların arasında otlayan ikiz
karıncalara benziyor. Adso kendini onun bedeninde buluyor. İğrenç
kokular, işkence ve ateş siliniyor. Sevgi kalıyor.
....
Roberto'nun yardımcısı.
"Roberto'nun
bir yardımcısı vardı, sonra öldü; onun yerine Malachi atandı;
çok gençti o zaman. Birçokları onun hiçbir erdemi olmadığını,
Yunanca ve Arapça bilir geçindiğini, ama bunun doğru olmadığını,
o dillerde yazılmış el yazmalarını, kopya ettiği şeyin ne
olduğunu anlamadan, tıpkı becerikli bir maymun gibi güzel bir el
yazısıyla kopya ettiğini söylediler."
21.
yüzyıl liderleri de böyle mi yapıyorlar, yoksa sonunda erdemli
olmayı öğrenebilmişler mi?
....
Adso'nun andı.
Yazılmazsa
öykü yok.
"Unut...
Ant iç..."
Bir
rüzgar farklı esse, bir an değişik yaşansa.
Adso
ant içecek, dudakları ve kalemi mühürlenecek. Öğrendikleri
sonsuza dek gizli kalacak. Yazamayacak. Okur da öyküyü
okuyamayacak.
Adso'nun
öyküsü hiç olmayacak.
Yazılmazsa
öykü yok.
....
Özet verilemiyor.
Olaylar,
kişiler, yaşamlar, düşünceler, inançlar.
Sözle
anlatılabilir.
Adso
yedi günün öyküsünü anlatıyor. Her bölümün başında ana
konuyu belirtiyor.
Yedinci
günün başlangıcındaysa Adso, her bölümün girişinde verilen
özeti yazamamış, "Burada anlatılan olağanüstü
açıklamaları özetlemek, bölüme eşit uzunlukta bir başlık
olurdu; bu da alışılagelene ters düşer" demiş.
Özet
verilemiyor. Kitaba da.
Galiba
"Gülün Adı" için de özet verilemiyor.
....
Yazarlar ve
politikacılar.
İlgi çekmek, insanlara ulaşmak, seslerini duyurmak, onları
kazanmak istiyorlar. Bunun için geniş bir aralığa, (bulmaca
çözebilen ya da çözemeyen, inanmak ya da anlamak isteyen, önceden
bilen ya da yeni yollar arayan insanlara) ulaşmaya çalışıyorlar.
Yazarlar
yaptıklarını istediklerini yazabilmek için yapıyorlar.
Politikacılar yazdıklarını istediklerini yapabilmek için
yazıyorlar.
Kim
gerçeğe daha yakındır?
....
Gülün Adı'nın
yüz yıl sonra edebiyat dünyasında nasıl bir yeri olacağını
bilemem. Ama benim dünyama; geçmişe ve geleceğe farklı açılardan
bakarak bugünü görme çabalarıma büyük katkılar sağladı.
Üstelik bunu, sürükleyici bir serüven romanının gücüne
yaslanarak yaptı.
İşte
bu yüzden bence, gülün alabileceği adları merak edenler olduğu
sürece gülün adı Umberto
Eco'dur,
İtalyanca'dır.
Bu
topraklarda "Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım
değişti" diyebilecek kaç kişi vardır, bilemem.
İlk
cümlesi bu olan kitabı kaç kişinin satın almış olduğunu belki
öğrenebilirim, ama kaç kişinin gerçekten okuduğunu bilemem.
Ama
Türkiye'de yaşayan herkesin "Bir
kitap okudum ve dünyaya yeni gözlerle bakmaya başladım"
diyebilmesini, bunun mutluluğunu yaşamasını çok isterim. Yaşamı
ve insanları, dünyayı ve güzellikleri onun başlattığı yoldan
yürüyerek, yeni kitaplar bularak anlamaya çalışmasını çok
isterim.
Dünyanın
daha iyi bir yer olması için herkes tek bir kitap okuyacaksa, bu
kitap suç romanı mı aşk romanı mı olmalıdır? Felsefesi
inancın mı, bilimin mi sularında gezinmelidir?
Yoksa
kitap okuma çağı artık bitmiş
midir?
İnsanlar
artık asla kitap okumamalı, yalnızca mesaj okumadanyazmalı
mıdırlar?
Bilgisizliği ve nefreti, beceriksizce yazılmış üç beş satırla
herkese, mümkünse bütün dünyaya, en güçlü olanların
çıkarlarını en iyi koruyacak sözlerle, en hızlı ve en yaygın
biçimde ulaştırmak dışında. Yazmanın bir anlamı kalmamış
mıdır?
Gülün
adının hangi dilde olduğunu kaç kişi merak ederse dünyada öfke
ve nefret değil, insanlığın en güzel duyguları, özgürlük ve
barış egemen olur?
1.
Mehmet Arat, Gerçeğin Yalanı,
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.1699836773463930/2282136275233974/?type=3&theater,
http://www.sanatlog.com/manset/gercegin-yalani/
2.
Mehmet Arat, Acı Kayıt,
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.1699836773463930/2235849469862655/?type=3&theater,
http://www.sanatlog.com/sanat/aci-kayit-yasananlarin-kisisel-ve-toplumsal-bellege-gonderilmesi/
3.
Mehmet Arat, Gerçeğin Katli ve Ölümün Sardığı Yaralar,
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.1699836773463930/2304821519632116/?type=3&theater,
http://www.sanatlog.com/edebiyat/gercegin-katli-ve-olumun-sardigi-yaralar/
4.
Mehmet Arat, Savaşın Çığlıkları,
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.1699836773463930/2305790146201920/?type=3&theater,
http://www.sanatlog.com/manset/savasin-cigliklari/
5.
15 Temmuz darbe direnişi film oluyor,
http://www.hurriyet.com.tr/15-temmuz-darbe-direnisi-film-oluyor-40232938
6.
Antonio Salieri, Finale of Les Danaïdes,
https://gaming.youtube.com/watch?annotation_id=annotation_3043407007&feature=iv&list=UU3OpyHnUx5jFc2ROzbR0viA&src_vid=uhIS6MdaMEI&v=YPW382xDjuo
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder