Doğmak,
büyümek, öğrenmek, inanmak, sevmek, üretmek, tüketmek, korumak,
değiştirmek.
Yaşamak,
gezmek, okumak.
Yaşamak
öğrenilebilir mi?
Çok
okuyan mı bilir, çok gezen mi?
İspanya'ya
hiç gitmedim. Ama bugün sizi İspanya'da bir gezintiye çıkaracağım.
Dilerseniz İspanya bahçelerindeki bir gecenin müziğini de
dinleyebilirsiniz. (1)
Bir
yeri orada yaşayan mı en fazla tanır, dışarıdan gelip gezen mi,
hiç gitmeden ulaşabileceği her bilgiyi araştırıp bularak onu
yaşamaya çalışan mı?
Gören
mi, duyan mı, kokusunu ve tadını alan mı, dokunan mı bilir?
Yoksa bilginin varlığını bile unutarak yalnızca yaşayan mı?
Aşk
dokunmak mıdır, hissetmek midir?
....
Çocukluğumda
mimar olmak istermişim. İsterdim de. Hatta üniversiteye başladığım
yıl bile aklımdan geçiyordu bir değişiklik yapıp sanatla
yaşamın buluştuğu bu güzel alana katılmak. Düşüncelerimi
serbest çizgilerle anlatamamaktan korktuğum için uzak durdum. Ama
dünya üzerinde yaşadığımız dünyaları yaratan bu alanı hep
sevdim, saygı duydum. Günümüz kentlerini (hele Türkiye gibi
tanımlanması ve anlaşılması güç yerlerde) mimarların ve şehir
plancılarının belirlemesi hiç kolay olmasa bile, bu mesleğe
gerçekten gönül verenlerin çabalarını ve katkılarını çok
değerli buldum.
Bu
yazının nedeni ve kaynağı da, Mehmet Nuri Turan'ın Barselona'dan
söz eden bir haberi.
"Barselona
hem deniz, hem kültür tatilini bir arada yapmak için muhteşem bir
seçenek." (2)
Mehmet
Nuri Turan, Barselona'yı "Bir Gaudi harikası" diyerek
tanıtmış.
"İspanya’nın
en popüler şehirlerinden biri olan Barselona, şehre gelecek olan
turistlere adeta 'gelmeyin' diyor. Barselona Belediye Başkanı Ada
Colau, şehre gelen turist sayısından bir hayli şikayetçi
olduğunu ve bu konuda bazı kısıtlamalara gideceklerini uzun zaman
önce açıklamıştı. Ancak Colau'nun bu açıklamalarına rağmen
Barselona'ya gelen turist sayısı her geçen gün artıyor."
İlgi
merkezi olan yerlere öncelikle gidilmesinin kötü yanlarından
biri, aşırı kalabalık yüzünden turistlerin ve yöre
sakinlerinin yaşamlarının zorlaşması. Birçok yerde bu sorun
yaşanıyor. Daha kötüsü, kalabalık yükü ve plansız
uygulamalar doğal ve tarihi dokuda hasar vermeye başlayınca,
bölgenin değeri ve yaşanabilirliği hızla düşüyor.
Mehmet
Nuri Turan, "hem deniz, hem kültür tatilini bir arada yapmak
için muhteşem bir seçenek" olarak nitelediği Barselona'yı
ve Gaudi'yi anlatmış.
"Barselona
denince akla gelen bir isim var ki o da şüphesiz Katalan mimar
Antoni Gaudi. Adeta Katalanların milli kahramanı olan ünlü mimar,
şehirdeki en önemli turistik eserlere imzasını atmış durumda.
Katalonya'nın başkenti olan Barselona, Katalan mimar Gaudi'nin
damgasını vurduğu bir turizm cenneti."
"Barselona'da
nereleri gezelim?" diye sorup yanıtları sıralamış.
"La
Sagrada Familia. Barselona ‘da gezilecek yerler listesinde
kesinlikle ilk sırada yer alıyor. Barselona’nın en önemli
yapılarından biri. Şehrin simgesi de diyebiliriz. Kilisenin
yapımına ünlü Katalan mimar Antoni Gaudi tarafından başlanmış,
fakat Gaudi’nin ölümü sonrası yarım kalmış. Kilisenin 2026
yılında tamamlanması bekleniyor."
"Park
Güell. Barselona’nın en önemli simgelerine imza atan ünlü
mimar Gaudi tarafından Güell ailesinin soyluluk göstergesi olarak
yapılmış bir park, Park Güell... Park içerisinde, alt katta ünlü
mimar Gaudi'nin evi de bulunuyor. Çok büyük bir yeşillik alana
sahip parkta, saatlerce vakit geçirebilirsiniz."
"La
Rambla. Burası Barselona'nın en ünlü, en eğlenceli ve en coşkulu
yeri. Caddenin ortası araç trafiğine kapalı, sadece yayalar
kullanabiliyor. Yan şeritlerde ise araç trafiği mevcut."
"Casa
Batllo. Buranın da bir Antoni Gaudi eseri olduğunu söylememe gerek
yok sanırım. Yapı oldukça etkileyici ve görsel bir mimariye
sahip."
"Casa
Mila. Ya da bilinen diğer adıyla La Pedrera. Sizce kimin eseri?
Tabi ki ünlü mimar Gaudi'nin. Gaudi bu şehre imzasını atmış
derken çok ciddiydim!"
"La
Boqueria. Ünlü La Rambla caddesinde bulunan yine bulunduğu cadde
kadar ünlü pazar yeri... Balık pazarı, taze sebze, meyve, peynir,
et, balık ürünlerinin satıldığı daimi bir açık hava
çarşısı..."
"Katalunya
Meydanı. Şehrin en merkezi yerinde bulunan meydandır. Burası için
Barselona'nın Taksim'i diyebiliriz."
"Barri
Gotic. Avrupa'nın Ortaçağ'dan kalma en geniş kent merkezi, şehrin
en güzel bölgelerinden biri. Dar sokakları, dünyanın en büyük
gotik kilisesi olan Barselona Katedrali'ni, Katalan Hükümet
Binası'nı, tarih müzesini ve daha fazlasını bünyesinde
barındıyor."
Gezilecek
diğer yerleri Barcelona Katedrali, Picasso Müzesi, Nou Camp
Stadyumu, Salvador Dali Müzesi, Barcelona Port Vell Limanı,
Tibidabo Dağı, Kristof Kolomb Heykeli, Passeig De Gracia Caddesi,
Opera Binası ve Santa Maria Del Mar Kilisesi olarak sıralamış.
"Yapmadan dönmeyin" listesineyse flamenko gösterisi
izlemeyi, sangria içmeyi, çeşit çeşit tapasları denemeyi,
paella yemeyi, La Rambla'da uzun uzun yürümeyi, Barseloneta'da
denize girmeyi, sahilde güneşlenmeyi ve sokaklarda amaçsız
gezmeyi koymuş.
Barselona'yla
ilgili bir arama yaparken karşıma İspanya İç Savaşı öncesinde
krizin sürdüğü kırk yılda kentteki sınıf kültürlerini,
baskıları ve karşı hareketleri inceleyen ve Barselona'nın on
dokuzuncu yüzyıl ortasındaki ekonomik, politik ve kentsel yapısına
uzanan bir çalışma çıktı. (3)
Tarihin
ve turizmin, bilginin ve gezmenin geçmişte hiç olmadığı kadar
yakınlaşmış olduğunu söyleyebilir miyiz?
....
Artık
İspanya'ya gitmeden Barselona'nın gezilebilmesi gibi, kentin
sokaklarında dolaşmadan da Katalan mimar Antoni Gaudi'nin (4)
yapıtları (5) görülebiliyor. Gaudi'nin UNESCO Dünya Mirası
Listesi'nde yer alan yapıtlarından Sagrada Familia'nın (6)
yapımına 1882'de başlanmış, Gaudi projeye 1883'te katılmış.
Son yıllarını bu işe adamış. Ancak 1926'da Gaudi 73 yaşında
öldüğünde, kilisenin dörtte biri bile tamamlanmış değilmiş.
Bir
yeri orada yaşayan mı en fazla tanır, dışarıdan gelip gezen mi,
hiç gelmeden ulaşabildiği her bilgiyle tanımaya çalışan mı?
Bir
yerin tadını en çok kim çıkarır, orada yaşayan mı, dışarıdan
gelip gezen mi, hiç gelmeden ulaşabildiği her bilgiyle tanıyıp
onu yaşamaya çalışan mı?
Aşk
dokunmak mıdır, hissetmek midir?
Tenimiz
olmadan yaşayabilir miyiz? (7)
....
Aşkı
ve duyguları söz mü anlatır, ses mi, dokunmak mı?
Yoksa
yalnızca müzik midir aşkın ve duyguların dili? Umutlarımızın
coşkusunu, yitirmenin acısını, yaşamanın sevincini, kaçınılmaz
sonların korkusunu anlamanın başka yolu yok mudur?
Duyguların
dilinin inceliklerini anlarsak, aynı ezginin farklı kişilerde çok
değişik etkiler yapmasının nedenini çözebilir, insanların
yakınlaşmasının yollarını bulabilir miyiz? Kentler köylerle,
çalışanlar işsizlerle, eğitimliler dışlanmışlarla, önceki
kuşaklar yenilerle kucaklaşabilir mi?
Radyoda
"Eski Tüfekler Yeni Kuşaklar" adlı bir program var.
"1920’lerden
2000’lere pop, rock, soul, caz, dans, Latin ve ülke müziklerinin
unutulmayan hitleri, klasiklerden özenle seçilmiş örnekleri
dinleyicimizle buluşuyor. Yeni kuşaklar eski şarkıları
tanıyacak. Eski tüfekler de yeni şarkı ve şarkıcıları."
(8)
Bu
programı dinleyenler birbirlerini daha iyi anlarlar mı? Farklı
müzik türlerini dinleyip sevenler kendi dostlarıyla sıcak
ilişkiler kurabilirlerse, başkalarını da anlamayı ve sevmeyi
öğrenebilirler mi?
Müziğin
sesini gerçekten duyabilen biri, kötülük yapabilir mi?
....
Doğayı
ve kentleri, bilimi ve sanatı, insanları ve kentleri kitaplardan
okuyarak mı öğreniriz, içlerine dalarak, sarılıp yaşayarak mı?
İnsanların
yüzleri, gözleri birer kapı mıdır? Düşüncelerine ve kim
olduklarına götürecek, tanışmanın ilk adımı olacak yolun ilk
basamağı mıdırlar?
Kitapların
yüzleri ve gözleri var mıdır?
Kitapların
kapakları birer kapıdır. "Beni aç, içeri gir" diyen.
Ama hele günümüzde, yalnızca burada görülenler değildir
okuyucuyla konuşan. Gördüğü, duyduğu her şey gözlerine,
kulaklarına dolar, onu inandırmaya, kandırmaya, içine çekmeye
çalışır. Herkesin her an konuştuğu "İnternet Denizi"
çağında kolay değildir bir başka insanı peşinden gelmeye ikna
etmek. Kitap kapakları dost da düşman da kazandırabilir. Yanına
da çekebilir, çok uzağa da gönderebilir.
Kitaplar
çok şey mi anlatmalıdır, hiçbir şey anlatmamalı mıdır?
Hiçbir
şeyi anlatmanın bir sanatı olabilir mi?
Karmaşık
ayrıntıları anlatmanın en iyi yolu yazmak mıdır? Anlatmak gibi
bir amacı olmayanlar ya da başkalarının anlattıklarının
anlaşılmasını istemeyenler, "Hiçbir Şeyi Anlatma Sanatı"
ustası mıdırlar? Basit gerçekleri saklamanın en iyi yolu yazmak
mıdır? Günümüze damgasını vuranlar "Hiçbir Şey Anlatma"
ustaları mıdır?
Biraz
keyifsiz bir dönemimde pek iyi hatırlamadığım bir düş
görmüştüm. Düşün bir başlığı yoktu ama olsaydı en uygun
başlık "Hiçbir Şeyi Anlatma Sanatı" olabilirdi.
Başkalarına benimsetmek istediklerini inanılmaz bir hırsla
anlatmaya çalışanlar, kendilerine en iyi hizmet edenleri
ödüllendiriyorlardı. Yeterince işlerine yaramayanları "Bize
uygun değilsiniz" diyerek sert gerekçelerle sepetliyorlardı.
Boynu bükük uzaklaşanlar, güreşe doymayan pehlivanlar gibi
yeniden, yeniden, yeniden en iyi hizmet etme ödülü almak için
geri dönüyorlardı. Uzaklarda bir ateş yanıyordu. Şimdilik hep
yanıyordu. Sanki düşte yaşananların hepsi, hiçbir şeyi anlatma
sanatının icrası ve ödüllendirilmesiydi.
....
Romanın
bir Gümüş Tanrı'sı var mıdır?
İnsanın
ilk öyküleriyle birlikte söze hükmeden bir Gümüş Tanrı ortaya
çıktıysa, Altın Tanrı hangi alana bakacaktır? Yaşamın
kendisine mi?
Batılı
anlamda romanla ilgili yazısında Semih Gümüş, romanın ilk
biçimleriyle geleneksel anlatıların, destanların, halk
hikâyelerinin biçimlerinin birbirine benzediğini belirtiyor.
"Don
Quijote sözünü ettiğimiz anlamda bir Batılı roman değildir
daha. Don Quijote’nin kendisi de neden sonra Batı’da romanın
aldığı biçimin öne çıkardığı kurmaca kahramanlar gibi
değildir."
"Binbir
Gece Masalları ve kahramanı Şehrazad gibi ve önce Robinson Crusoe
(1719), sonra Tom Jones’a (1749) kadar roman böyle yazıldı. Olay
örgüsü, romanın içinde değişen hikâye, kurmaca kişilerin
yarattığı gerilim ve merkezinde bulunan sorunuyla Batılı anlamda
roman, ayırt edilebilir bir tür olarak ortaya çıktı."
Semih
Gümüş, "Olay örgüsünü bir yazınsal biçim olarak
yaratmaya neden olan toplumsal ilişkiler dizgesi ve toplumsal
hayatın sürekli değişmeye, kendini aşmaya zorlayan doğası",
"o sırada Doğu toplumlarında olmayan bir nesnelliğe
dayanarak" "romanı roman" yapmıştır" diyor.
Fredric Jameson'ın yorumunu aktarıyor.
“Demek
ki olay örgüsüz yapıt, anlatı diliyle yazılmış bir tür
bulmaca gibi, olaylar ya da hiyerogliflerle yazılmış ve ilkel
mitleri ya da masalları andıran tuhaf bir tür kod gibi durur
karşımızda.” (9)
Romanın
öyküsü neyle yazılabilir?
....
Çizgi.
Resim. Ezgi. Söz. Yazı. Fotoğraf. Sinema. Çoklu iletişim ortamı.
Etkileşimli sanat. Sanatsal anlatımın tarihsel gelişimindeki
dönüm noktaları bunlar olabilir mi?
Bir
öykü ya da mesaj türlerden biriyle (örneğin yazıyla)
tanımlandıktan sonra, konuyu diğer türlerin kendi anlatım
araçlarıyla yorumlaması istenebilir mi? Örneğin söz "Doğanın
En Büyük Yanlışı İnsan" diyorsa, video sanatı ne der?
Heykel kendi gerçeğini nasıl anlatır?
....
"Cahillikte
Eşitlik" mi aranıyor?
Bilimden
ve sanattan uzaklaşmanın bedeli bilgi, kaynak, insan ve gelecek
kayıplarıyla mı ödenecek?
Popülist
bir yaklaşımla "elitlere" karşı çıkıp elitleşen
kesimlerin yaklaşımı, kapitalizmin zenginlerinin "yoksullukta
değil, fırsatlarda eşitlik" sözünün ikiyüzlülüğünü
düşündürüyor. Elitlere karşı olduğunu söylerken elitleşip
zenginleşen yeni güçlüler, bilginin paylaşımında da aslında
hiç de eşitliği savunmuyorlar.
Yapılan,
yapıldığı söylenen yatırımlar yeni ve güzel bir gelecek
getirebilir mi?
Yoksa
önce yeni bir sayfa mı açılmalıdır? Hiç değilse temel insan
hak ve özgürlüklerinin, bu toprakların üstündeki en uzak ve en
gizli noktalara kadar ulaşmasını sağlamak için ne yapılmalıdır?
Hizmet
yoğun otomasyon ve iletişim dünyasında, genç ve kadın
çalışanların nitelikli işsizler içindeki payı büyük.
Günümüzün
sorunlarını herkesi kapsayacak şekilde anlamaya, açıklamaya,
düzeltmeye çalışan bir güç var mıdır? Geleceği koruyacak güç
nerededir? Sessizliğinin nedeni nedir? Kimliğini bulamamasının ve
suskunluğunun maddi temelleri var mıdır? Ekonomiden anlamadığı
için mi, çok iyi bildiği için mi sesini çıkarmamaktadır?
Felsefeye mi, politikaya mı yakındır? Bilginin mi, uygulamanın mı
peşindedir?
Fırtına
bilgiyi ve tüm umutları kasıp kavuracak olursa, ulaşılacak
"cehalette eşitlik" karanlığının dibinden
çıkarabilecek bir başka ışık bulunabilir mi?
....
Çekilen
acıları yaşayan mı en fazla bilir, dışarıdan izleyip üzüntüden
kahrolan mı, kendi çıkarlarını sonsuza dek koruyabilmek için
yaptığı planlarla başkalarının tüm haklarını bir anda
ortadan kaldıran, kolay söndürülemeyecek ateşlerle geleceği
yakan mı?
Kendi
serin dünyasında yaşayan biri, ateşte yanmakta olanın acısını
anlayabilir mi?
Acıları
gören mi, anlatılanları duyan mı, yanmış insan eti kokusunu ve
ölümün kara tadını alan mı, geride kalanlara dokunan mı bilir?
Yoksa duyuların ve yaşamın varlığını bile unutup sessizce
ölenler mi?
Ölüm
dokunamamak mıdır, hissedememek midir?
Yoksa
bazıları için, ışığını başkalarına bırakmış soylu bir
karanlık, sonsuz bir sessizlik midir?
1.
Daniel Barenboim - Manuel de Falla, Nights in Spanish Gardens,
https://www.youtube.com/watch?v=_MS332sS7cA
2.
Mehmet Nuri Turan, Bir Gaudi harikası: Barselona,
http://www.hurriyet.com.tr/bir-gaudi-harikasi-barselona-40057579
3.
Chris Ealham; Class, Culture and Conflict in Barcelona, 1898-1937;
https://books.google.com.tr/books?id=cBIaH9btFYcC
4.
Antoni Gaudí, https://tr.wikipedia.org/wiki/Antoni_Gaud%C3%AD
5.
List of Gaudí buildings,
https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Gaud%C3%AD_buildings
6.
Sagrada Família, https://en.wikipedia.org/wiki/Sagrada_Fam%C3%ADlia
7.
Mehmet Arat, Met'in Teni,
,https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.1699836773463930/2440330026081264/?type=3&theater, http://blog.milliyet.com.tr/met-in-teni/Blog/?BlogNo=525238
8.
Gürsel Öztürk, Elif Petek, Eski Tüfekler Yeni Kuşaklar,
https://www.facebook.com/eskitufekleryenikusaklar,
http://radyo.trt.net.tr/Yapim/1420/eski-tufekler-yeni-kusaklar.aspx
9.
Semih Gümüş, Batılı anlamda roman,
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/batili-anlamda-roman-423245
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder