"Belki
de yüz öykülerini anlatmaya başlamanın en iyi yolu, 11 Eylül
2012 Salı günü bir anda gelen bir sevinç ve coşkuyla Işıktan
Düşen Notlar'da
yazdığım mesajı aktarmak olacaktır."
Sıcak
yüzlerin öykülerine bu girişle başlamıştım. Sözü edilen
mesajın başlığı uzun, kendisi kısaydı. Lalabey
Paylaşım, Dergi Sanat ve Sanatlog'dan
söz ediyor, Duygu Özlem Demir,
Nilgün Altan ve Hakan Bilge'ye
teşekkürler ediyordum.
İnternet
dünyasında yazmaya başladığımdan beri yaşamın her geçen gün
biraz daha hızlandığını hissediyorum. Sözcüklere zaman
kalmıyor, renklere zaman kalmıyor, çizgilere zaman kalmıyor,
doğayı doya doya koklamaya zaman kalmıyor, en gizli ayrıntıları
tatmaya zaman kalmıyor,
seslere
zaman kalmıyor, dostluklara zaman kalmıyor, güzelliklere zaman
kalmıyor, düşünmeye zaman kalmıyor, umutları beklemeye zaman
kalmıyor, aramaya zaman kalmıyor, öğrenmeye zaman kalmıyor,
sevinmeye zaman kalmıyor, toprağı ve denizi hissetmeye zaman
kalmıyor, güneşin
sıcaklığını
yaşamaya zaman kalmıyor, paylaşmanın değerini anlamaya zaman
kalmıyor. Yalnızca tartışılmadan ve sorgulamadan yapılması
gereken zorunlu işlerin peşinde durmadan, duraklamadan, sürekli
bir yarış yaşanıyor. Ayakta kalmak zorlaşıyor.
Zorluklar
karşısında insana ancak bir başka insanın sıcak dokunuşu güç
verebilir. Kendi evrenine kapandığında birey zavallıdır,
koparılmış bir çiçek gibidir, ancak ilişkileriyle yaşama
bağlanabilir, ancak verdikleri ve aldıklarıyla büyüyebilir.
Sıcak
yüzlerin öykülerini yazmak bana çok iyi bir düşünce gibi
gelmişti. Ekranlarda anlık parlamalarla beliren, bazıları için
yalnızca bir kez iletişim kurulup sonra unutulan, bazıları içinse
uzun süreli bir dostluğa dönüşebilen yeni simgelerde
kristalleşen bilgi, düşünce, duygu damlalarını yazmak, sürekli
akıp silinen yaşamların izlerinden kalıcı bir sıcaklık
yakalayabilmek. Ancak ister günlük yaşamın alışılmış
araçlarıyla ister yeni iletişim olanaklarıyla olsun, insanların
birbirlerine gerçekten ayırabildiği zamanlar sürekli kısalıyor.
Çok değer verdiğiniz, her biri sizin için yaşamın tek anlamı
olabilecek en özel dostları bile ancak günlük programınızdaki
bir satır olarak görebiliyorsunuz. Bu koşullarda onlarca yüzün
öyküsünün küçücük parçalarını bile zamanın derinliğinde
silinmeden yazıp kalıcılaştırabilmek hiç kolay olmuyor.
Yazılabilenin gerçek insan sıcaklığını ne ölçüde
taşıyabildiği, ışık hızını aşmaya çalışan günlük bilgi
akışında kendisine nasıl bir yer bulabileceğiyse zaten apayrı
bir konu.
Böylece,
yazının girişinde sözü edilen mesajın da aktarıldığı bir
yazıyla, 19 Nisan 2014'te başlamıştı Yüz
Öyküleri:
"Yüz
Öyküleri ne zaman aklıma düştü, bilmiyorum. Kazandıklarımı
hep yitiriyor olmanın, yaşadıklarımın ve düşüncelerimin
inanılmaz bir hızla eksilmesinin korkusu beni hep yazmaya,
içimdekileri bir yolunu bulup saklamaya yöneltiyor.
Yalnızca
ekrandaki yüzleriyle tanıdığım yeni dostlarımı unutmamak için,
zamana yayılan sözlerden küçük öykülere ulaşmak istedim.
Belirli
bir amaç ve kural olmadan, ışık hızıyla dolaşan izlerin bir
bölümünü yakalamaya, yeni kişiliklerimizi anlamaya çalışarak.
Böyle
başladı yüz öyküleri." (1)
Başladı
ve ilk yüz öyküsü de Nilgün
Altan
oldu:
"Nilgün
Altan'ı da resimleri ve paylaştıklarıyla tanıdım. Atölyesi ve
çalışmalarıyla ilgili bilgim oldu. Görsel zenginlik dünyalarına
açtığı pencereler bana mutluluk verdi. İnternet sitesinde çok
sayıda sergiye katıldığı, 'Islak' adlı yapıtının 'Geçmişten
Günümüze Kadın' konulu resim yarışmasında sergileme ödülü
aldığı, üç yıl bir okulda gönüllü olarak zihinsel engelli
çocuklarla çalıştığı, sosyal sorumluluk projelerinde yer
aldığı, Dergisanat'ı ve Geridönüşüm Dergisi'ni çıkardığı
belirtiliyor." (2)
Başladı
ama ikinci öykü ancak epey zaman geçtikten sonra gelebildi:
"Yeni
çağın iletişim devlerinden Facebook'a sorarsanız, ben ve Duygu
Özlem
Demir Eshikumo Şubat 2012 tarihinden beri Facebook'ta arkadaşmışız."
"Duygu
Özlem Demir Eshikumo'yu düşüncelerini içtenlikle dile getiren,
dolaysız, sıcak ve açık bir insan olarak tanımaktan mutluluk
duydum."
"Lalabey
paylaşım röportajları başlığı altında 'birbirinden değerli
ve etkin' kişilerle başarılı söyleşiler gerçekleştirdiğini
biliyorum."
Duygu
Özlem, Albert Einstein'dan bir alıntı aktarmış:
“Mutlu
olmak istiyorsan, bir amaca bağlan; insanlara ya da eşyalara
değil."
Ebeveynlerin
çocuklarından beklentilerinin ve onlara karşı bağımlılıklarının
ciddi bir sorun olduğunu, bunun çözülmesinin farklı hayatlar ve
rahat mutlu insanlar demek olacağını belirterek neler
yapılabileceğine değinmiş. Ailelere ve özellikle annelere
seslenmiş:
"Artık
21. Yüzyıldayız. Yeni çağdayız, çağ atladık yani. Değişsin
bir şeyler artık. Gelişmeye açık olalım. Her şeye direnç
gösteren yanımızdan kurtulalım bir zahmet." (3)
Sonra
"Yüz Öyküleri", İnternet'teki milyarlarca sayfanın
belki de çoğu gibi sessiz bir bekleyişe girdi.
Hakan Bilge
onca işin arasında kitabına da zaman ayırmayı başararak The
Godfather Mitosu'nu 2015 sonunda yayımlamasaydı, belki üçüncü
yüz öyküsü epey bir süre daha bekleyecekti.
....
Geleceğin
neler getireceğini ve götüreceğini bilmek kuşkusuz olanaksız
ama Yüz Öyküleri için yaptığım başlangıçtaki üç temel
dayanaktan yalnızca Sanatlog bugün de sürüyor. Dergi Sanat ve
Lalabey Paylaşım görevlerini tamamlamış olarak veda ettiler.
İnternet yayıncılığının en
büyük
avantajının geçmiş arşivin korunmasının ve eski bilgilere
ulaşılabilmesinin kolaylığı olabileceğini düşünüyordum. Ne
yazık ki bağlantı adreslerinde ve sitelerde epey sorun
yaşanabiliyor. Sürdürülmeyen ve bakımı yapılmayan yayınlar
erişilebilir olmaktan çıkıyor. Bu
yazıyı
yazdığım sırada Dergi Sanat ve Lalabey Paylaşım yazılarına
kendi siteleri üzerinden ulaşılamıyordu. Sonsuzluk varlığı da
yokluğu da bilinmeyen bir kavram olduğu için "sonsuza kadar"
diyemeyeceğim ama, Sanatlog'un bilgisayarların dünya üzerindeki
ağı sürdüğü sürece
kendisini
koruyabilmesini diliyorum.
....
Çoktandır
Yüz Öyküleri'nin üçüncüsünü yazmak istediğim halde bir
türlü fırsat bulamıyordum. Nilgün Altan ve Duygu Özlem'le
birlikte yeni dünyadaki ilk üç dostumdan biri olan Hakan Bilge'nin
kitap haberi gelince "İşte tam sırası, daha da geç olmadan
artık yazmalı" dedim.
Hakan
Bilge'nin Yüz Öyküsü'nü (4) bu girişle yazdım. Böylece Yüz
Öyküleri'nin en azından başlarken planlamış olduğum bölümünü
tamamlamış oldum. Yaşamda ve İnternet dünyasında yapılabilecek
çok can madenciliği, yazılabilecek çok yüz öyküsü var ama
evrenin sonsuzluğuna karşın yaşamlarımız sonlu, gücümüz ve
kararlılığımız da tüm karşı çıkışlarımızı boşa
çıkarırcasına sınırlı. Bu yüzden bundan sonra neler
yapabileceğimi bilemiyorum. Ama sürekli silinmekte olan belleğimde
ışıklı izler bırakarak geniş bir yer tutmuş, yaptıkları ve
söyledikleriyle "Yok olmamaları için mutlaka yazmalısın bu
pırıltıları" düşüncesini zihnime yerleştirmiş başka
yeni dostlarımın hiç de az olmadığını belirtmeliyim.
Hakan
Bilge'nin Yüz Öyküsü'nün başlangıcında The
Godfather Mitosu'nun
kısa tanıtımı yer aldı:
"Godfather
Mitosu, Coppola'nın kuşatıcı bir bakışı hak eden gangster
üçlemesini enine boyuna tartışan, bu filmlerdeki göstergeleri
titiz bir bakış açısıyla analiz eden, kapsamlı ilk Türkçe
çalışmadır. Sinema tarihinin 'en iyi bilinen mafya ailesi'
Corleone'lerin iç ve dış
mücadelelerini,
aile kurumunun tasvirini, verili sistemde karşılığı bulunan
gangsterlerin hesaplaşmalarını ve şiddetin trajedisini seyretmek
için değil, okumak için önemli bir fırsat sunuyor."
Sonra
Sanatlog'dan
söz ettim:
"Hakan
Bilge Sanatlog için yazdığım ilk yazıyı 10 Eylül 2012'de
yayımlamıştı. Sanatlog yazılarım o günden beri kesilmedi.
Sanatlog da bu hızlı değişim ortamında yaşananların anlamlı
bir kaydı olarak sanatın değişik alanlarından geniş bir düşünce
aralığını yansıtmayı sürdürüyor. Yolunun açık olmasını
diliyorum."
Sanatlog'la
ilgili bazı yorumları aktarırken, profesyonel yaşamda olsa
"Editöre yaranmak için neler de yazmış" dedirtebilecek
sozler etmişim:
"Hakan
Bilge hakkında yazmak, bu işleri yapmaya, yazmaya, düzenlemeye,
geliştirmeye, iletişim kurmaya nasıl yetişebildiğini anlamak
kolay değil. Dergilerdeki yazıları bir yana, Sanatlog'u sürdürmek
bile bir insanın tüm zamanını alabilir."
Neyse
ki daha güzel bir dünya için gerektiğinde büyük bedeller
ödemeyi bile göze alarak gücü oranında katkı yapmaya çalışan
gönüllü dostlar arasında bu tür sözler ancak gülümseten hoş
anılar olarak kalıyor.
....
Hakan
Bilge'nin özgeçmişini İnstela'da
Markopaşa'nın yazdıklarından aldım:
"Sinema
yazarı, editör.
1997'de
Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu.
1999'da
Evrensel Gazetesi'nin gençlik ekinde ilk yazısı yayımlandı.
2000'li
yıllardan başlayarak çeşitli ulusal dergilerin yazı kurullarında
görev aldı, sinema yazarlığı, sinema editörlüğü ve dergi
editörlüğü yaptı.
Sinema
ve edebiyat yazıları ile şiirleri Afrika Gazetesi, Afrodisyas
Sanat, Akatalpa, Arkadaş, Ayna İnsan, Ayraç, Basad, Berfin Bahar,
Bireylikler, Blog Dergisi, Cumhuriyet Kitap, Değirmen, Düşünkara,
Edebiyat Ortamı, Edep, Ekin Sanat, Erciyes, Esrar, Evrensel
Gazatesi, Evrensel Kültür, Film Arası, Göç Edebiyat, Göçebe,
Güncel Sanat, Güney, Har Dergi, Hayal, Hayal Bilgisi, Herfene,
Ihlamur, İkonia, İzafi, İstanbul, İzdiham, Kaos GL, Karabatak,
Kıyı, Koridor, Kurgan, Kurgu Kültür, Kuyu, Mavi Yeşil, Merhale,
Mor Taka, Müfredat, Mühür, Ozan Ağacı, Ozanca, Patika, Roman
Kahramanları, Sivas Life, Siyah Beyaz, Sus Dergi, Şair Çıkmazı,
Şiiri Özlüyorum, Temrin, Tuti, Türk Edebiyatı, Underground
Poetix, Üçüncü Mevki, Varlık, Yaba Edebiyat, Yaşasın Edebiyat,
Yedi İklim, Yeniyazı, Yolcu, Zalifre Yazıları gibi yayın
organlarında ve başta Sanatlog olmak üzere çeşitli web
sitelerinde yayımlandı. Kolektif kitaplara makale ve şiirlerle
katkıda
bulundu."
1
Mart 2004’te Çağatay Gürtürk tarafından kurulan İTÜ
Sözlük'ün Ocak 2015'te yurtdışına açılma planları
doğrultusunda instela adını aldığını da böylece öğrenmiş
oldum. (5)
Sanatlog
deneyimi için de şunları yazdım:
"Hakan
Bilge bağımsız olmanın çeşitliliğini ve esnekliğini, farklı
bakış açılarının aynı ortamda özgün arayışlarla
yansıtılabilmesini sağlayan bir yaklaşımla Sanatlog'da
birleştirebilmiş. Özenli ve yoğun emek gerektiren bir editörlük
çalışmasıyla, sinemaya ve sanatın her alanına başka gözlerle
bakanları buluşturmasıyla, düşüncelerin ve sanatın kuramsal ve
tarihsel birliğini aykırılıklara da yer vererek yansıtabilen bir
ortam oluşturup geliştirmesiyle, güncelin içinde kaybolmamasıyla
çok değerli ve yaşayan bir kaynak oluşturmuş."
....
Akıp
giden zamanın içinde düşüncelerimiz kayboluyor, yaptıklarımız
ve yazdıklarımız kalıyor. Yeni iletişim olanakları
okuduklarımızı ve düşündüklerimizi daha kolay ve hızlı
paylaşabilmemizi sağlıyor. İnternet ortamında her gün
söylenenler ve dinlenenler yazıdan çok aklımızda uçuşan
düşüncelere benziyor. Konuşanların kimler olduğu, konuların
kitaplara mı söylentilere mi, gerçeklere mi çıkarlara mı göre
seçileceğini belirliyor. Bilgisayarlar, tabletler, telefonlar
üzerinden kurulan günlük ağın içerisinde çok farklı kişiler
aynı salonlara girip adı konmamış sanal toplantılar yapıyorlar.
Kimi edebiyatın ve sanatın en gizli derinliklerinin peşine
düşerken kimi güncel
politikaların
en ilkel dayatmalarının çizdiği sınırlarla belirlenen sığ
kimliklerin dışına çıkamıyor.
Hakan
Bilge 8 Şubat 2012 günü saat 20:04'te Tom
Robbins'in
Parfümün Dansı
kitabından bir alıntı paylaşmış:
"Doğduğumuz
zaman yuvarlak, keskin, saf bir yüzümüz vardır. İçimizde evren
bilincinin kırmızı ateşi yanar durur. Ama yavaş yavaş bizi ana
babalar yer, okullar yutar, sosyal kuruluşlar emer, kötü
alışkanlıklar kemirir, yaş ise tüketir. Sindirildiğimiz zaman,
tıpkı ineklerdeki
gibi
altı mideden geçtiğimiz zaman, pis bir kahverengi tonunda
çıkarız."
Gerçek
yaşamda aklımızda kalan yüzlerin öyküleriyle, yeni dünyanın
toplumsal ortamındaki yazılı ilişkilerin arasındaki en önemli
fark bu olmalı. Başka bir boyutta tutulan ve kolay ulaşılamasa da
belki hiç silinmeyecek sürekli bir kayıt.
....
Düşünceler
anlık ve sürekli olarak paylaşılabilse de yazı bütünlüğünün
önemi sürüyor. Günlük mesajların toplamları bir konuyu enine
boyuna anlatmaya yetmiyor. Anlatı metni basılı olmayıp İnternet
ortamında yayımlansa bile belirli kurallara mutlaka uyması
gerekiyor. Kapsamlı
bir
çalışmaysa ancak bir kitapla başkalarına aktarılabiliyor.
Hakan
Bilge, yüz öyküsünde örnek olarak aldığım yazılarında Brief
Encounters (David Lean) ve The Hurt Locker(Kathryn Bigelow)
filmleriyle ilgili ayrıntılı değerlendirmeler yapmış.
Brief Encounters
için filmin evrenselliğini şöyle açıklamış:
"1945’te,
2. Dünya Savaşı’nın bitim dönemlerinde çekilen Brief
Encounter o dönemde çekilmiş birçok film gibi karamsar ve umutsuz
bir izlenim verebilir ilk başta ve sırf bu niteliği ölçüsünde
konjonktürel bir film olarak değerlendirilebilir. Ben böyle
düşünmüyorum açıkçası. Filmin ele aldığı sorunlar yumağı
psikolojik düzeyde seyretse de aslında evrenseldir de. Çünkü
aşk, çünkü sevgi, çünkü evlilik evrensel kavramlardır ve
doğal olarak da kadın ve erkeğin olduğu her yerde daima
olacaktır. Bu nedenle evrensel bir filmdir ve klasik bir film olması
da doğrudan bu özelliğinden kaynaklanmaktadır."
The Hurt Locker
içinse şöyle demiş:
"Amerika
her daim ‘öteki’ yaratmayı becermiş bir süper-devlet. Naziler
üzerine propaganda yapıtları çektiriyor, Japonlara atom bombası
hediye ediyorsa da filmlerinde bu gerçeği sürekli bastırıyor,
Sovyet komünistlerini tukaka ilan ediyor; Çinliyi, Kuzey Koreliyi,
Afganlıyı, Vietnamlıyı, İranlıyı, Iraklıyı eziyor,
yokediyor, dışlıyor, ötekileştiriyor. Amerika için düşman
veya ‘öteki’ sürekli değişse de ortak amaç ve hedef baki
kalıyor. Kim ya da ne olduğu önemli değil; ‘öteki’ni aynada
görmektense aynayı yerle bir ediyor."
Hakan
Bilge'nin "The Godfather Mitosu" kitabıyla ilgili
yazısında Serdar Durdu
çalışmanın önemli yanlarını vurgulamış:
"Bir
film veya seriyi tüm yönleriyle okuyabilmek, derin bir analize
girişmek ve sadece o film üzerine kapsamlı bir kitap çıkarmak
cesaret isteyen bir iştir. Film Arası Dergisi, Evrensel Gazetesi
gibi pek çok yayın kuruluşunda yazıları yayınlanan Hakan
Bilge’nin, geçtiğimiz haftalarda Şule Yayınları’ndan çıkan
kitabı 'The Godfather Mitosu', Francis Ford Coppola’nın gangster
filmlerinin çehresini değiştiren modern klasiklerinden Godfather
üçlemesini analiz ediyor."
Yüz
Öyküsü'nde Hakan Bilge'nin yansıması iki cümlede özetlenmiş:
"Bir
filmi değerlendirebilmek için sinemaya, sinemayı
değerlendirebilmek için sanata, sanatı değerlendirebilmek için
yaşama, yaşamı değerlendirebilmek için evrene sağlam ve tutarlı
bir açıdan bakabilmek gerektiğine kuşku yok.
Hakan
Bilge'nin Sanatlog deneyimi ve yazılarıyla kurduğu dünya, çok
yönlü ve değişik yönlere yayılabilen bakış açılarını
evrensel bir tutarlılıkla birleştirmeyi başarıyor."
....
Hakan
Bilge, Bertolt Brecht'le ilgili bir yazısında Rene
Allio'dan
bir alıntı yapmış:
“Brecht’in
Marksist olduğu hesaba katılmaksızın, Brecht’ten söz
edilemez.”
Brecht'in
sinemayla ilişkisini şu sözlerle tanıtmış:
"Tiyatro
yazarı, şair ve kuramcı kişiliğinin yanı sıra, sinemayla da
içli dışlı olan Bertolt
Brecht;
(1898–1956) özellikle 'yabancılaştırma kuramı' ile yüzyılın
en büyük sinemacılarını, misal İsveçli auteur Ingmar
Bergman’ı,
Amerikalı tiyatro ve sinema yönetmeni Joseph
Losey’i,
Yunanlı şair-sinemacı Theo
Angelopoulos’u,
belli ölçülerde de Nouvelle Vague (Yeni Dalga) sinemacılarının
duayeni
Jean-Luc Godard’ı
etkilemiş; öte yandan, Fransız denemeci, göstergebilimci,
yapısalcı Roland Barthes
ve Frankfurt Okulu’nun önemli şahsiyetlerinden Alman düşünür
Walter Benjamin
gibi büyük isimlere yön vermiştir." (6)
....
Hakan
Bilge, Metin Erksan'ın
"Susuz Yaz"
filmiyle ilgili yazısına (7) iki alıntıyla başlamış:
"Bir
objeye duyulan sevgi, ona sahip olma isteğinden gelir."
(Sigmund Freud)
"Eğer
su, bilinçaltı için temel maddeyse, toprağa egemen olmalıdır.
Toprağın kanıdır zaten. Toprağın yaşamıdır. Bütün
manzarayı kendi yazgısına doğru sürükleyecek olan sudur."
(Gaston Bachelard,
Su ve Düşler)
Osman'ın
kardeşi Hasan'ın bir sözünü aktarmış:
"Zalime
boyun eğen adam da zalimdir."
Bu
topraklar abilerden, babalardan çok çekti. Erkeklik yiğitliğin ve
dürüstlüğün simgesi olarak değil, güçsüzü ezmenin ve
elindekini almanın yolu olarak görüldü. Egemen söylem kadınları
aşağıladı, "karı gibi zırlama" diyerek acımasızca
saldırdı, yaraladı, öldürdü. Kadınları ağlatırken
insanlığın acılarını büyüttü. Çocukların geleceğini
katletti.
"The
Godfather Mitosu" dünyadaki yaşamın her alanına işlemiş
suç zincirinin anlaşılmasına, gelecek düşmanı güçlerin
körleştirilmiş kitlelerce tanınmasına ne ölçüde katkıda
bulunabilir, bilmiyorum.
Ama
zalimin yaptıklarını anlamaya çalışıp anlatmak da zalime boyun
eğmemektir.
5.
İnstela, https://tr.wikipedia.org/wiki/İnstela
7.
Hakan Bilge, Hakan Bilge'den Susuz Yaz: "Kadın Kısmını Ara
Sıra Korkutmak İyidir",
http://bianet.org/bianet/sanat/140216-kadin-kismini-ara-sira-korkutmak-iyidir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder