"Savaşa karşı
barışı; baskı, şiddet ve zora karşı özgürlükleri ve
demokrasiyi; hırsızlığa ve sömürüye karşı emeğin
mücadelesini yaşamın her alanında yükselten, toplumsal
sorumluluğumuzdan dolayı demokratik hak ve özgürlükler
mücadelesi de veren DİSK, KESK, TMMOB ve TTB olarak 'Savaşa İnat,
Barış Hemen Şimdi!' sloganıyla düzenleyeceğimiz Emek, Barış
Ve Demokrasi Mitingi 10 Ekim 2015 Cumartesi Ankara'da yapılacaktır.
Bu karanlık gidişata
dur diyen; eşitliğin adaletin, barışın ve demokrasinin sesi olan
emekçiler, işçiler, doktorlar, hemşireler, sağlık emekçileri,
mimarlar, mühendisler, kadınlar, sanatçılar, gençler, aydınlar,
ötekileştirilenler, dışlananlar, yüreği ülkesinin esenliği
için atanlar 10 Ekim 2015 Cumartesi günü saat 10:00'da Ankara Tren
Garı önünden hareket ederek, saat 12:00-16:00 arasında Sıhhiye
Meydanı'na yapılacak "Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”nde
buluşuyor.
Tüm halkımızı 10
Ekim 2015 Cumartesi günü buluşmamıza davet ediyoruz.
EMEK, BARIŞ ve
DEMOKRASİ MİTİNGİ:
Tarih: 10 Ekim 2015,
Cumartesi
Buluşma Yeri: Tren
Garı – Ulus/Ankara
Hareket Saati: 10:00
Miting Yeri: Sıhhiye
Meydanı – Ankara
Miting Başlama Saati:
12:00"
Uzun hazırlıklar ve
gerekli yasal süreçler tamamlanarak gerçekleştirilme aşamasına
gelen etkinliğin duyurusu böyle yapılmış.
DİSK, KESK, TMMOB ve
TTB'nin çağrısıyla 10 Ekim'de Ankara'da yapılacak "Emek,
Barış, Demokrasi Mitingi”nin katılımcıları, 1 Ekim 2015'te
ortak bir basın toplantısı düzenlemişler. (1)
....
İnsanın çoğu etkinliği
gibi, mitingler de uzun bir hazırlık süreci gerektirir.
Görüşlerini duyurmak, tepkilerini göstermek isteyen kurumlar önce
yaşananları anlamaya ve amaçlarını netleştirmeye çalışırlar.
Sonra neleri, kimlere, nasıl duyuracaklarına karar verirler.
Demokratik sistemlerde tüm bunlar coşkulu ve saygı duyulan
süreçlerdir.
Mitingin duyurulması
sırasında kadınların barış çağrısı yükselmiş. (2) "10
EKİM'DE ANKARA'DAYIZ!" denmiş. "Emek, Barış, Demokrasi
Mitingi" için bir video hazırlanmış:
"Gözlerimizin
rengi ne olursa olsun...
Gözyaşlarımızın rengi aynıdır." (3)
Gözyaşları...
Gözyaşları...
Gözyaşları...
Gözyaşlarını
dindirmeyi umarak miting hazırlıkları coşku ve kararlılıkla
sürdürülmüş. Barışa karşı ille de savaş demeyen partilere
ziyaretler yapılabilmiş.
....
Türkiye'de 2010 yılında
tarihi bir seçim yapıldı.
Otuz yıl önceki 1980
gibi, 2010'un da bir dönüm noktası olduğu söylenebilir.
1980'de demokratik
siyasete ara vererek yönetime el koyan Milli Güvenlik Konseyi'nin
akan kanı durdurduğu öne sürülmüştü. 2010'da askeri vesayete
son vererek devlet gücünü ele geçiren anlayışın yeni bir
anayasayla hak ve özgürlüklerin önünü açacağı söylendi.
Tüm politik süreçler
gibi, anayasa hazırlıklarında da kuşkulu, eksik, yanlış yanlar
vardı. Farklı yorumlar yapılıyordu. Kimileri zaten hazırlayan
veya kabul edilirse kazanacak olanlardı, destekliyorlardı. Kimileri
yetersizlikleri olsa da demokrasinin önünü açabileceğini
düşünüyor, "Yetmez ama evet" diyordu. Diğerleri, karşı
çıkma gerekçeleri aynı olmasa da, geniş bir destek alarak temel
hak ve özgürlükleri güvence altına alacak bir anayasa
yapılmasının önemine inanıyor, öncelikle güvenin, açıklığın
ve denetlenebilirliğin sağlanması, uzlaşma zemini yaratılması
gerektiğini düşünüyorlardı.
Yeni anayasadan sonra
biraz karışık bir dönem yaşandı. Şeffaflık pek yakın
görünmüyordu. Yaşanan acıların dinmesi, bir daha yaşanmaması
için sorumluların araştırılması, bulunması gerekiyordu. Ne
yazık ki bu süreçler pek yavaş, adeta durarak ilerliyordu. (4)
Küçülen dünyada uzaklardaki acılar bile gelip vurabiliyor. Çok yakındaki sorunlarsa süreklileşebilecek ölümcül tehlikeler yaratabiliyor. Savaşın kendisi adından korkunç. Bunu görebilenler, ateşi hissettikleri anda söndürebilecek tek güç olan barışa sarılıyorlardı. (5)
21 Mart 2013'te
Diyarbakır'da yeni bir resim çizildi. Uzak gibi görünen
çözümlerin çok yakına gelebileceği, barışın, kardeşliğin,
anlayışın, dostluğun, sevginin gücünün yükselebileceği
düşünüldü. Derin devlet yüzeye çıkabilir, barışa, insana,
halklarına dost olabilir miydi? (6)
Sorunun çözümünde
atılabilecek adımları araştırmak, farklı kesimlerin
düşüncelerini almak, uzlaşma yollarını araştırmak için bir
heyet kuruldu. Ama bazı insanlar o kadar inatçıydı ki, keçiler
bile onlara uzlaşma dersi verebilirdi. (7)
Mayısta rüzgarın yönü
döndü. Taksim yine bir barış alanı olabilecekken, anlaşılmayan
bir nedenle kent yaşamını durduran ve her yanı gaza boğan
engellemeyle gözyaşı ve acı içinde kalmıştı. (8)
Taksim'de yaşananlar
bununla kalmamış, Gezi Parkı toprağa ve yaşama sarılmanın,
ayağa kalkmanın simgesi olmuş, güç vermiş, ama akıl almaz bir
saldırıyla karşılaşarak büyük acılar da yaşamıştı. (9)
Ne yazık ki
yaşamlarımızdan acı kayıtlar eksik olmuyordu. Soma'daki madende
yitirilenlerin acısı sürerken Gezi Parkı olaylarının yıldönümü
gelmişti. Başta Taksim, tüm Türkiye yeniden gaz bulutlarıyla
örtülmüştü. Temel haklarını kullanarak yürüyüp açıklama
yapmak isteyenler engellenmiş, yeni acıların yaşanacağı
korkularını artırmıştı. (10)
Yaşananlar toplumsal
belleğimize ulaşabildi mi? Geleceğin kararmaması için geçmiş
deneyimlerimizden yararlanabiliyor muyuz?
Nasıl bir ülkede
“Cinayette dokunmadılar yolsuzluk operasyonunda attılar”
başlığı atılabilir? Hukukun, insan haklarının ve yasama
yürütme yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı dengesinin
korunduğu, basının haber alabildiği ve verebildiği, seçmenlerin
gelişmeleri öğrenerek gerektiğinde seslerini duyurabildiği bir
yerde tüm bunlar yaşanabilir miydi? Nasıl bir ülkede yolsuzluğu
soruşturanlar hain ve düşman ilan edilir, kimin ne yapmış olduğu
bir yana bırakılıp olayın çözümü seçim propagandalarıyla
kazanılacak bir başarıya bağlanır? (11)
Nasıl bir ülkede
anayasa, gücü elinde tutanların istediği gibi yorumlayıp
uyguladığı anlamını yitirmiş bir metne dönüşür? Nasıl bir
ülkede yasama yürütmenin, yürütme başkanlık hayali kuranların
karşısında çaresiz kalır? Nasıl bir ülkede yargı kılıf
hazırlama sanatına dönüşür?
Nasıl bir ülkede tüm bu
yaşananlardan sonra meclise giren milletvekilleri, geçmişin
yaralarını sarmak ve geleceği aydınlatmak için güçlü ve
kararlı bir duruş gösteremezler? Hangi partiden olurlarsa olsunlar
bu toprakların güzel insanlarının iyiliği için birleşmezler?
Uzlaşmak, demokratik sistemin işlemesini sağlamak, Kendilerini
seçenlerin çıkarlarını korumaya çalışmak için adım
atmazlar? Gerçeklerin güçlülerin istediği gibi gösterilmesine
ses çıkarmazlar, katledilmesine sessiz kalırlar? Ne zaman ve nasıl
biteceği belli olmayan korkunç bir çatışma ve savaş ortamının
kalıcılaşması, bu toprakların üzerindeki tüm güzel insanları,
çocukları ve torunlarını bile yutabilecek bir bataklığa
dönüşmesi tehlikesine karşı birleşmezler?
Galiba Türkiye gibi insanlarının çoğunun yaşananları izlemekle yetindiği, insanları olup bitenleri tepedekilerin istediği gibi görmeye alıştırılmış, eğitimsiz bırakılıp baskıyla yönlendirilerek insanca durabilmesi engellenmiş, zenginliğiyle övündüğü halde çağın gereklerine uyamayan ve insanıyla barışamayan ülkelerde.
Ne yazık ki insanıyla
barışamayan ülkelerin ödediği bedel çok ağır olabiliyor. 7
Haziran 2015 seçimleri toplumsal bir uzlaşma, tüm kesimleri
kucaklama, daha iyi bir yolda hep birlikte yürüyebilme için tarihi
bir barış fırsatı vermişti. Bunun değerlendirilmesi bir yana,
acımasız bir çatışma ortamı adım adım getirildi.
Bu toprakların en güzel,
en üretken, insana ve yaşama en çok sahip çıkan insanları daha
kötüye gidilmemesi, barışa güçlü bir destek verilmesi için 10
Ekim 2015'te Ankara'da yapılacak mitingi düzenlediler.
İnsan olanlara insanca
bir ses duyurmaya çalıştılar:
"Gözlerimizin
rengi ne olursa olsun...
Gözyaşlarımızın rengi aynıdır."
Gözyaşları...
Gözyaşları...
Gözyaşları...
Gözyaşlarını
dindirmeyi umarak miting hazırlıkları coşku ve kararlılıkla
sürdürüldü.
Sonra... Sonra hiçbir şey
olmadı. İki canlı bomba ellerini kollarını sallayarak buluşma
alanına ulaşmadı, binlerce kişinin arasında, ölüm saçmadı.
Kimse ölmedi. Onlar yaşıyor.
Tüm acılar, yönetmeye
çalışanların yapmayı gerçekten bildiği belki de tek iş olan
yasaklamalarla, bir anda siliniverdi!
Kimse ölmedi. Onlar
yaşıyor.
....
Ölümün sardığı
yaralar...
Seçimden ölüme
gidilmesi normal midir?
Anayasa, yasalar, yasama,
yürütme, yargı, basın, seçimler, partiler, milletvekilleri ne
işe yarar?
Bu topraklarda yaşayan
herkesin yaşama hakkını güvence altına alacak, barışın ve
gelişmenin önünü açacak adımların atılmasını sağlamak
kimin sorumluluğudur? Savaş barış getirebilir mi? Ölüm yara
sarabilir mi? Ölümün sardığı yaralar kimin yaralarıdır?
Ölümün açtığı
yaralar kapanabilir mi? Nasıl kapanır? Bir başka ölümle mi?
Ölüm yaraları sarabilir
mi? Hangi ölüm, kimin yarasını sarar?
Biliyoruz. Belki de
bilmiyoruz. Bildiğimizi sanıyor, anlayamıyoruz. İnsana ve yaşama
bu kadar düşman yaklaşımların ısrarla, inatla, tüm
güzelliklere meydan okuyarak sürdürülebilmesini aklımız
almıyor. Utanıyoruz. Deliriyoruz. Yaşamanın ve yazmanın
anlamları değişiyor. Doğanın güzelliğinde erimenin yerini
yaratıkların dünyayı yok etmesinin karşısında durabilmek
alıyor.
Yaşamla ölüm arasındaki
ilişkiyi çözemediğimiz için mi yazıyoruz?
....
Gerçeğin katli...
Gerçekler katledilebilir
mi?
Acımasızca, bir anda,
geride en küçük bir kırıntı, onları yaşayıp hissetmiş tek
bir canlı bırakmadan.
Gerçekçilik doğadan mı,
toplumdan mı beslenmelidir? Doğa köyümüz müdür, kasabamız mı,
kentimiz mi, yurdumuz mu, dünyamız mı, galaksimiz mi, evren mi,
daha ötesi mi?
Gerçek bireyin mi,
toplumun mu algısıyla biçimlenir?
Gerçekçiliğin farklı
(kaba, doğal, ontolojik, kavramsal, bilimsel, şekilsel, ahlaki,
anlamsal, bilgi kuramsal, politik) biçimleri olması gerçeği
etkiler mi?
Peki "Toplumsuz
Gerçekçilik" olabilir mi?
Politika için de benzer
adlar verilmiş midir? Verilebilir mi? Toplumcu, toplumsal,
fantastik, doğal, kaba politikalardan söz edilebilir mi?
En basit politika öldürmek
ya da ölmek midir? Tüm yaşam bununla mı açıklanabilir?
Peki insansıların,
insancıkların, insansızların, insanoburların birer gerçekleri
var mıdır? Kimin içindir, kime hizmet etmektedir?
...
Son yıllarda çevremizde
gördüğümüz polis sayısı epey arttı.
Kuşkusuz güvenlik
kavramı orduları, istihbarat örgütlerini ve özel yapıları da
kapsayabilen çok geniş bir konu. Ama genelde suç olaylarıyla
ilgili edebiyat ürünleri polisiye başlığı altında
değerlendiriliyor. Bireysel suçlarla toplumsal suçları ayırmak
çok kolay olmayacağı için polisiye edebiyat genel bir tanımlama
olarak düşünülebilir.
Feodal ve despotik
toplumlarda, suçları “kanıtlama” ve suçlunun maskesini
indirmenin başlıca yolu işkenceymiş. 19. yüzyılın ceza hukuku
ile getirilen düzenlemelerle kanıt toplama süreci bir prosedüre
bağlanmış. Suç takibi sürecinde skolastik tartışmanın yerini
ipucu toplama almış. Suçluya verilecek hükmün dayanağı olarak
işkenceyle alınmış itirafların yerin mahkeme tarafından kabul
edilebilir resmi kanıt geçmiş. 19. yüzyıldan itibaren bilimin
geldiği bu noktadaki veriler polisiye romanın doğuşu ve
gelişmesinde etkili olmuş. (12) Polisiye romanlar, işkenceye ve
sözlü itirafa dayalı yargılamadan, deliller ile yargılama
sistemine geçilen modern dönemin hukuk, toplumsal düzen ve suç
anlayışı üzerine kurulmuş. (13)
Polis romanlarında
getirilen yaklaşımlar toplumsal olayların da çözümlenmesinde
kullanılabilir mi? Bir suçun nasıl aydınlatıldığını sanatın
tanıklığıyla okumak dünyanın daha iyi kavranmasına katkı
sağlar mı?
"Kabahatin çoğu
sende" diye sitem edilenler polisiye bir kitap okumuş mudur?
Dayatılan dar bakış açıları yerine kendi düşüncelerini ve
çözümlerini geliştirebilirler mi? Gerçeği aydınlatabilirler,
görebilirler mi? Gerçeğin anlatılma biçimlerine verilen adlar,
gerçekçiliğin türleri önemli midir? Gerçek, kuantum evreninde
göreceli midir? İnsanın, kelebeğin ve penguenin gerçekleri
farklı mıdır? Ya yaşamın ve ölümünkiler? Gerçeğin
acılarını, son yılların süreklileşen ve yükselen ölümlerini,
Suriye'yi Irak'ı Roboski'yi Reyhanlı'yı Gezi'yi Lice'yi Suruç'u
Cizre'yi ve Ankara'yı, yaşamını yitirenler nereden ve kimden
olurlarsa olsunlar, yakınlarında ve insanlık katında ne büyük
acılara yol açtığını anlamaya çalışarak içinde duymayanın,
gözyaşı dökmeyenin insanlığından söz edilebilir mi?
Oy verme hakkına sahip
herkes en az bir polis romanını anlayarak okuyabildiğinde seçim
sonuçları mı, seçime katılan partiler ve adaylar mı, yoksa
yaşamla ve seçimlerle ilgili ne varsa tümü mü değişir?
....
Belki de yaşamla ölüm
arasındaki ilişkiyi çözemediğimiz için yaşıyoruz. Bunu
çözdüğümüz anda, bir gün çözebilirsek, yaşam bitecek.
Belki de yaşamla ölüm
arasındaki çelişkiyi çözemediğimiz için ölüyoruz. Bunu
çözdüğümüz anda, bir gün çözebilirsek, ölüm bitecek.
Ölüm yaraları sarar mı?
Sarabilir mi? Hangi ölüm, kimin yarasını sarmıştır? Kimin
yarasını sarabilir? Hangi ölümün kime yaradığını anlamak,
bugün yaşananları geleceğe gidip geçmişe bakarak görmekle,
yaşamı bir polisiye roman gibi okumakla mı mümkündür?
....
Erkekler ağlamaz,
biliyorum.
Ama aradan geçen zamana
karşın hatırladıkça gözyaşlarımı tutamıyorum.
Katledilen masum
insanların acısını yüreğinde bir ateş gibi hissetmeyenlerin,
durulması gereken yerde durmayanların, yaraları sarmak için adım
atabilecekken atmayanların insanlıklarından kuşku duyuyorum.
....
Bu yazıyı kimler ne
zaman okur, okuyanlar neler düşünür, önceden bildikleriyle daha
sonra bilecekleri arasında yeni köprüler kurabilirler mi?
Bilmiyorum.
Ama bedeninin sıcaklığını
henüz yitirmemiş her kişi,
yaşamın tüm ışıklarıyla
birlikte insanlığından da ayrılıp ölümün karanlığına
yaşarken gömülmüş olanlar bile,
barışın mı savaşın
mı yanında olacağına dair kararını verdiğinde,
nefret ettikleriyle
birlikte sevdiği herkesin de geleceğini kurtaracak ya da yok edecek
bir seçim yapmış olacaktır.
1. 10 Ekim Mitingi
Açıklama, https://www.youtube.com/watch?v=H79S3rXwNyM,
2 Ekim 2015
2. Kadınlar Barışa
Çağırıyor,
https://www.youtube.com/watch?v=saWAyF2ZkJw&feature=youtu.be,
2 Ekim 2015
3. 10 Ekim'de
Ankara'dayız, https://www.youtube.com/watch?v=9pQdOcqwQbc, 3 Ekim
2015
4. Mehmet Arat,
Müsteşarın kötü günü,
http://blog.milliyet.com.tr/mustesarin-kotu-gunu/Blog/?BlogNo=356258
5. Mehmet Arat,
Barış için,
http://blog.milliyet.com.tr/baris-icin/Blog/?BlogNo=377055
6. Mehmet Arat, Pak
Parti, derin devlet, nevruz,
http://blog.milliyet.com.tr/pak-parti--derin-devlet--nevruz/Blog/?BlogNo=408253
7. Mehmet Arat, Akil
keçiler,
http://blog.milliyet.com.tr/akil-keciler/Blog/?BlogNo=410433
8. Mehmet Arat,
Taksim'siz Bir Mayıs,
http://blog.milliyet.com.tr/taksim-siz-bir-mayis/Blog/?BlogNo=413805
9. Mehmet Arat, Gezi
yılının son günü,
http://blog.milliyet.com.tr/gezi-yilinin-son-gunu/Blog/?BlogNo=442827
10. Mehmet Arat, Acı
Kayıt,
http://www.sanatlog.com/sanat/aci-kayit-yasananlarin-kisisel-ve-toplumsal-bellege-gonderilmesi/
11. Çocuklar ve
Seçmenler, Mehmet Arat,
http://www.sanatlog.com/sanat/cocuklar-ve-secmenler/
12. Ejder Çelik,
Batı Edebiyatında Polisiye Romanın Gelişimi Sürecinde Düşünsel
ve Sosyal Etkiler,
http://www.sdergi.hacettepe.edu.tr/makaleler/Polisiye-Romanin-Gelisimi-Mayis-2015.pdf
13. Selin Atalay,
http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt7/sayi35_pdf/1dil_edebiyat/atalay_selin.pdf,
Modern Toplumun Edebi Ürünü Polisiye Romanlar ve Polisiye
Romanlarda Cinsiyetçilik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder