Belki
de insanlığın, sevginin, inançların, etik değerlerin, hukukun,
yaşamın bu derece aşındırılmış olduğu bir ortamda
kitaplardan söz etmenin hiç anlamı yok.
Oktay Akbal
suçumuz insan olmak demişti. (1)
Ama
en azından benim bilebildiğim kadarıyla, hiçbir normal dönemde
insan olmak bu kadar ağır ve örgütlenmiş bir saldırıyla
karşılaşmamış, kendi değerlerini başkalarına ve sisteme zarar
vermeden savunmaya kalkanların üzerine böyle acımasızca
gidilmemişti. Karşıt görüşler geçmişte de, özellikle
güçlendikleri zamanlarda yönetenlerin çok ağır baskılarıyla
karşılaşmışlardı. Tüm kurallarla birlikte kendi koyduklarını
da tanımayan tek kutuplu bir kutuplaşmanın hedeflenmesinin ise,
oldukça yeni ve yaratıcı bir buluş olduğu söylenebilir.
Türkiye'nin
yönetiminde hiçbir şekilde söz sahibi olmadığım için kendimi
çok şanslı buluyorum.
Büyük
güç, büyük sorumluluk gerektirir.
Benim
küçük bir gücüm bile yok. 21. yüzyılın artık haklara,
özgürlüklere ve insan değerlerine saygılı olmasını umduğum
dünyasında tutarlı bir birey olmaya çalışıyorum.
Gücün
ne olduğunu görecek, biraz anlayacak kadar yaşadım. Ailede
babanın, erkek ve büyük kardeşlerin gücünü, kendi çıkarlarını
nasıl acımasızca dayatabildiklerini gördüm. Okulda güçlü
çocuğun bazen isteklerini elde etmek, bazen yalnızca başkalarına
eziyet ederek eğlenmek için yapabildiklerini gözledim. İş
dünyasında hem ilkeli olmanın, hem de ayakta kalıp kazananların
arasında kalabilmenin ancak çözümsüz denklemlerin aşılmasıyla
bir araya gelebildiğinin bilincine vardım.
Güç,
normal yaşamda politik örgütlenmelerle temsil edilir. Normal yaşam
bittiği anda silahlar konuşur, güvenlik birimleri devreye girer.
Yaşam barıştır,
ötesi savaştır, ölümdür.
Bir
devlet devlet olacaksa, işe yarayacağı ilk alan barışı korumak
olacaktır. "Yurtta barış, dünyada barış" demek,
insanlık dilini öğrenmeye ve geliştirmeye çalışmak, kendi
kurduğu düzenin gerçekten adil ve haklı olmasını sağlamak,
insana değer verdiğini ve sorumluluğunu taşıdığı tüm
yurttaşların haklarını ve özgürlüklerini koruduğunu
göstermek.
Barışı
korumanın ilk adımı insanı korumaktır. Tek bir yurttaşına bile
evrensel hukuk sisteminin sınırlarının dışına çıkarak zarar
verebilen bir devletin çürümesi başlamış demektir.
Bir
devlet barışı koruyacaksa atacağı ilk adım kendi yurttaşlarını
dinlemek, onları ortak değerler çevresinde birleştirmek
olmalıdır.
Bir
devlet barışı koruyamıyorsa çöküşü başlamış demektir.
Büyük güç iktidardır. Küçük güçler diğer partilerdir.
Milletvekilleri bu topraklarda yaşayan herkesin temsilcileridir.
Ortak
bir gelecek ancak yaşamı savunarak, barışla kurulabilir. Dışarıda
ve içeride yapılan yanlışların sonucunda yükselecek bir savaş
ortamının neler götürebileceğini göstermeye ise, ne yazık ki
şu ana dek yaşanan acılar bile fazlasıyla yetmiştir.
Güç,
ekonomik yapılarla desteklenen, politik örgütlenmelerle temsil
edilir. Türkiye'de yaşananların, yaşanacakların sorumlusu
kimdir?
Okunan
ve okunmayan, parayla satılan veya parasız dağıtılan,
desteklenen ve yasaklanan kitapların geleceğimiz üzerinde bir
etkisi olabilir mi?
....
Ücretsiz
kitapların bir değeri var mıdır?
Bir
zamanlar bir arkadaşım bir festivalde açacakları sergi için kısa
bir broşür hazırlamıştı. Bu tek sayfayı izleyicilerle satmakla
ilgili sözü hep aklımda kaldı:
"En
azından sembolik bir bedel almalıyız. Yoksa bazıları hızlıca
göz gezdirip hemen atıverir. Çoğu kişiyse bakmaya bile gerek
görmeden direkt çöpe gönderir."
Kendimi
tüketim toplumunun iyi bir üyesi gibi hissetmiyorum. Bir satınalma
kararı vermeden önce en az iki kez düşünürüm. Bu yaklaşımım
yalnızca parasal maliyetle ilgili değil. Kişiliğim çevreyle
aşırı etkileşime girmememi söylüyor. Gereksiz bir hareketle
çevreye geri dönüşü olmayan bir zarar verme korkum var.
Ama
geçmişte, birçokları gibi ben de bir doküman toplayıcısıydım,
broşürler, örnek setleri, deneme teklifleri, ne olursa olsun
almaya ve saklamaya hazırdık.
Bu
durumun değiştiği kesin zamanı hatırlamıyorum, ama bir süre
sonra, evrende bıraktığım gelişigüzel ayak izlerimi en aza
indirmeye çalışmaya başladım. "Herhangi bir iz bırakıyorsan
mutlaka bir anlamı olmalı" diyen bir duygu kazandım.
Karar
anlarının kritik noktalarında, eğer benim için kesinlikle
gerekli değillerse ve onları parasını ödeyerek de almaya hazır
değilsem, bedava ürün tekliflerini reddetmeye başladım.
Küresel
iletişim ve etkileşimin yeni dünyasında, Chicago Üniversitesi
Yayınları'nın teklifini ilk gördüğümde günlük mesajların
artan trafiği nedeniyle elektronik teklifleri de reddetme
eğilimindeydim.
Ancak
bu kez, önerilen ücretsiz kitabı istedim. Bu kitapların benim
için bir değer taşıyabileceği, onları makul bir süre içinde
en azından hızlı okumak için bir zaman bulabileceğim izlenimi
edinmiştim. üstelik elektronik kopyaların çevre etkileri yoktu ve
onlar için fiziksel bie depolama yeri gerekmiyordu.
Böylece
ücretsiz kitaplar serüvenim başlamış oldu.
....
Ücretsiz
kitapların değeri var mıdır? Nasıl ölçülebilir?
Kitapların
değeri farklı yönlerden tartışılabilir. Entelektüel, bilimsel,
kültürel veya sanatsal ürünlerin ticari değerleri olarak.
Yaygınlaştırmanın, etkileşimin, toplumsal etkinin veya geri
bildirim oranının ölçülebilir değerleri olarak. Uluslararası
bilimlerin standart yaklaşımlarıyla belirlenen akademik değerler
olarak.
Sanat
ürününün değeri genel arz ve talep eğrileriyle açıklanabilir
mi? Üretim ve değişim sistemleri bu mekanizmaları standart
ürünler için bile tam olarak açıklayamamaktadır. Sürekli
iletişimin karmaşık dünyasında etkenlerin hiçbiri yanıtı tek
başına veremez. Değer dinamikleri, açıktanımsız ürünlerin
değerlerini anlamak ve bu değeri tanımlayabilecek yeni kriterler
bulmak için kullanılabilir.
Sorulabilecek
çok fazla soru bulunmaktadır. Yeni dinamik modeller için yeni
üretim ve değişim biçimlerinin eğilim analizi tümüyle
yapılabilir mi? Ödeme yapılmayan bir ürün değersiz midir? Bedel
ödeniyorsa ve pahalıysa bir ürün gerçekten değerli midir?
Sektörlerdeki işe başlama ve giriş maliyetleri hem standart
ekonomi ürünleri, hem fikri mülkiyet hakları için geçerli
midir? Sanatın ve edebiyatın işlevi nedir? Ekonomiyle ilgileri
nedir? Bağımsız bireyler olarak sanat ve edebiyat üreticilerinin
ve tüketicilerinin işlevleri nelerdir? Amaçları nelerdir?
Ekonomiyle ilişkileri nasıl yönetilmektedir? Bir özgürlük
sorunu var mıdır? Mevcut ve istenen durumlar arasında büyük
boşluklar var mıdır? Sanat ve edebiyatın değerleri üzerindeki
soruların sayısı sonlu bir değer midir?
....
Hızlı
yaşamanın iletişim çağında, "Bilgisayarlı Yaşam Desteği"
olmadan ayakta kalmak mümkün olmayabilir.
Bir
zamanlar "Işık Hızında
İnsan Olmak"
sözü üzerine "Işık Hızında Ticaret" sözünü not
almıştım.
Günümüz
dünyasında fiziksel veya soyut bir varlığın ayakta kalabilmesi
ticari bir değer taşımasına bağlıdır. Bu yüzden ticaret
önemlidir.
Bu
durum bariz bir paradoks yaratır.
En
azından bazı ürünlerin, ahlaki ve ticari değerlerin arasındaki
dengeyi korumak için ticari sistemin dışında tutulması gerekir.
Ancak bu yaklaşımın mevcut sistemde kendisine bir yer bulabilmesi
henüz çok uzak görünmektedir.
Öte
yandan yaşam, iletişim teknolojileriyle yeni anlamlar
kazanmaktadır.
Tıbbi
desteklerden, sağlık uyarı ve izleme sistemlerinden söz etmeye
çalışmıyorum.
Yaşamın
bireyler için anlamının üzerine doğrudan odaklanıyorum.
Kendini, bölgeni, dünyanı ve tüm bir evreni anlamak, varlığına
bir anlam katmak, büyük sistemin bir parçası olduğunu hissetmek,
onun hoş olmayan yanlarından bir bölümünü değiştirebileceğine
inanmak.
Sosyal
medya dünyanın her yanına yayılmış çok sayıda kişiyle
iletişim kurma ortamını yaratarak yaşam için yeni fırsatlar
vermektedir. Bu, birey için yeni bir yaşam biçimidir, yeni ve
muhtemelen çok etkili bir varoluş biçimi.
Ücretsiz
kitaplar yeni çağın büyük değerleri olabilir mi? Gelecek
dönemde var olmanın standart ve kusursuz yolu olabilirler mi?
Dünyanın her bir üyesinin açıklamaları ve soruları
depolayacağı ve hızla büyüyen bir geliştirme çevriminin içinde
yanıtlar ve yeni sorular alacağı bir etkileşim platformunu inşa
edebilirler mi?
Entelektüel
varlıkların değerini ölçmek için yeni bir değerlendirme
sistemine ihtiyacımız var mı?
....
Görmemenin
biçimleri
var mıdır?
Olmayanı
görmek, görmemekle aynı anlamı mı taşır? Var olmanın yeni bir
biçimi var mıdır?
"Görmek
ya da görmemek."
Yukarıdaki
açıklama John Berger'in
Görme Biçimleri
kitabına dayanır. (2)
"Görme
Biçimleri, yazar John Berger'in ve yapımcı Mike Dibb'in
yönetiminde hazırlanmuş 30 dakikalık dört bölümlü 1972 BBC
yapımı bir televizyon dizisidir. Dizinin senaryosu uyarlanarak aynı
adla kitap olarak da yayımlanmıştır. Dizi ve kitap, geleneksel
batı kültürel estetiğini görsel malzemelerde gizlenmiş
ideolojilerle ilgili sorular sorarak eleştirir. Dizi, batının
sanatsal ve kültürel ölçütlerine daha gelenekçi bir bakışı
temsil eden Kenneth Clark'ın Uygarlık dizisine kısmen bir
cevaptır."
Görme
biçimleri her zaman belirli bir oranda görmeme biçimleri
içermiştir. Ancak, günümüzün küresel iletişim köyünde,
görmeme biçimlerinin görme biçimlerine karşı egemen olması
için harcanan çabaların gücüne tanık olmak benim için
şaşırtıcıdır.
İster
söz, ister ses, ister görüntüye yaslansın, sanatın tüm dalları
bir biçimde gerçekliği yansıtır. Daha doğrusu onun seçilmiş
bir bölümünü, üstelik de dönüştürerek, değiştirerek, hatta
çarpıtarak sunar.
Bir
açıdan bakınca yöneldiği gerçeği anlar, yorumlar, açıklar,
anlatır.
Bir
başka yorumla da anlamaz ya da bilerek anlamamış gibi yapar,
çarpıtır, karmaşıklaştırır, anlaşılamaz bir duruma getirir.
Bu
anlamda “Görme Biçimleri” kendi içinde “Görmeme Biçimleri”
taşır.
Bir
yanı gösterirken her yanı sise boğar.
Gerçeği
onu anladığını sanan gözlerden saklar. Büyük bir neşeyle,
tadını çıkararak saklar.
Gözümüzle
gördüğümüze daha kolay inanma eğiliminde olduğumuz için
görsel sanatlarda bu etkinin önemi artar.
Egemen
düşüncelerin peşine takılmış kalabalık izler her yanı
kaplar.
Toplumsal
çatışmalarla aşınıp yıpranan dış dünyayı anlamak,
yorumlamak zorlaşır. Arayışlar içe döner. (3)
....
"Işık
Hızında İnsan Olmak"
mümkün müdür?
Belleğim
iyi değil. Her şeyi unuturum. Yazmak bu yüzden benim için çok
değerlidir. Her zaman notlar alırım. Dijital dünyanın arama
seçeneğine hayranlık duyarım ve çok severim. Ancak, arananın
bulunabilmesi sonucu önceden garanti edilebilen bir işlem değil.
"Işık Hızında İnsan Olmak" sözünün kaynağını
bulamadım. Bulabildiğim tek bağlantı Jane
Friedman'ın
bloguyla ilgili notlarım oldu. (4)
8
Şubat 2012, @JaneFriedman. "Elektrik Hızında İnsan Olmak"
notunuzu gördüm, "Işık Hızında Düşünmek" geldi
aklıma. Sanırım insan olmak daha zor.
27
Mart 2012, @JodyHedlund. Bu çok insanca sanırım. Jane Friedman’ın
"Elektrik Hızında İnsan Olmak" notu için bir örnek
olabilir. Paylaşmanın yaşamak olduğuna inanıyorum.
"Işık
Hızında Ticaret"
ve “Sürekli Tedarik ve Ömür Boyu Destek” çalışmalarını da
hatırladım. Bir makale bu konuyla ilgili olarak ABD ve Japonya'yı
karşılaştırmış:
"Bu
makale, 1985'te ABD'de geliştirilen 'Sürekli Tedarik ve Ömür Boyu
Destek' insiyatifinin uygulanmasına dayanan elektronik iş alanında,
ABD ve Japonya'da savunma tedarik ve operasyonel destek işlemlerinin
kâğıt yerine elektronik ortam kullanarak yapılarak geliştirilmesi
çalışmalarını raporlar ve karşılaştırır. Bu insiyatif
muhtemelen ilk elektronik iş uygulamasıdır ve bu yüzden e-iş
etkinlikleri hakkında önemli dersler vermiştir. Genel bir özet ve
iki farklı kültürel ve endüstriyel bağlamda nasıl uyarlandığı
aktarılmıştır. Sistemin Birleşik Krallık'ta kurulması için
muhtemel seçenekler özetlenmiştir." (5)
Günümüzde
"Işık Hızında İnsan Olmak" kolay değil. İnsan olmak
bilgi çağından önce de çok kolay değildi. Ama şimdi, tüm
bilgi ve iletişim kanallarının varlığına karşın, dünyanın
gerçekte neler yaşadığını ve neler hissettiğini anlamak çok
zor.
Bir
keresinde ışık patlamalarını özetlemeye çalışmıştım:
"Yaşamımız
her an hızlanırken 'Işık
Patlamaları'
ayrı bir önem kazanıyor. Binlerce yıl karanlıkta yaşayan
insanlar ateşle aydınlandıklarında, eskiden el yazmaları ve
duman işaretleriyle iletilen bilgiler matbaa ve elektrikten
yararlanarak iletildiğinde başlamış değişim sürecinin yeni bir
aşamasına girildi. Işık hızıyla haberleşen bir dünyada
yaşamanın yeniden tanımlanması gerekiyor." (6)
....
İster
taş devrinde, ister dijital çağda olsun, "Düşünüyorum,
o halde varım." (7,8,9)
Işık
hızında da öyle midir, yoksa farklı mıdır?
"Düşünüyorum,
o halde yazıyorum. Yazıyorum, o
halde varım."
Buradaki
"yaz", "oku" ile mi değiştirilmelidir ışık
hızı frekansında?
Mağaralardaki
ilk izlerden küresel çoklu ortam karmaşasının anında günlük
yaratılmasına kadar, kim yazıyor, kim düşünüyor, kim yaşıyor?
Niçin düşünüyor? Niçin yazıyor? Niçin yaşıyor?
Niçin?
....
Ücretsiz
kitaplar serüvenim Chicago
Üniversitesi Yayınları'nın
teklifini ilk gördüğümde başladı. O günden beri ilginç
başlıklı pek çok kitap aldım, hepsine hızlıca bir göz attım,
kendi kendime "Ne kadar ilginçler, en kısa zamanda onları
okumalıyım" dedim.
Ama
bugüne dek kitapların hiçbirini okumadım. Kötümser değilim.
Günün birinde bazılarını okuyacağımdan eminim. Bu durum
yalnızca yoğun programımdan kaynaklanan normal bir gecikme!
Agatha
Christie'nin
Hercule Poirot romanlarından birinde Bay Hastings'in Manş'ı
geçerken yapılan deniz yolculuklarıyla ilgili bir yorumunu ve
ilgili sahneyi hatırlıyorum. Yolculukların süresiyle ilgiliydi,
başlamak için çok kısa, hiçbir şey yapmamak için çok uzun.
Bu
yolculuklar sırasında hiçbir şey yapmamaktan yakınıyordu.
Başlangıçta zamanının herhangi bir şey yapmak, çevreye bakıp
keyfini çıkarmak veya bir kitap okumak için yeterli olmadığını
düşünüyordu. Geminin içinde hep bir yerden diğerine koşturup
durduğunu, bu duyguyla gemide geçen zamanı boşa harcanmış
gördüğünü söylüyordu.
Bu
durum çoğumuzun yaşam yolculukları için de geçerli değil mi?
Yaşamak istediğimizi yaşamak için gerekli zamanı bulabiliyor
muyuz?
....
Chicago
Üniversitesi Yayınları'nın
sitesinde bir tanıtım var. Aşağıdaki alıntılar orada verilen
bilgilerden geliyor:
"1890'daki
başlangıcından beri Chicago Üniversitesi'nin üç ana bölümünden
biri olarak Yayınevi, görevini en üst standartlardaki bilimsel
bilgiyi yaygınlaştırmak ve eğitimi geliştirecek, genel anlayış
düzeyini yükseltecek, kültürel yaşamı zenginleştirecek
nitelikli çalışmaları yayımlamak olarak benimsemiştir."
"Kitaplarımız
ve dergilerimizle yalnızca geleneksel disiplinlerin içlerindeki ve
aralarındaki akademik iletişimi geliştirmenin yollarını
aramıyoruz, ayrıca, Chicago Üniversitesi'nin deneysel geleneğine
de bağlı kalarak, bilginin ve entelektüel çalışmanın yeni
alanlarının tanımlanmasına yardımcı olmaya çalışıyoruz."
"Yayınevimiz
ayrıca baskı ve elektronik teknolojilerindeki yenilikleri izlemekte
, yayınlarımızın biçiminin okuyucularımızın ihtiyaçlarını
karşılaması zorunluluğunu dikkate almaktadır." (10)
Ücretsiz
kitaplar kültürel değişimin ve uluslararası programların
başarısı için önemli bir destek olarak değerlendirilebilir mi?
(11)
....
Chicago
Üniversitesi Yayınları arasında ilk ilgilendiğim kitap
"Fransızca Düş Görmek",
"Jacqueline Bouvier Kennedy, Susan Sontag ve Angela Davis'in
Paris Yılları" kitabıydı.
"İkinci
Dünya Savaşı'ndan bu yana sayısız Amerikalı öğrenci o görüşün
çekiciliğine kapılmış, onların Işığın Şehri'nde
yaşadıklarının etkisiyle değişmişlerdir. 'Fransızca Düş
Görmek' o deneyimin ve bu olağandışı üç Amerikalı kadının
yaşamlarını nasıl değiştirdiğinin öyküsünü anlatmaktadır."
"Üç
kadının her biri Amerikan kültürel, entelektüel ve politik
yaşamında önemli kişilikler olacaktı. Ama Fransa'ya gitmek için
gemiye bindiklerinde gençtiler, az tanınıyorlardı,
geleceklerinden emin değillerdi, yalnızca Paris'in verebileceği
kültüre, sofistikeliğe ve dramaya çekilmişlerdi. Yine de
geçmişleri ve düşleri bundan daha farklı olamazdı."
Jacqueline
Bouvier:
1949–1950
“Jacqueline
Bouvier sahneye yeni çıkmış yirmi yaşında bir gençti, varlıklı
bir Doğu Sahil ailesinin Katolik kızı."
Susan Sontag:
1957–1958
“Susan
Sontag yirmi dört yaşındaydı, mütevazi gelirli bir Kuzey
Hollywood ailesinden gelen erken gelişmiş Yahudi bir entelektüel.
Paris onun için annelikten, başarısız bir evlilikten ve Oxford'da
felsefe alanında yapacağı lisansüstü çalışmadan kaçtığı
bir sığınaktı."
Angela Davis:
1963–1964
“Angela
Davis, Birmingham, Alabama'daki önde gelen bir Afrikalı Amerikalı
aileden geliyordu. Birmingham'dan gelen tüm haberlerin benzeri
görülmemiş ırkçı şiddet olaylarıyla ilgili olduğu bir yaz
döneminde, katıldığı yurtdışı programı sırasında kendini
oradaki tek siyah öğrenci olarak buldu."
“Kaplan
okuyucuları bu genç kadınların yaşamlarına, umutlarına ve
tutkularına götürüyor. Paris'e giden yollarını izliyor.
Keşiflerinin, entelektüel serüvenlerinin, dostluklarının ve
orada buldukları aşklarının izlerini sürüyor.
"Her
üç kadın için de Fransa geçici bir sevgi değildi. Kaplan'ın
gösterdiği gibi aksine, yurtdışında geçirdikleri yıl onları
etkilemeyi sürdürdü, yaşamlarının geri kalan bölümü boyunca
entelektüel ve kültürel biçimlenmelerinin önemli bir parçası
oldu.” (12)
....
Bilgisayar
çağında bile kayıt tutmak kolay değil ama hatırladığım
kadarıyla Phoenix Poets
(Biz de Anka Şairleri diyebiliriz) istediğim ilk kitaplardan biri
olabilir.
David Ferry’nin
“Stranger” (Yabancı)
kitabından aşağıya dört dizesi alınan “A Charm” (Bir
Büyü)
orada okuduğum ilk şiir olabilir:
"Bir
ikizim var benim adımı taşıyan
Utançla
taşıyan adımı kendiyle"
"Ben
cesurken, o korkaktı
O
gerçeği söyledi; ben yalan" (13)
Phoenix Poets
tanıtımında "düşüncenin niteliğiyle altı çizilen
düşüncenin duygusu,
hareket içindeki zihin, önemli konuların sunulmasındaki göze ve
kulağa incelikle seslenen biçimsel ustalık", "modaya
aldırmadan yazılmış en iyi şiir kitaplarını yayımlamak
isterken" "dizide somutlaşmış özelliklerden bazıları"
olarak belirtiliyor.
"Phoenix
Poets, Robert von Hallberg
ve Press
tarafından 1982'de
kuruldu. Amerikalı ve İngiliz özgün şairlerle kitap yayımlamaya
1983'te başladı. İlk yıllardan sonra Donald Davie'nin Toplu
Şiirler'i (1990) ile yükselerek odağını Amerikalı şairlere
kaydırdı. Phoenix Poets tarihin keskin farkındalığı ve şiirin
olanaklarıyla sıyrılan kitaplar yayımlamayı sürdürmektedir.”
(14)
….
İlk
kitaptan beri, ücretsiz pek çok başka kitap aldım. Ne yazık ki,
herhangi birini tam olarak okuyamadım. Öncelikler, öncelikler!
Bir
açıdan bakınca bu, programın bir başarısızlığıdır.
Kitapların hiçbiri bana bütün bir mesaj iletemedi.
Bir
başka açıdan bakınca, bu yine de bir başarıdır. Chicago
Üniversitesi Yayınları ve birçok, onlarca kitap hakkında bilgim
oldu. Bu, bir kitapçıda kitapları karıştırmaktan ya da İnternet
üzerinde kitapların tanıtımlarını ve alıntılarını okumaktan
çok daha fazla bilgi veriyor.
Yanıt
açık ve tek değil. Yaşamda, doğada ve insan topluluklarındaki
herhangi bir yanıt gibi. Karmaşık ve dönüşen bir biçimi var.
Bir yanıt değil, fakat bir dizi yeni soru. Okunabilecek herhangi
bir kitap gibi. Ve bilinmeyenlerin ve bilgi parçacıklarının
karmaşık bulutu bile görünür, kararlı ve kalıcı değil. Zihne
dokunduğu anda buharlaşmaya başlıyor. Söylenen ya da işitilen,
yazılan ya da okunan, gönderilen ya da alınan, paylaşılan veya
kişisel tutulan herhangi bir söz gibi.
Yine
de Chicago Üniversitesi yayınlarından bazı ışıltılı
yansımalar alabildiğim için mutluyum.
Onları
bir süre sonra, belki birkaç yıl, belki daha fazla, ama kesinlikle
bir yüzyıldan fazla değil, hatırlayamayabileceğimi bilsem bile.
Bu
yaşamdır, bugüne dek yaşadıklarımla bildiğim ve hissettiğim
kadarıyla, öyle değil mi?
....
Sonuç
olarak ne diyebiliriz? Ücretsiz kitapların değeri var mıdır?
Mevcut ve potansiyel okuyucularının üzerindeki etkileriyle bu
değer ölçülebilir mi?
....
Sanırım
yazıyı Orhan Veli'nin
şiiriyle (15) bitirmek gerek:
Bedava
yaşıyoruz, bedava;
Hava
bedava, bulut bedava;
Dere
tepe bedava;
Yağmur
çamur bedava;
Otomobillerin
dışı,
Sinemaların
kapısı,
Camekanlar
bedava;
Peynir
ekmek değil ama
Acı
su bedava;
Kelle
fiyatına hürriyet,
Esirlik
bedava;
Bedava
yaşıyoruz, bedava.
....
İnsanlık
"Bedava".
....
Bu
yazı, giriş bölümü ve Orhan Veli'nin yukarıdaki şiiri dışında,
İngilizce yazılmış bir yazının (16) yaklaşık bir çevirisi.
"Bedava" şiirinin çevirilerini İngilizce yazının yorum
alanına eklemek isteyenler olursa mutlu olurum.
1.
Oktay Akbal, Suçumuz İnsan Olmak,
http://www.idefix.com/kitap/sucumuz-insan-olmak-oktay-akbal/tanim.asp?sid=B2GFS1SXG1WGITRT2UV4&gclid=CMXmx5H55MoCFWQq0wodpzwEgA
2.
Ways of Seeing, https://en.wikipedia.org/wiki/Ways_of_Seeing
3.
Mehmet Arat, Gormeme Bicimleri,
http://www.sanatlog.com/sanat/gormeme-bicimleri/
4.
Mehmet Arat, My Tweetures 2012,
https://mehmetarat2000.wordpress.com/2013/06/30/my-tweetures-2012/
5.
Tony Holden, Ruth A. Schmidt, Commerce at light speed – an
international comparative evaluation of CALS strategy and
implementation in
6.
Mehmet Arat, Cocuklar ve Secmenler,
http://www.sanatlog.com/sanat/cocuklar-ve-secmenler/
7
Mesut Selek, "Düşünüyorum; o halde varım...",
http://blog.milliyet.com.tr/--dusunuyorum--o-halde-varim------r-descartes/Blog/?BlogNo=75977
8.
René Descartes, Cogito ergo sum,
https://en.wikipedia.org/wiki/Cogito_ergo_sum
9.
René Descartes, Cogito ergo sum,
https://tr.wikipedia.org/wiki/Cogito_ergo_sum
11.
International Partnerships,
http://harris.uchicago.edu/applied-experience/international-partnerships
12.
Alice Kaplan, Dreaming in French, The Paris Years of Jacqueline
Bouvier Kennedy, Susan Sontag, and Angela Davis,
13.
The University of Chicago Press, Chicago Shorts, Thirty Years of
Phoenix Poets, 1983 to 2012,
14.
Randolph Petilos, Acquiring Editor, Phoenix Poets,
http://press.uchicago.edu/ucp/books/series/PP.htm
16.
Mehmet Arat, The Value of Free Books,
https://mehmetarat2000.wordpress.com/2016/02/06/the-value-of-free-books/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder