Bir
süre önce kendimce yanıtını vermeye çalıştığım bir soru
sormuştum:
"Peki,
kadınlar nerede?" (1)
Sonra
bir dönem neredeyse Troya'da yaşar oldum:
"Bir
süredir İlyada'yla yatıp İlyada'yla kalkıyorum. Geçmişin
gizemlerine açılan büyülü bir kapı, bugünü anlamanın
şaşırtıcı bir yolu gibi yaşamıma girdi." (2)
Bir
savaşı anlatmasına karşın İlyada, o dönemdeki yaşamla ilgili
ipuçları veriyordu. Azra Erhat, Anadolulu kadınların daha basit
bir yaşam süren Akha kadınlarından çok üstün olduğu yorumunu
yaparken İlyada'da anaerkil dönemin izlerinin bulunduğuna
değiniyordu. İlyada'nın Kitap Arkası'nda (3) bunların bazılarını
aktarmıştım:
"Minoen
Girit uygarlığı 2400'den 1400'e bir yandan Mısır ve
Mezopotamya'nın eski kültürleriyle, öte yandan Yunanistan ve
Anadolu'yla alışverişi sağlayarak bin yıl boyunca Akdeniz'e ışık
saçmış. Anadolu'dan gelmiş Ana Tanrıça tapımı ile birlikte
kadının egemen olduğu anaerkil düzeni uzun zaman yaşatmış.
Yunanistan'dan gelme kavimlerle bu düzen bozulduysa da İlyada'da
izlerine rastlanıyormuş. Bir kadının kaçırılmasıyla başlayıp
yıllar süren Troya Savaşı, Homeros'un anlattığı Troya'da
kadının çok önemli ve üstün tutulması bunun örnekleriymiş."
"Homeros
destanlarında anayla oğul, anayla kız arasında tadına doyulmaz
sevecenlik ilişkileri canlandırılıyormuş. Erhat bunu, merkezi
Anadolu'da bulunan anaerkil bir toplum düzeninin kalıntıları
olarak açıklıyor. Troya'daki aile yaşamının uyumundan, ihtiyar
Priamos'un oğulları, gelinleri, kızları, damatları ile birbirini
seven, sayan, destekleyen bir topluluk olduğunu söylüyor."
Troya'daki
yaşamla ilgili anlatılanlar, gerçekten de daha sıcak ve eşit bir
ilişki düzenini çağrıştırıyor:
"Homeros'un
kendi işlerini görmeye alışmış yiğitleri evlerini de kendileri
yaparmış. Paris, Helene'yle oturacağı evi Priamos'un evine
bitişik olarak yapı ustalarının yardımıyla kendisi yapmış.
Priamos ve elli oğlu yan yana dizili 'thalamos' denilen evlerde
otururmuş. Konağın en büyük odası 'megaron' denilen, ortasında
büyük bir ocak, tavanında dumanın çıktığı ve gün ışığının
içeri girdiği bir delik bulunan yermiş. Ev sahibi konuklarını
burada kabul eder, yemekler ocakta pişirilir, yanan ateş içeriyi
hem ısıtır, hem aydınlatırmış. Eşyalar yalınmış, içeride
oturulan tahtlar, iskemleler, üstlerine postlar ve örtüler serilen
sedir ve arkalıklı iskemleler bulunurmuş. Yemek zamanı
hizmetçilerin getirdiği küçük masalar konukların önüne
konarak ekmek, şarap, kızartılıp doğranmış et tahta veya maden
tabaklar içinde getirilirmiş. Yemek elle yenir, sonrasında ibrikle
leğen gelir, eller yıkanırmış."
"Anlattığı
savaş da bir kadın yüzünden çıkmış İlyada'da birbirinden
güzel ve ilginç kadın tipleri varmış. Evlerde düzeni kadın
yönetir, hizmetçilere bir iş yaptıracağında erkek ona
başvururmuş. Kadının ilk işi bütün ev halkının giyimini
sağlayacak kumaşları dokumakmış. Lydia'nın doğusundaki Maionia
gibi Anadolu bölgelerinde ince nakış işlerinin de yapıldığı
olurmuş. Erhat, Anadolulu kadınların daha basit bir yaşam süren
Akha kadınlarından çok üstün olduğu yorumunu yapıyor. Homeros,
Troyalı kadınlar için 'helkesipeplos' sıfatını kullanarak
elbiselerinin yerlerde süründüğünü söylüyormuş. Kadınların
giysilerinde Girit fresklerinde görüldüğü gibi göğsü yukarı
kaldıran kemerler bulunur, kadınlar memelerini iri göstermek için
bir çeşit korse takarlarmış. Kadınlar süslerine de düşkünmüş,
Hisarlık kazılarında altın gerdanlıklar, yüzükler, iğneler
bulunmuş. İnsanlar temizliğe de düşkünmüş, erkekler yolculuk
ve savaş dönüşü banyo yaparlarmış. Homeros dünyasında kadın
yemek pişirmeye karışmıyormuş. Hayvanları erkekler kesiyor,
etlerini şişleyip onlar pişiriyormuş. Kadınlar erkeklerin
şölenine katılmayarak yemeklerini kadınlar katında yermiş."
Eşitsizliklerin
büyüdüğü savaşlar çağında kadın, tarih sahnesindeki gücünü
artık yitirmiş olmalı. Homeros'un destanlarında anaerkil döneme
ilişkin fazla iz bulmak kolay olmasa gerek. İlyada'nın yaşandığı
yıllardan çok öncesini, kadınların eşitlik ve barış toplumunu
anlatmış bir anaerkil dönem ozanı yaşamış mıdır?
Ataerkil
düzenin savaşını anlatırken Homeros, o dönemin yaşamıyla
ilgili çok fazla bilgi vermişti. Anaerkil dönemle ilgili hiç
değilse bazı söylenceler, mitolojik öyküler, tarihsel bilgiler
olmalı. O dönemin bir kadın ozanı olsa neyi, nasıl yazardı?
Böyle bir yapıt var mıdır? Yoksa bile canlandırılabilir mi?
Burcu
Kaya Erdem ve Özge Baydaş Sayılga'nın yazısı (4) Avatar filmi
(5) bağlamında ataerkil ve anaerkil toplumun tarihsel savaşımını
inceliyor, yaşanan değişimleri özetliyor:
"İlk
dönemlerde insan; üretken, verimli, yaşama can veren doğa
anasının kucağında, kadının üretimde etkin role sahip olduğu
anaerkil toplum yapısı ve soyun anadan çocuğa geçtiği ana
hukukuna bağlı bir toplumsal yaşam sürdürmüştür. Üretim
araçlarının gelişmesi ve bu araçların erkeğin egemenliği
altına girmesiyle kadın, toplumsal ve iktisadi yapıdan, üretim
ilişkilerinden geriye itilmiştir. Ayrıca süreç içinde,
cinsiyetlerin ötesine geçen düalist algı bağlamında toplum;
zengin ile fakir, köle ile efendi, yöneten ile yönetilen ayrımında
temellenen sınıflı toplum yapısı ile günümüze değin farklı
biçimlerde gelişen, en sonunda küreselleşme çağının sanayi
kapitalizmi olarak zuhur eden ataerkil yapıya ulaşmıştır.
Ataerkil sistem ilk olarak “yasalar”ı ile toplumu denetlemeye ve
egemenliği altına almaya girişmiş, buna yönelik olarak da zor
kullanma araçları ile cezalandırma sistemlerini geliştirmiştir.
Zor kullanmanın en gelişmiş aracı ise, bugünün ataerkil toplum
yapısı içinde, ordudur. Askeri ve silahlı gücün örgütlü
simgesi olan ordu, ataerkil toplum gövdesinin eril cinsel organı
gibidir."
Savaşın
doğaya karşı da sürdüğünü belirtiyor:
"Ataerkil
toplum yapısının üstyapı kurumları ile kadına ve kadınlığa
karşı verdiği egemenlik savaşı, bilime ve doğaya karşı da
verilmiştir. Bilim, meta üretiminin bir aracı olmuştur. İnsanın
doğa içinde hayatta kalma savaşı ise, anaerkil sistemden ataerkil
sisteme geçişle birlikte, günümüze değin değişerek gelişmiş
ve sonunda, doğaya karşı da bir savaşa dönüşmüştür.
Ataerkil insan için doğa, kutsallığını çoktan kaybetmiş ve
artı değer uğruna geri dönüşümsüz, sömürülebilecek bir
kaynak haline gelmiştir."
Avatar
filminde şirket yöneticisi, bilim kadını ve askeri birlik
komutanıyla kurulan üçlü yapının modern kapitalist toplumun
çatısını simgeleyen bir üçgeni oluşturması nedeniyle önemli
olduğunu söylüyor:
"Avatar
filminde, öykünün geçtiği Pandora gezegeninde yaşayan anaerkil
klan ile karşı karşıya gelen, gezegenin eşsiz biyolojik
dokusunu, 'dünya için değerli' bir maden uğruna yok etmeye hazır,
ordu gücünü elinde hazır bulunduran, dünyalı bir şirketler
grubu bulunmaktadır."
İnsanlık
tarihinde anaerkillik ve ataerkilliğin tarihsel gelişimini
özetliyor:
"Tarih
öncesi çağlardan itibaren, insanın on binlerce yıl, anaerkil
toplumsal sistem içinde, eşitlikçi bir toplum yapısında yaşadığı
düşünülmektedir. Bununla birlikte insan, yaklaşık olarak son
beş bin yıldır, ataerkil düzenin köleci toplum yapısında
ortaya çıkan iktidar sahiplerince, insanın insanı köleleştirdiği
toplumsal ilişki biçimleri içinde yaşamaktadır. Anaerkil
toplumsal düzenin yüksek değerleri olan 'kadınlık' ve onun
verimliliği ile ilişkili olan 'doğa' da, ataerkil sisteme geçişte,
önce inanç alanı ile toplumsal belleğin, sonra da yasalar yoluyla
doğrudan iktidarın hedefi haline gelmiştir. Bu köleci sistemde,
sadece doğa ve kadın değil, gittikçe sınıflı hale gelen bir
toplum yapısının gereği olarak, erkek de erkeğin kölesi haline
gelmiştir."
'Avatar'
kavramından ve filmin konusundan söz ediyor:
"Hindu
mitolojisinde, 'Avatar', tanrıların yeryüzüne indikleri zamanda
büründükleri şekillerdir ve özellikle tanrı Vishnu’nun
enkarnasyonu için kullanılmaktadır. Buna göre tanrılar,
yeryüzünde diğer insanlara, insan veya hayvan gibi
görünmektedirler. Avatar terimi, James Cameron’un filmi
'Avatar'da da, Hint mitolojisindeki anlamına yakın bir biçimde
kullanılmıştır. Film, 22. yüzyılda, dünyanın çok uzağında
bulunan Pandora gezegeninde geçmektedir. Pandora’ya giden dünyalı
grubun amacı, gezegende bulunan bir madeni çıkarmak ve dünyaya
götürmektir. Bu, bir kilosu dünyada yirmi milyon dolar değerinde
olan 'unobtainium' isimli bir madendir. Oysa bu madenlerin üzerinde
oturan ve yerlerini terk etmek istemeyen yerli klanlar vardır. Yerli
toplulukların yaşamlarında merkezi öneme sahip olan gezegenin
doğal yapısı, aslında Pandora’nın gerçek zenginliklerini
taşımaktadır."
Filmin,
anaerkil bir sistemde yaşayan Naviler'ini anlatıyor:
"Naviler,
gezegende yaşayan diğer kabileler gibi, klan sistemi içinde
yaşamaktadırlar. Üretim biçim ve ilişkilerine dair filmde çok
fazla ayrıntılı bilgi verilmese de, taşıdıkları oklardan,
avcılık ve toplayıcılıkla geçindikleri anlaşılmaktadır. Ölen
bir canlı, ne kadar vahşi ve saldırgan olursa olsun, ölüm sebebi
ne olursa olsun, saygı görmeli ve bu bir besinse doğaya karışan
ruhuna teşekkür edilmelidir. Navilerin inanç sisteminde ana
Tanrıça Eywa çok önemli bir yere sahiptir. Eywa, dişidir ve
Pandora’nın Doğası’dır. Bütün ruhlar ve bedenler ona
aittir. Navi klanının örgütlenme biçimi de buna uygun bir
şekilde eşitlikçi ve ilkel bir toplum düzeni olarak
sergilenmiştir. Klanın lideri olan Neytiri’nin babası
Eytukan’dır. Annesi Moat ise, Eywa’dan gelen mesajları
yorumlayan, sezgileri güçlü ve biri yaralandığı zaman onu
iyileştiren veya tanrı Eywa’nın huzuruna çıkarıp, toplu dua
şarkıları yöneten kadın 'doktor/büyücü' ve klanın
spiritüalist lideri olarak karşımıza çıkmaktadır. Üstelik,
toplulukla ilgili kararların alınmasında son karar merciidir."
....
Hakan
Bilge, Sanatlog'da Avatar filmine sinemadaki yeri açısından
bakarak yorumluyor:
“Muhafazakârların
doğa figürüne başvurmalarının nedeni doğanın asli bir
varoluşu ve otoriteyi ima etmesidir. Doğa betilemeden önce var
olandır, doğruluğu aşikâr olan, söylem ve müzakerenin her
türlüsünün dışında ve öncesinde yer alandır.” (Michael
Ryan & Douglas Kellner, Politik Kamera)
"a)
Milyon dolar bütçe
Görsel
efekt çılgınlığı 3D vizyonla sinemanın sanal bahçesinde
popcorn sinemasal ahlakı (mainstream/konvansiyonel sinema) için
elzem birer görüntü yumağına dönüşüyor."
"b)
Özdeşleşim politikası
Beyaz
Adam’ın gözü, alışkanlıkları, hareket ediş ve düşünüş
tarzı üzerinden kurgulanan Hollywood yapım siyaseti, Avatar’da
da kutsi Beyaz Adam’ı yegâne kurtarıcı olarak biçimlendiriyor."
"c)
Kurtarıcı fikri
Sessiz
çoğunluk İsa Mesih’leri, Mehdi’leri, Atatürk’ün hayaletini
bekleyedursun; sinema büyük kurtarıcılarını çoktan yaratmıştır
bile. Çocuklar için Spider Man’ler, ergenlik çağındaki
sivilceli gençler için Batman’ler ve hepsini kucaklayan;
zencisini, çekik gözlüsünü, makarnacısını safına çağıran
Avatar’lar…"
"d)
İyiler ve kötüler
Son
kertede iyi de kötü de birdir; iyi de kötü de Amerikalı ise
eğer. Sessiz dönemler bittiğinden beri esas sesini yitiren,
konuştuğu halde konuşamayan, duyabilmeye hazırbulunuşlu
heteronom ahlaklıların kulak kabarttığı iktidarın papağanı
sinema; halen sağır olmayanlar için konuşuyor."
Avatar
filmine verilen yıldızlardan söz ederek "Peki, niçin?"
diye sorup bitiriyor:
"Dünün
Korelisi, Vietnamlısı; bugünün Afganlısı, Iraklısı,
Libyalısı, Suriyelisi, İranlısı bu soruyu yanıtlayacaktır!…"
....
Anaerkil
dönemin bir kadın ozanı, örneğin hasat tanrıçasının adını
taşıyan bir Yalnız Demeter'i var mıydı, henüz duyulmadıysa
bile bir gün sesi çağlar ötesine ulaşıp sözlerini iletebilir
mi, bilmiyorum.
Günümüzde
yazılacak bir anaerkil dönem öyküsünün erkek gücüyle
simgelenen savaştan kurtulması pek kolay görünmüyor.
Gücün
egemenliği bittiğinde, kadın tarih sahnesine döndüğünde,
kadınlar ve onlar gibi düşünebilen erkekler barışa ulaştığında,
savaşlar ve acılar geride kaldığında.
Belki
de bulunur büyük kadın ozan Yalnız Demeter'in öyküsü. Ya da
geçmişe bir köprü kuran yeni insanlarca yeniden yazılır.
....
Homeros'un
anlattığı dönemler sonrasında evler epey değişti. Ama
içlerinde yaşayanlar için önemleri hep aynı kaldı.
Rengarenk
bir evin öyküsünü gördüğümde, önemleri sürse de epey
değiştiklerini düşündüm.
Belleğime
hiçbir zaman güvenemedim. Bu yüzden hep yazılı olanın,
izlenebilir, kontrol edilebilir, yeniden düşünülebilir olanın
peşine düştüm. Aynı nedenle, Mahmut Tali Öngören'in bir
söyleşisinde duyduğumu sandığım sözleri, bu belirsizlik
durumunu vurgulayarak aktarmak istiyorum. Söylediklerinde ilgimi
çeken yan, aile albümlerine verilen değerle ilgili yorumu, kutsal
denmese bile çok özel oldukları saptamasıydı. Nerede ve nasıl
ekonomik koşullarda yaşanırsa yaşansın, bunların iyi korunan,
çocukların kolay erişemeyeceği bir yerde saklandığını, adeta
bir törenle çıkarılıp bakıldığını, özel konuklarla
paylaşıldığını söylemişti.
Artık
koşullar çok değişti. Belki birçok evde pek de fazla basılı
fotoğraf, onların özenle yerleştirildiği albümler yoktur.
Yerlerini yeni aygıtlarda saklanarak her an erişilebilen, dünyanın
herhangi bir yerindeki dostlarla anlık ve sürekli paylaşılabilen
sayısız görüntü aldı.
Yazar
Mine Söğüt ve Karikatürist Bahadır Baruter’in Gümüşlük’teki
evlerinin görüntülerine (7) bir rastlantıyla ulaşınca bir aile
albümüne bakar gibi oldum. Ama evler ve fotoğraflar gibi, aileler
de sürekli değişiyordu. Bahadır Baruter'in x-ist’teki
sergisindeki evlerin, Bodrum'daki kendi evlerinden farkının nedeni
bu olsa gerekti. Barış varken huzurlu ve dingin bir mutluluğun
yuvası olabilen evler, düzen ve dengeler bozulunca acımasız
savaşların sessiz hapishanelerine dönüşebiliyordu. Sergiyle
ilgili söyleşi "Ressam Bahadır Baruter 'Evim Evim Güzel
Evim' başlığı altında hazırladığı çarpıcı ama ürpertici
resimleriyle bir kere daha 'aileyi' didik didik ediyor. "Evin
içinde hep karanlık, zayıf bir nokta vardır" diyen
Baruter'le bu hafta açılacak sergisi öncesi bir aradaydık"
(8) girişinden sonra şöyle başlıyordu:
"Yataklarındaki
gergedanın tepesinde yüzlerinde savaş boyalarıyla bekleyen
çiftten ‘kurban’ edilecekleri evliliğe adım adım hazırlanan
genç kadınlara... Hayatımıza mizah dergileriyle giren ressam
Bahadır Baruter’in, başının hiç hoş olmadığı aile
kurumundan çıkarttığı zihin açıcı ama karamsar manzaralar
devam ediyor. Yine x-ist’te açılacak sergisi ‘Evim Evim Güzel
Evim’ öncesi Baruter’le buluştuk; aileyi, karamsarlığı ve
tabii ki gidişatı konuştuk."
Erman
Ata Uncu'nun "Gezi'deki dayanışma ortamı da bir iyimserliğe
yol açmadı mı sizde?" sorusuna Bahadır Baruter "Bir ara
umutlanır gibi olsam da yanılgım karşısında daha da büyük bir
hayal kırıklığına dönüştü" yanıtını veriyor.
"Eşiniz
Mine Söğüt'ün de yazdıkları aynı karamsarlıkta" yorumuna
"Çok keyifli, pozitif görünüp son derece depresif,
melankolik bir dünyayı da tarif edebiliyor. Biz buyuz" diyor.
Sanatçılar,
dış dünyayı içlerindeki uçurumlarla alışılmadık biçimlerde
birleştirirler. Bu yansımalar zamana, bölgeye ve kişiye bağlı
olarak sonsuz çeşitlilik gösterir. Dışarısı karardıkça
içerisi aydınlanabilir, aydınlanıyor sanılırken ışık hepten
yitebilir. Sanatçının görevi isteneni söylemek, isteyenleri
onaylamak değildir. Bunu yapmak zorunda kaldıkça acısı büyür.
İçtenlikle
gülebilmek için tek yol dünyanın değişmesi mi?
1.
Mehmet Arat, Kadınlar Nerde?,
http://www.sanatlog.com/sanat/kadinlar-nerde/
2.
Mehmet Arat, Argos'tan Troya'ya,
http://paylasim.lalabey.com.tr/yazihane/yazarhane/1636-mehmet-arat-argos-tan-troya-ya.html
3.
Mehmet Arat, Kitap Arkası: İlyada,
http://kitapdili.blogspot.com.tr/2014/03/homerossozlu-edebiyat-gelenegini.html
4.
Burcu Kaya Erdem, Özge Baydaş Sayılgan, Ataerkil ve Anaerkil
Toplumun Tarihsel Savaşımının Avatar Filmi Bağlamında
İncelenmesi,
https://www.arel.edu.tr/pages/iletisimfakulte/dergi/ataerkil.pdf
6.
Hakan Bilge, Avatar ya da Hollywoodvari Politik Manevralar,
http://www.sanatlog.com/sanat/avatar-ya-da-hollywoodvari-politik-manevralar/
7.
Ayşe Funda Aras, Rengarenk evin öyküsü,
http://www.caferuj.com.tr/fotohaber/dekorasyon/rengarenk-evin-oykusu
8.
Erman Ata Uncu, Asık suratlı bir felsefem var (Ressam Bahadır
Baruter 'Evim Evim Güzel Evim' Sergisi),
http://www.radikal.com.tr/hayat/asik_suratli_bir_felsefem_var-1188732
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder