Sözlükte
(1) kayıtsız için üç anlam verilmiş:
1.
Kaydı yapılmamış, deftere ya da yazıya geçirilmemiş olan.
2.
Bir koşula bağlı olmayan.
3.
Aldırmaz, ilgisiz, umursamaz, lakayt.
Kayıt
ise dokuz farklı anlam taşıyor:
1.
Bir yere mal ederek deftere geçirme: Çocuğun kaydı bulunamadı.
2.
Bir kimse ya da bir şeyle ilgili gerekli bilgileri bir listeye, bir
kütüğe geçirme.
3.
Bir yazının, bir hesabın tarih, numara vb.nin ya da kopyasının
bir yerde yazılı bulunması: “Hafızama güvenmeyiniz.
Kayıtlarımız daha sağlamdır.” -R. H. Karay.
4.
Sınırlama, davranışlarını çerçeveleme: Hiçbir kayıt ileri
sürmeksizin.
5.
Koşul, şart: Kitabımı, kısa zamanda getirmen kaydıyla
verebilirim.
6.
Önem verme, gözetme.
7.
Resmi belge.
8.
Ses ya da resmi, manyetik bant üzerine geçirme işlemi.
9.
Kış için ayrılan yiyecek.
Soma'da
yaşananlar tarihte acı kayıtlar olarak yerini alacak. Olayın
gerçekleri ve sorumlular şimdilik kayıtsız olsa bile, olup
bitenler önce o çağdışı karanlık çukurdan kurtulabilenlerin,
sonra yakınlarının, sonra ışık hızıyla dağılıp yayılan
bilgiyle tüm dünyanın bilincine kazındı. Kişisel ve toplumsal
belleklerin silinmez bir kaydı oldu.
....
Ne
yazık ki yaşamlarımızdan acı kayıtlar eksik olmuyor. Soma acısı
sürerken Gezi Parkı olaylarının yıldönümü geldi. Başta
Taksim, Türkiye yeniden toz bulutlarına büründü. Temel haklarını
kullanarak yürüyüp açıklama yapmak isteyenler engellendi. Yeni
acılar yaşanma korkusu arttı.
Geçen
yıl Gezi Parkı yükselişinin başlarında şunları yazmıştım:
"Türkiye
umutlarla kaygıların, sevinçlerle düş kırıklıklarının
birbirine karıştığı bir dönemden geçiyor.
Bir
yanda sivilleşme, özgürlükçü bir anayasa, Kürt ulusu da içinde
olmak üzere bu topraklarda yaşayan tüm halkların ve grupların
eşit haklarla birlikte yaşaması için atılmaya çalışılan
küçük adımlar.
Bir
yanda bireylerin yaşam alanlarının egemen düşünce ve inançlara
göre daraltılması, çocukların ve gençlerin her zamankinden de
dar kalıplara göre biçimlendirilmek istenmesi, bireysel görüş
ve seçimlerin yok sayılması.
Binler,
on binler, yüz binler değil, belki de milyonlar onyıllar sonra
sahneye çıkıyorlar. Belki toplumsal beyin ölümüne karşı
çıkmak için." (2)
Gelişmeler
ne yazık ki acı sonuçlar getirmişti:
"Kimliklerinin
tanınmasını, isteklerine saygı gösterilmesini isteyerek alanları
dolduran insanlar değildir sorun. Verilen emirleri uygulayan,
belirlenen stratejileri risk alarak yaşama geçiren polis de
değildir yaşanan bu acıların nedeni. Aslında onlar da bu
acımasız oyunun kurbanlarıdır. İpek İzci Emniyet-Sen’in
kurucularından olan ve avukatlığını da yapan eski polis Emrullah
Aksakal’la görüşmüş. Aksakal, 12 Eylül sonrasında Çevik
Kuvvet’te yirmili yaşlardaki memurların görevlendirildiğini
anlatmış. “Meslekte ikbal bekleyen yeni memurlar, emir verenin
isteklerini fazlasıyla yapmak ister. Bunlar itaat etmezse aday
memurluktan asil memurluğa geçemezler” demiş. "Amirler
neden net bir şekilde görev tanımı yapmıyor, uygulamayı kontrol
etmiyor diye sorgulanmalı. Siyasi otorite belirlediği derecenin
aşılmaması için eğitim ve cezalandırma yapar. Sorun, eğitim ve
cezalandırmanın yapılıp yapılmadığındadır. Kolluğun siyasi
otoriteyle eylemci arasındaki rolüdür. Bir memur yanlış işler
yaptıysa bile siyasi otorite onu eğitmek için ne yaptı şimdiye
kadar? Hammaddeniz neyse, aldığınız ürün/hizmet de o olur.
Gariban polisin ne suçu var, İstanbul gibi yerde yaşam savaşı
veriyor" diye eklemiş." (3)
Yılın
sonunda şu değerlendirmeyi yapmıştım:
"Taksim'deki
bir park, toprağa ve yaşama sarılmanın, ayağa kalkmanın simgesi
oldu. İnsanların birbirini anlayıp kucaklaması, öfkeli
saldırıları sevgiyle püskürtebilmesi, doğanın uyumlu parçaları
olup yaşama sarılabilmeleri için güç verdi, umut ışıkları
yaktı, kentlerin boğulduğu gaz bulutlarının içinde 'Bağzı
Şeylere Öyküler' yazıldı." (4)
Bir
yandan da gündeme yolsuzluk iddiaları eklenmişti:
"Nasıl
bir ülkede 'Cinayette dokunmadılar yolsuzluk operasyonunda attılar'
başlığı atılabilir? Bunun yazılabilmesini basın özgürlüğünün
bir göstergesi olarak görüp sevinmeli miyiz? Yoksa daha karanlık
günlere hazırlananların şimdilik zararsız buldukları için
sonucu etkilemeyecek bir haber diye ses çıkarmadıklarını mı
düşünmeliyiz?
Hukukun,
insan haklarının ve yasama yürütme yargı arasındaki kuvvetler
ayrılığı dengesinin korunduğu, basının haber alabildiği ve
verebildiği, seçmenlerin gelişmeleri öğrenerek gerektiğinde
seslerini duyurabildiği bir yerde tüm bunlar yaşanabilir miydi?
Nasıl
bir ülkede yolsuzluğu soruşturanlar hain ve düşman ilan edilir,
kimin ne yapmış olduğu bir yana bırakılıp olayın çözümü
seçim propagandalarıyla kazanılacak bir başarıya bağlanır? Bir
oylama yapılıp yüzde doksan dokuzun desteğini alsa katil artık
katil olmayacak mıdır? Seçim kazanan hırsızın çaldıkları
artık soruşturulmamalı mıdır?" (5)
Nereden
geldik, nereye gidiyoruz? Biliyor muyuz? Bilen var mı?
....
Toplumsal
algı artık oldukça karmaşık mekanizmalarla belirleniyor. Epey
uzun bir süre önce Enver Aysever'in Aykırı Sorular programına
Kemal Okuyan katılmış, Sol gazetesinin İnternet portalından
basılı yayına geçişindeki zorlukları nasıl aşacaklarını
anlatmıştı. Sol, Birgün, Evrensel, Bianet ve T24 gibi alternatif
kanallar genel çizginin dışında söz söyleyebiliyorlar.
Günümüzün resmi ideolojisini temsil eden ve yandaş diye
adlandırılan sayısız resmi kanallardan gelen akışlarda fazla
bir çeşitlilik yok. Nesnellikten söz etmek zor. Verilmek istenen
mesajlara göre hazırlanan haberlerle bir algı yönetimi yapıldığı
söylenebilir. Taksim Gezi Parkı olayları ve Soma faciası da
toplum geneline aynı karmaşık süzgeç yapısından geçerek
yansıyor.
Yaşananlar
sanatta nasıl bir yansıma bulabilir?
....
Bir
süredir öz öyküler denebilecek bir yaklaşım üzerinde
düşünüyorum.
Sıkıştırılmış
ya da konsantre öyküler de denebilir kısa öykülerden oluşan ve
birleşince yeni anlamlar kazanabilen dizilerle ilgili olarak.
Öykünün ve yaşamın tüm ayrıntılarını vermek yerine 21.
yüzyılın sabırsız insanları için doğru parçaları, anahtar
sözcükleri bir araya getirerek gidilebilecek yolları çizmeye
çalışan bu öykü yaklaşımı için. Şimdilerde novella ve
novelletta gibi kavramlarla zenginleşerek roman ve öykü arasında
geniş bir yelpazeye yayılıyor. Bütün, küçük parçalardan
oluşuyor, bunların doğru içerik ve biçimle, doğru zaman ve
yerde söylenmesi hedefe tam ulaşmayı sağlayabiliyor. Bir gerçeğin
tüm yönlerini bilimsel bir model gibi içeren, ama estetik bir
duyarlılıkla güçlü bir bağ da kurabilen yeni olanakların
açacağı pencereler açabiliyor.
Her
alanın ayrı kuralları var. Ekonomi, politika ve sanat için
söylenecekler aynı yöntemleri kullanamaz.
Thomas
Piketty'nin yazdığı '21. Yüzyılda Sermaye' kitabı Marx'ın
Kapital'inin 'yeni versiyonu' olarak sunuluyor, ilk kez bir iktisat
kitabı böyle büyük ilgi görüyormuş. Radikal gazetesi
iktisatçıların konuyla ilgili düşüncelerine yer vermiş. Burada
Keynes'in "iktisat, iktisatçılara bırakılamayacak kadar
önemlidir" sözü alıntılanıyor. (6)
İletişim
teknolojilerindeki gelişmeyle ekonomi ve politikada yaşananlar
geniş kesimlerce anında görülür oldu. Kimlerin servetinin nasıl
arttığı, kimlerin gittikçe yoksullaştığı, tüm bunların
nasıl kararlarla gerçekleştiği, büyük kaynak aktarımlarının
arkasındaki kötüye kullanmalar izlenebiliyor, bilinebiliyor.
Oynanan
ekonomik ve politik oyun bir sihirbazlık gösterisine benziyor.
Heyecanla nefesini tutmuş izleyiciler yönetenlerin ateşli
savunucularının coşkulu sözlerini dinleyerek gösterdikleri
parıltılı örneklere bakarken, bir kutunun içindeki değerler
sessizce kaybolup bir başka yerde sabırsızlıkla bekleyen yeni
sahiplerinin hizmetine sunulmak için ortaya çıkıveriyorlar.
Kurallar
acımasız. İçtenliğe, dürüstlüğe, özgürlüğe, eşitliğe,
haklara, hukuka yer yok. İnsan yaşamı değersiz. En fazla kazanç
sağlayan en büyük gücü elde ediyor. Güçlenen daha çok
kazanıyor. Kazandıkça güçleniyor. "Güç bendeyse kuralları
da ben koyarım, yaşamak istiyorsanız boyun eğin" diyor.
Peşine takılan milyonları yüzyıl öncesinin koşullarında
çalıştırmakta sakınca görmüyor. "İşsiz kalmadığınıza
şükredin" diyor. Doğa onun için değersiz. Tek amacı en
kısa sürede en çoğunu almak oluyor. Ağaçları kesiyor, dereleri
kurutuyor, toprakların karnında geniş yarıklar açıyor, her yanı
betonla kaplayıp yeşili yaşamın dışına atıyor.
....
Türkiye
geneline yayılan ve büyüdükçe akıl almaz bir saldırıyla
karşılaşan Gezi direnişi, 27 Mayıs 2013'te parka ilk giden 30
kişilik grubun nöbetiyle başlamıştı. (7) Büyük acılar
yaşandı. Uluslararası Af Örgütü'nün Ekim 2013 tarihli
raporunda Türkiye yetkililerinin Gezi Parkı eylemlerine gösterdiği
aşırı tepkinin hem Türkiye içinde hem de ülke dışındaki
birçok kişiyi şoka uğrattığı belirtiliyor. (8)
Tüm
bu olanlardan ve yitirilen, sakat kalan onca gençten sonra,
olayların yıldönümünde toplantı düzenleyenlere yetkililerin
gösterdiği aşırı sert tepki nasıl yorumlanabilir? (9) Ya
Soma'da acılarının büyüklüğüyle sokağa dökülenlere karşı
bibergazı ve plastik mermi kullanmaları için ne denebilir? (10)
Tarihe
acı bir kayıt düşmek, yaşananları kişisel belleklerimize
kazımak, toplumsal belleğe göndermek, yer etmesini sağlamaya
çalışmak dışında neler yapabiliriz?
....
Bir
gün sevmeyi öğrenirse Taipidos'un öfkesi yatışır mı? (11)
1.
Dil Derneği, Türkçe Sözlük Ara-Bul,
http://www.dildernegi.org.tr/TR,274/turkce-sozluk-ara-bul.html
2.
Mehmet Arat, Türkiye CNN'de,
http://blog.radikal.com.tr/kultur-ve-sanat/turkiye-cnnde-24247
3.
Mehmet Arat, Bir Taksim Polisiyesi,
www.sanatlog.com/sanat/bir-taksim-polisiyesi
4.
Mehmet Arat, Gezi yılının son günü,
http://blog.milliyet.com.tr/AramaBlogger/gezi-yilinin-son-gunu/Blog/?BlogNo=442827
5.
Mehmet Arat, Çocuklar ve Seçmenler,
www.sanatlog.com/sanat/cocuklar-ve-secmenler
6.
Bahadır Özgür, Piketty neden popüler oldu?,
http://www.radikal.com.tr/turkiye/piketty_neden_populer_oldu-1194808
7.
Elif İnce, Gezi Parkı'nın ilk 'işgalcileri' anlatıyor,
http://www.radikal.com.tr/hayat/gezi_parkinin_ilk_isgalcileri_anlatiyor-1194793
8.
Uluslararası Af Örgütü, Gezi Parkı Eylemleri, Ekim 2013, İndeks:
EUR 44/022/2013
9.
Gezi'nin birinci yıldönümü: Gaz, TOMA, cop,
http://www.radikal.com.tr/turkiye/gezinin_birinci_yildonumu_gaz_toma_cop-1194960
10.
Constanze Letsch, Turkey mine disaster: police use riot tactics at
protests about mine safety,
http://www.theguardian.com/world/2014/may/16/turkey-mine-disaster-teargas-plastic-bullets-protesters
11.
Mehmet Arat, Taipidos'un Öfkesi
http://blog.milliyet.com.tr/taipidos-un-ofkesi/Blog/?BlogNo=454907
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder